Sezon başından beri belki de en moralsiz, en tedirgin maçına çıkıyordu Fenerbahçe. Akhisarspor önünde “gafil” avlanmış, kendi sahasında aklına bile getirmediği bir yenilgiye uğramıştı. Zirveyle arası biraz daha açılan takımın Malatya deplasmanını kayıpla kapatması şampiyonluğa “veda” anlamı taşıyordu...
Böyle bir ortamda daha agresif, daha hırslı, daha arzulu bir Fenerbahçe bekliyorduk ilk düdüğün çalması ile birlikte... Çünkü bu maç son şanstı... Ancak fena halde yanıldık... Tam tersi, gamsız, ruhsuz, heyecansız bir takım izliyorduk...
Ev sahibi Malatya böyle bir ortamda sazı hemen eline almış, sağlı-sollu ataklarla rakibini yıprattıkça yıpratıyordu... Çok pasla Fenerbahçe ceza alanına sıkça indiler, net pozisyonlar da ürettiler... Ama Aykut Kocaman’dan çıkan “erken af” ile formasına kavuşan kaleci Volkan Demirel hem Malatya ataklarına tek başına göğüs geriyor, hem de arkadaşlarının ortaya koyduğu futbola isyan ediyordu...
25. dakikadan sonra sahada adeta roller değişti... Malatya’nın baskısına teslim olmayan, ayağa kalkmasını bilen Fenerbahçe biraz daha önde top tutmaya, iki beki Şener ve Hasan Ali ile rakibi zorlamaya başladı... Dirar, Giuliano ve Aatıf’ın çok fazla top kaybı
Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın maçtan önce verdiği demeç Akhisar sınavından ne kadar korktuğunun açık belgesiydi;
“İki Beşiktaş maçı sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel tahribat taşıyor. Bugün aşmamız gereken en önemli eşik burası olacak.”
Nitekim Kocaman’ın korktuğu başına geldi... Karşısında Fenerbahçe’den çekinmeyen, kora kor oynayan, son üç maçta kalesini gole kapamanın getirdiği özgüvenle sahaya adım atan, motivasyonu ve temposu yüksek bir Akhisar buldu...
Fenerbahçe’nin sahadaki ilk 11’i de açıkcası Akhisar’ın ekmeğine yağ sürmüştü... Ceketin ilk düğmesini yanlış iliklediğiniz zaman, öteki düğmeler de yanlışı seriye dönüştürür ya... Aynen öyle oldu...
Yorgunlukları suratlarından okunan Mehmet Topal ve Souza ne rakibi önde karşılıyor, ne de hücumları yönlendirebiliyordu. Hasan Ali büyük bir gayret içinde çizgiyi zorlarken, Isla ve Dirar’ın kanadı tatil yapıyordu... Giuliano ve Valbuena da kontak kapatınca işlerin kötü gitmesi kaçınılmazdı...
Akhisar önce duran topta golü buldu ardından cılız Fenerbahçe ataklarını kolay durdurup 35’te Seleznov ile farkı ikiye çıkararak denizi geçen rakibini çayda boğuyordu...
2-0 geriye düşmüş bir teknik adamdan ne beklersiniz... Tren
Başakşehir deplasmanından net bir skorla dönen Fenerbahçe, hem oynadığı iyi futbol, hem de zirveye ortak olmanın yarattığı özgüven duygusuyla taraftarlarını Kadıköy’e toplamıştı. Herkesin beklentisi, “iyi bir sunumla” tribünleri mutlu etmeleriydi.
Teknik Direktör Aykut Kocaman da zaten buna uygun malzeme kullanmayı seçmişti... Geçtiğimiz haftanın aksine Valbuena ilk 11’deydi... Belli ki hoca üzerine yapışan savunmacı teknik adam etiketinden kurtulmak istiyordu... Daha ofansif, daha tehditkar, kısacası tam bir iç saha kadrosu ile Alanyaspor’un karşısına çıkarak Başakşehir maçından farklı bir senaryo sunmaya çalıştılar bizlere...
Ancak ilk yarı futbolu oynayan rakip Alanyaspor, golleri bulan Fenerbahçe idi... Geçtiğimiz sezon bir çuval gol yiyen, bu sezon da bu alışkanlığını devam ettiren konuk ekip, “Burdan kimler puan çıkarmadı ki, ben de çıkarırım” düşüncesi ve inancı ile sahadaydı sanki. İlk dakikadan itibaren cesur ve kollektif bir futbol oynamaya çalıştılar... Oyunu daralttılar, rakiplerine rahat top kullanma şansı vermediler... Fenerbahçe’nin iki kanadını etkisiz hale getirip, çok adamla hücum girişimleri denediler... Bunda da başarılı oldular... Volkan’ın rahatsızlığı
Maçı izlemeyenler 2-2’lik skoru öğrendiklerinde “Bu Fenerbahçe’den daha fazlası beklenmez kardeşim” diyebilir, üstüne “Zaten ne oynuyorlar ki” diye de ekleyebilirler... Ancak Kadıköy’de işin rengi çok da öyle değildi... Gençlerbirliği karşısında Fenerbahçe bir maçı kazanmak için ne gerekiyorsa onu yaptı...
Özellikle ilk yarıda neler yoktu ki sarı-lacivertli ekibin “futbol sepeti”nde...
Tempo vardı... Baskı vardı... Arzu vardı... Üretim vardı... Özgüven ve hırs ise tavandı... Yardımlaşma harikaydı...
Geçmiş haftalara oranla çok daha bilinçli, çok daha gayretli, çok daha enerjiktiler... Ciddi eksiklere rağmen haftalar sonra “Fenerbahçe gibi” oynuyorlardı...
Aatıf saplantısından kurtulan Aykut Kocaman’ın Valbuena ile başlaması tüm bu güzelliklerin ilk habercisi oldu...
Valbuena ve Alper, göbekten rakip savunmayı her fırsatta zorladı, iki bek; Isla ve Hasan Ali de hücuma sürekli katkı sağladı... Fernandao’nun yerine ilk 11’de yer alan Soldado da hücum organizasyonlarında iyi bir bağlantı noktasıydı... Bu etkili oyunun karşılığında iki topu direkten dönen Fenerbahçe birçok pozisyon da buldu... Kısacası sürekli öne oynamaya çalışan bir Fenerbahçe karşımızdaydı... Hatta Kocaman’ın
Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın sezon başından bu yana sahaya sürdüğü 11’ler üstü örtülü hep şu mesajı taşıyor aslında:
“Bu takımda herkes, her zaman, her yerde oynayabilir!”
Bir teknik direktör, forma adaletine futbolcularını inandırıyor ve onlara güveniyorsa, bu mesaj doğru ve yerindedir. Sakatlıklar, yorgunluklar, formsuzluk, rotasyon ve sıra bekleyenler dikkate alındığında bu anlayış her takım için gerekli ve geçerlidir. Ancak Kocaman’ın bu adalet anlayışı zaman zaman Fenerbahçe’nin el freni oluyor... Size örnek mi; İşte Konyaspor deplasmanında heba edilen koca bir ilk 45 dakika...
Kocaman dün sahaya çıkarken geçtiğimiz haftanın kurtarıcısı Valbuena’yı tekrar yedek soyundurmamak adına santrforsuz oynamayı göze almıştı... Daha önce “prim” yapan 4-6-0 düzeni ile yine şapkadan tavşan çıkarırım düşüncesindeydi belli ki...
Mecburiyetten stopere kaydırdığı Josef de Souza’nın yerine de genç Oğuz Kağan’ı tercih etmiş, beklentilerin aksine Ozan’a güvenmemişti... Aslında hem Ozan’a, hem de genç Oğuz’a yazık etmişti...
Ama tüm hesaplar soyunma odasında kaldı... Çünkü planların hiçbiri tutmadı... İlk 20 dakika pas trafiğini sağlayamayan, topun kontrolünü bir türlü eline alamayan
Kadıköy’de tribünlere koşan herkes Fenerbahçe’den bol gollü bir galibiyet beklentisi içindeydi doğal olarak... Rakip ligin dibindeki Karabükspor’du ve en önemli beş oyuncusu evde oturuyordu...
Hesaplar fark üzerine yapılırken, antrenman boksörü yerine koyulan Karabükspor ilk 45 dakika Fenerbahçe’ye adeta kök söktürdü... Öyleki son dört haftanın “kabadayısı” Fenerbahçe evinde kontrataktan gol arar duruma düştü...
Karabükspor biraz kendine inansa, biraz dikkatli olsa tek pozisyon vermediği devreyi önde bile kapatabilirdi.
Peki yere göğe sığdırılamayan, her gün üzerine biraz daha koyan, rüzgarı arkasına alan Fenerbahçe neden bir anda kontak kapamıştı.
Birincisi Fenerbahçe tam da rakibin ekmeğine yağ süren uyuşuk futboluna geri dönmüştü... İkincisi dersini iyi çalışan Karabükspor, Ceyhun, Skulason ve Poko Fenerbahçe’ye rahat pas olanağı tanımıyordu...
İç sahadaki son Sivasspor ve Kasımpaşa maçlarının aksine hareketli oyundan uzak kalan, hücum bölgesinde çoğalamayan, iki bekine geniş alan yaratamayan, Fenerbahçe vaktini resmen boşa harcıyordu... Nitekim tek bir isabetli şut bulamadan soyunma odasının yolunu tuttular...
Teknik Direktör Aykut Kocaman topu daha olumlu kullanabilmek, pas
“İnsanın bir kere ters gitmeye görsün işi, muhallebi yerken kırılır dişi” derler ya... Dün gece ilk yarı bittiğinde Fenerbahçe’nin durumu tam da buydu işte...
Kasımpaşa önünde öyle bir ilk 45 dakika oynadılar ki, soyunma odasına 1-1’lik skorla gitmeleri kamera şakası gibiydi...
Seyirci aylar sonra full olmasa da stadı doldurmuş, tribünden aldığı sinerji ile dinamiklerini sonuna kadar zorlayan bir takım doğmuştu...
Hem de santrforsuz...
Basan, bindiren, koşan... Hızlı ve hareketli oynayan... Kısaca Aykut Kocaman’ın kafasındaki hayale bu kadar uyan bir Fenerbahçe’ye Kocaman bile hayret etmiş olmalıydı.
Gerçekten ilkti... Kanatları çalışırken hücum pres yapan, sahanın boyunu kısaltan ve bu arada her atağı ustalıkla planlayan bir takım izliyorduk... Ne yalan söyleyelim böyle bir Fenerbahçe’yi de özlemiştik...
Fenerbahçe’nin var olan potansiyeli nihayet efektif hale gelmişti. Bu etkili, arzulu, coşkulu Fenerbahçe uzun arayışlar ve uğraşlar sonrası hazırlanışı Alexli günleri anımsatan bir duran top golü ile öne geçmesine rağmen, devre biterken sezon başından bu yana yakasını bırakmayan kötü şansı bir kez daha kapıyı çaldı... Mensah’ın barajdan seken şutu kaşla göz arası tabelaya
Lider Galatasaray’ın üç puan bıraktığı, Beşiktaş’ın sahasında takıldığı bir haftada Fenerbahçe için “bulunmaz Hint kumaşı” gibiydi Sivasspor...
Alınacak bir galibiyet, gidip-gelmeleri alışkanlık haline getiren, kariyerini Başkan’a zimmetleyen hem Teknik Direktör Aykut Kocaman’a önemli bir kredi olacak, hem de özgüveni dibe vuran sarı-lacivertli takıma yeni bir başlangıç sağlayacaktı...
İşin açıkcası asıl hedef iyi futboldan çok tekrar şampiyonluk yarışına katılmaktı...
Aynen de öyle oldu... Hızlı, atak, hareketli bir Fenerbahçe vardı sahada...
Ruhsuz, bitkin dolaşmak yerine rakibi ısıran, Mehmet Topal-Souza ikilisi ile Sivasspor’u orta alanda karşılayan, ön bölgedeki presle direkt kaleye gitmeye çalışan bir takım izliyorduk... İlk kez forvet arkasında görev yapan Giuliano o beklenen 10 numara katkısını sağlayamasa da geçmiş maçlara oranla daha verimliydi... Ancak tüm artılara rağmen kalite eksikliği ve aşırı telaş üretkenliği engelliyordu...
Takımın rakip ceza alanına belki de en kalabalık geldiği bir pozisyonda Dirar skor avantajını getirdi... Bu golden sonra devre bitimine kadar topa daha çok sahip olmak isteyen bir Sivasspor gördük. Nitekim ilk yarının son saniyesinde yüzde yüz bir