Fenerbahçe adına ilk 45 dakika en hafif tabiri ile tam bir “arızaydı”!
Öyle bir arıza ki takımın her tarafı tutukluk yapıyordu. Rot-balans bozuktu... Şanzıman dağınık, dişliler çalışmıyor, motor tekliyordu...
Halbuki Galatasaray yenilgisi sonrası zirve yarışı için altın tepside bir şans yakalayan Fenerbahçe’den herkes çok daha farklı bir futbol beklentisi içindeydi... En azından Yeni Malatyaspor maçındaki gibi baskılı, agresif, hareketli bir oyun başlangıcı olmalıydı... Ama nerde?
Tam tersi silik, durağan deyim yerindeyse içi geçmiş bir Fenerbahçe takımı vardı sahada...
Ve Aykut Kocaman bu futbolu tepkisiz seyretmeyi yeğledi... Tek bir müdahaleye gerek görmeden...
Kayserispor tartışmasız Süper Lig’in iyi futbol oynayan dişli takımlarından biri. Savunmayı da hücumu da biliyorlar. Sahaya öyle mükemmel parsellediler ki, zaten oynamaya niyeti olmayan Fenerbahçe’ye top yapacak en küçük bir alan vermediler... 41. dakikada Neustadter’in hatalı geri pasında Umut ile öne geçmeleri de açıkcası ne Kadıköy’de maçı takip edenleri, ne de televizyon başındakileri şaşırttı.
Bu arada yeri gelmişken şunu da belirtmek gerek... Neustadter iyi bir profesyonel olabilir. Ama vasat bir yetenek. Gerektiğinden
Teknik Direktör Aykut Kocaman göreve ilk geldiğinde geçtiğimiz sezon takımın kalitesini eleştiren Advocaat’a tepki göstermiş, “Bu takımın kalite sorunu yok, özgüven problemi var. Fenerbahçe bence en iyi bireysel yeteneklere sahip grup” demişti...
Ama oyuncuları Kocaman’ı fena halde yanılttı... Bu oyuncu grubuna güvenerek büyük hedeflere yelken açan Fenerbahçe açık denizlere çıkamadan kıyıda battı...
Neden mi? Çünkü hocanın güvendiği isimlerin bir kısmı kafa, bir kısmı fizik olarak bitik durumda...
Van Persie, İstanbul’a ilk kez gelmiş turist edasında. Sürekli etrafını seyrediyor... Oyunun içine hiç giremiyor. Bir santrfor bu kadar durağan olursa, dünyanın en mükemmel oyun planını hazırlasanız nafile... Topal ve Ozan’ın oyunu yönlendirme özelliği sıfır. 10 numara bölgesinde görev yapan Alper pas trafiğini organize edecek yapıda hiç değil... Bu orta saha ile başarı beklemek büyük hayalcilik...
İnanın Vardar kadar zayıf bir takım şu ana kadar Kadıköy’e gelmemiştir... Sadece koşmayı biliyorlar. Sürekli top kaybediyorlar, geride iyi yerleşemiyorlar... Ama kalecisi olmayan, defansı beceremeyen, orta alanı yürüyen, forveti ortalıkta gözükmeyen bir takımsanız, işte böyle bir amatör takıma
Teknik Direktör Aykut Kocaman, çok çalışma, çok tekrar, doğru çalışma, doğru tekrar ve oturmuş oyun düzeni ile sorunların üstesinden gelebileceklerini söylüyor...
Ama sorun şu ki Fenerbahçe’nin ne planlanmış bir hücum planı var, ne de savunma anlayışı... Şu ana kadar çizilmiş bir hücum planını uygulamaya çalışan Fenerbahçe’den çok, yaptığı atakların sonunu getirmeyi beceremeyen, nerede pozisyon alması gerektiğini bilmeyen bir Fenerbahçe izledik... Belki yeni transferlerle birlikte kalite yükseldiğinde üretim biraz daha artabilir ancak bu da ortaya koyulan büyük hedefler için yetmeyebilir...
Vardar gibi kalesini korumakta zorlanan, hücuma çıkamayan bir takımdan amatörce bir gol yemek, üzerine oyunun tüm kontrolü elinizdeyken, önde yapılan baskıyla sayısız top kazanılmışken, maç doksan dakika tek kale oynanmışken sonuca gidememek üzerinde fazlasıyla düşünülmesi gereken sıkıntılar...
Bir maçta en az 20 kez çizgiye inen bir takım eğer net bir gol pozisyonu çıkaramıyorsa eyvah ki ne eyvah...
Şurası da kesin bu haliyle Ozan Tufan yedek kulübesinde bile yer bulamaz... Lens’in yerine tercih edilen Dirar böyle devam ederse sezonun en büyük hayal kırıklığı olmaya adaydır... Alper papatya falını
Kabul edelim Sturm Graz, Fenerbahçe’nin ne açıklarını, ne de gaflarını bize tam olarak sunacak bir takım değil... Ama şunu da belirtelim, Fenerbahçe de eski Fenerbahçe değil... Sınırlı da olsa gözle görülür pozitif değişiklikler ortada...
Bir kere oyun yapısını geçen sezona oranla çok daha yukarı taşımış durumdalar... Ama kalite eksikliği şimdilik bu takım oyunu oynama çabasını, isteği, arzuyu, coşkuyu pozisyona ve gole çevirmiyor... Kadıköy’de o özlenen seyirci baskısını da arkalarına almalarına rağmen topla ceza alanına girmekte yine zorlandılar. İlk ciddi tehlikeyi ancak 24. dakikada Valbuena’nın Ozan’ın kafasına nişanladığı serbest atış sonrası yakaladılar... Golü de Valbuena’nın kalitesi, zekası ve kıvraklığı sayesinde buldular...
Söz Valbuena’dan açılmışken... Fenerbahçe taraftarı sırf Fransız yıldızı izlemek için Kadıköy’e gidebilir... Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın Valbuena’yı neden ısrarla istediğini dün gece bir kez daha anladık... Oyunun içinde sürekli aktif olan, aldığı her topu olumlu kullananan, adam eksiltmeyi rahatlıkla başaran, Fenerbahçe’nin pas trafiğini kusursuz ayarlayan, duran topları adrese teslim yollayan Fransız yönetmen, özellikle ilk 45 dakika
Şunu baştan söyleyelim; Fenerbahçe dalında sallanıp olgunlaşmayı bekleyen meyve gibi... Olursa tadından yenmez, aksi halde çürüyüp gider...
Yönetimin çaresizlik sezonunda sarıldığı Aykut Kocaman’ın kimliğini kaybetme noktasına gelen takım için ilk günden itibaren koyduğu teşhis de, tedavi yöntemleri de doğruydu...
Neydi sıkıntılar; Özgüven eksikliği... Yardımlaşma yetersizliği... Risk almaktan kaçınmak... Hoca kabul etmese de kalitesizlik... Ve en önemlisi takımdaşlık duygusunun dibe vurmasıydı...
Sturm Graz karşısında ilk dakikalarda bu problemler yine sahada kendini gösterdi. Zaten hazırlık maçlarında da sorunların çözülemediği ortadaydı... Ama düzlüğe çıkacak temellerin atıldığı, yeni bir sistemin benimsenmeye çalışıldığı, bazı prensiplerin hayata geçirildiği de gözlerden kaçmamaktaydı.
Eski gücünden çok uzaktaki Avusturya temsilcisi önünde erken yenen gol ister istemez takım üzerinde ciddi bir korku yaratsa da Valbuena ve Alper önderliğinde topu karşı alanda tutmaya başlayan Fenerbahçe ilk yarım saatin ardından ağırlığını hissettirmeye başladı... Rakip alandaki hızlı pas trafiği ev sahibinin dengesini bozunca önce Maresic’in kendi kalesine attığı beraberlik golü geldi, ardından
Fenerbahçeli futbolcular havaya bakıp ıslık çalan, bahar dallarını koklayan, hiçbir şeyi umursamayan ruh haliyle sahaya çıkmışlardı...
İstek sıfır... Coşku sıfır... Hırs desen sıfırın da altındaydı... Kupa gitmiş, lig gitmiş, geriye teselli ikramiyesi bile denilemeyecek 3.’lük kalmışken, bu hedefe bile ulaşmaktan uzak bir takım vardı Ankara’da... İlk yarı boyunca ev sahibini tehdit edebilecek ufacık bir oyun kırıntısına rastlayamadık. Ligde formalite maçlarına çıkan, hedefi kalmayan Gençlerbirliği de topa hakim gibi görünse de pozisyon üretmekte pek de becerili sayılmazdı... Sürekli Advocaat’ın istemeye istmeye oynattığı çok belli olan İsmail’in kanadını kullanmaya çalıştılar, buradan çokça da ekmek çıkardılar... Ama final paslarındaki yetersizlikleri bu bereketli bölgenin kaymağını yemelerini engelledi...
Fenerbahçe ise o müthiş oyun planı olan (!) geride bekleyip, hızlı hücumlarla sonuca gitme klasiğinde yine başarısızdı. Lens son haftalardaki tutuk futbolunu tekrarlarken, Alper ve Sow da yaratıcılıktan uzak kalınca tatsız, tuzsuz, insanı futboldan soğutan bir maça tanıklık ettik. 45+1’de Selçuk Şahin’in nefis frikik golü gözlerin pasını biraz olsun silse de, Fenerbahçe takımının
“Artık 4. yıldızı takalım” parolasıyla lige başlasa da yine sıkıntılı bir maceranın sonuna yaklaşan, takım içinde teknik ve taktik sorunları çözmek için yorucu çabalar harcayan ancak bir türlü bunu başaramayan Fenerbahçe için sanki sezonun özeti gibi bir maçtı...
Geçmiş haftaların aksine mecburiyetten ofansif bir kadro sahadaydı...
Advocaat’a yapılan eleştiri de bu değil miydi; “Bu takım savunma ağırlıklı oyuncularla oynamaz!”
Antalyaspor’a karşı Moussa Sow, Alper, Salih, Lens, Emenike birlikte oynadı da ne oldu! Koca Fenerbahçe’nin maç boyunca “bu da kaçar mı” denilecek tek pozisyonu yoktu...
Neden mi? Çünkü bu takım kimliğini kaybetti... Bu takımın DNA’sı değişti...
Son üç sezondur hatalı hoca tercihleri, kötü kadro mühendisliği, yetersiz kulüp yönetimi Fenerbahçe’yi bir Anadolu takımına çevirdi...
Fenerbahçe artık kimseyi şaşırtmıyor, üzmüyor, bunaltmıyor... Oyun kuramayan, topu öne taşıyamayan, gol atma yetileri tamamen kaybolan sıradan bir takım izliyoruz uzun zamandır...
Şimdi söylemler, hedefler yeni sezon üzerine... Peki Aykut Kocaman ile yeniden doğacakları söylenen Salih Uçan ile Emenike mi bu takımın geleceği olacak? Salih için bırakın ilk 11’i, Samandıra’da idmana çıkmak bile
Advocaat herkesi ters köşe yapan bir tercih ile başladı maça... Ozan Tufan’a güvenmeyip, Hasan Ali’yi sağ beke kaydırdı, İsmail’i de solda Quaresma’nın karşısında bıraktı... Bir bakıma Beşiktaş’ın ekmeğine yağ sürdü...
İlk 10 dakika biraz önde basarak rakibine oyun kurma şansı tanımayan Fenerbahçe daha sonra topu bıraktı, arkaya yaslanarak büyük maçlardaki klasiğine geçti... Bu şablon zaten Fenerbahçe’nin sezon başından bu yana büyük maç tercihiydi... Daha doğrusu hocanın tek stratejisi...
Ancak takımın hücum üçlüsü Sow, Robin van Persie ve Lens savunmaya hiç yardımcı olmadılar... Özellikle Lens o kadar çok top kaybı yaptı ki, Fenerbahçe’nin tüm ritmini ve direncini dibe çekti...
Beşiktaş sahaya rahatça yayıldı, istediği gibi topu dolaştırdı, İsmail ile Quaresma ilk yarıda en az 6-7 defa baş başa kaldı... Ve bu eşleşmede kazanan sürekli Portekizli oldu... Devre biterken de maçın kilidini açan gol Quaresma’nın İsmail’in arkasına sarktığı pozisyonla doğdu, Aboubakar altı pasta sadece topa dokundu...
Hasan Ali de Babel karşısında aynı sıkıntıları yaşayınca “kontralarla bu maçı da alırım” planının bu kez tutmayacağını anlayan Advocaat ikinci yarıda oyunu yeniden kurdu... İsmail yerini