Igor Tudor sonrası formayı kaptıran Galatasaray’ın baş aktörleri Başakşehir maçının ardından kazan kaldırıp “Ya Tudor, ya da biz” restini çekmişti...
TT Arena’da dün sahaya çıkan ilk 11 yönetimin bu resti gördüğünün belgesiydi...
Çünkü bu kadro ne hocanın savunduğu futbol anlayışını, ne ilkelerini, ne de sistemini temsil ediyordu... Emir büyük yerdendi... Fenerbahçe önünde alınacak muhtemel bir yenilgi hem Başkan Dursun Özbek’in koltuğunu sallayacağından, hem de Galatasaray’daki taşları yerinden oynatacağından belli ki Florya’ya bir takım direktifler gelmişti...
Ve karşımıza birkaç ay önce kovulan Riekerink’in kadrosu çıktı... Ancak öyle bir maç izledik ki, Galatasaray hangi kadro ile sahaya çıkarsa çıksın, Fenerbahçe’nin ne oynamaya, ne de kazanmaya niyeti vardı sanki... Sarı-lacivertli ekip sadece savunma yapmaya gelmişti... Ne yalan söyleyelim bunu da iyi becerdi...
İki bek Şener ile Hasan Ali orta alanı ya bir ya da iki defa geçti... Alper, Mehmet Topal ve Souza, Aatıf’ın da desteğini alarak orta göbeği çok iyi kapattı... Şener’in hatalı geri pası olmasa rakiplerine ilk 45 dakika tek bir pozisyon şansı tanımayacaklardı...
Kısacası önde ayrı bir takım, arkada ayrı. İşin acı tarafı,
Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman, Lyon maçındaki olaylarla ilgili geniş kapsamlı bir basın toplantısı düzenledi... O gece karşılaşmanın yaklaşık bir saat geç başlamasına neden olan çirkinliğin, rezilliğin meydana geldiği tribüne en yakın isim olarak şunu söyleyebilirim; sayın başkanın anlattıklarının eksiği yok, fazlası var...
Öncelikle bu hadisenin Türk taraftarlarla yakından - uzaktan bir ilgisi bulunmamakta...
Her maçta iki takım taraftarı arasında yaşanan hafif elektriklenmenin dışında karşılaşmanın başlamasına yarım saat kala her şey normaldi aslında...
Bizim de ayıpladığımız bir iki ses bombası ve karşılıklı atışmaları bir kenara bırakırsak, stadın çoğu yerinde Fransızlar ve Türkler bir arada oturmaktan hiç de rahatsız görünmüyordu... Başkanın dediği gibi bu ortamı yaratan da Türkler’e kendi tribünlerinden bilet satan Lyon yönetimiydi...
Tam da bu esnada tribünlere yüzü kar maskeli 60-70 kişilik bir grup sopalarla daldı... Hiçbir zorlukla karşılaşmayan, ellerini kollarını sallaya sallaya sloganlarla içeri giren bu azınlık üzerinde Beşiktaş forması ya da elinde Türk bayrağı olan herkese vurmaya başladı... Ne olduğunu anlamayan taraftarlar doğal olarak eşini ve
Siz bakmayın Fenerbahçe’nin ite-kaka kazanmalarına... Bu takımın rot-balansı bozuk... Şanzıman dağınık, dişliler çalışmıyor, motor sürekli tekliyor... O yüzden güven vermiyor, o yüzden ilgi çekmiyor, o yüzden seyirci kaybediyor... İzlenmiyor...
Dün gece kör dövüşünden farkı olmayan, yavan, tatsız, tuzsuz bir ilk 45 dakika izledik... Sanki lig ikinciliği, Şampiyonlar Ligi vitrini önemsizmiş gibi oynuyordu Fenerbahçe... Temposuz, gevşek, iştahsız... Akhisar hem kendi doğruları, hem de akılcı bir taktik plan ile rakibini sindirmeyi başarmıştı...
Tek kilit açıcı Lens’i, Ömer Bayram ve Kadir Keleş ikilisi ile etkisiz hale getirip, devre sonuna kadar maçı istedikleri kıvamda götürdüler... Pozisyon vermeden, oyun alanını dar ederek, boşlukları akıllıca doldurarak Fenerbahçe’yi de maçı izleyenleri de resmen uyuttular... 44’te Miguel Lopes’in kendi kalesine attığı gol kelimenin tam anlamıyla büyük piyangoydu...
İkinci yarının başında Volkan Demirel’in yarattığı penaltı, Akhisar’ı maça yeniden ortak etti... Burada bir parantez açalım; sürekli adaletten bahseden Teknik Direktör Advocaat, Volkan’ın yokluğunda kaleyi başarıyla koruyan ve performansını sürekli yukarı çıkaran Fabiano’yu kulübeye
Başarısızlığın, hayal kırıklığının dayanılmaz ağırlığı çökmüş Fenerbahçe’nin üzerine bir kere... Ne sportif, ne de ruhsal bir varlık gösterebiliyor futbolcular...
Büyük takım oyuncusu hüviyetini o kadar kaybetmişler ki, rakipleri en kötü gününde olsa bile bunu avantaja çevirebilecek güçleri, kaliteleri, en önemlisi heyecanları yok...
Ligin en zorlu deplasmanlarından biri olan Karabük’te alınan galibiyet bile ne yazık ki bu sevimsiz tabloyu örtmeye yetmedi... İkincilik ümitleri yeşerse bile bu futbol, bu oyun görüşü yine umut vermedi... Mücadele olarak takım elinden geleni yapmaya çalışsa da yeteneksizlik, düşük tempo, tek bir taktik planı ile işleri götürme çabası Fenerbahçe’yi maalesef sıradanlaştırıyor...
Teknik Direktör Advocaat’a bakıyorsunuz; emeklilik kararını açıkladıktan sonra köşesine çekilmek için resmen gün sayıyor... Kariyerinin finaline bir kupa sıkıştırırsa ne ala... Gerisi onun için hava-civa... Dün işlemeyen Fenerbahçe’yi tam 70 dakika kulübeden izledi, kenardan bir - iki ıslık çalma dışında oyuna hiç müdahale etmedi... Sonra da herkesin beklediği, hiç şaşırmadığı klasik değişikliği geldi... Sol kanatta oynayan Aatıf’ı çıkardı, yerine kurtarıcı olarak Volkan Şen’i
Fenerbahçe adına sinirleri bozan, yürekleri yoran, öfke ve isyana yol açan bir ilk 15 dakika yaşandı Alanya’da...
Ev sahibinin Akdeniz’deki hortumları anımsatan bir korkutuculuğu vardı... Rakibini yutarcasına oynuyorlardı... Çalımlar, araya adam kaçırmalar, uzun paslar... Önde baskı, yüksek tempo derken kaşla göz arasında Fernandes ve Vagner Love’ın golleriyle skor tabelasına 2-0’lık şok skor asılmıştı bile...
Savunma adam paylaşımında amatörlüğün kitabını yazarken, orta saha oyuncuları şaşkın, dağınık ve gamsız futbollarıyla hezimete çanak tutar bir hal ve tavır içindeydiler... Emre Akbaba’nın topu direkten dönmeyip 3. Alanya golü olarak ağları bulsa Fenerbahçe’yi tarihinin en karanlık, en çalkantılı, en kaotik günlerine taşıyacak ortamın temelleri atılmıştı bile...
Bu acı tabloyu ancak bir isyankar değiştirebilirdi... Öyle de oldu... İkinci gol sonrası başta kaptan Mehmet Topal olmak üzere tüm takıma çıkışan, bağırıp çağıran, Lens tek başına Fenerbahçe’yi ayağa kaldırdı...
Uzun süredir unutulanları hatırlattı;
Gücünün son damlasına kadar mücadele, adanmışlık duygusu, sorumluluk...
Evet Fenerbahçe formasını kiralık giyen, bir iki ay sonra belki dönmemek üzere gidecek
Osmanlıspor maçı da sistem, taktik ve tercihler konusunda herkesin beklediği gibiydi... Koca Fenerbahçe ne komiktir yine Kjaer ve Skrtel ile oyun kurma gayreti içindeydi...
Orta saha ise her zamanki gibi top almaktan özenle kaçınıyordu... Mehmet Topal, Souza ve Ozan’ın hücum zenginliğine en ufacık katkısı yoktu... En basit şeyleri yapamayan, kazanmak için kendi yeteneklerinden çok rakibin hep bir hata yapmasına odaklanan bir takıma dönüştü Fenerbahçe... Dün galibiyet iki tarafa da gitti, geldi... Osmanlıspor önemli fırsatları harcayınca faturayı uzatmalarda Topal’ın eliyle düzeltip attığı golle ödedi...
Fenerbahçe kalite olarak eski günlerini belki mumla arıyor ama bugünün sorunu kesinlikle Advocaat... Takımın özgüvenini her geçen gün biraz daha törpülüyor... Osmanlıspor’u gram analiz etmeden ezbere kadrosuyla çıkmıştı sahaya... Değişiklikler bile aynıydı...
Hollandalı tezgahında patlıcan olan ve her gün karnıyarık yapan bir aşçıyı andırıyor... Ya insan arada bir imam bayıldı, şakşuka, patlıcan oturtma filan yapar... Bu malzemeden değişik şeyler de çıkar...
Mesela biz Fenerbahçe’yi çift santforla oynarken hiç göremeyecek miyiz? Liderin 15 puan gerisindeyken Fernandao’yu çıkarıp Van
Bırakalım skor tabelasında ne yazarsa yazsın... Avrupa defterini kapatan, lig yarışına şubatta mendil sallayan Fenerbahçe tutunacağı tek dal olan Ziraat Türkiye Kupası’nda yarı finalin kapısını ardına kadar açsa da ortaya konan futbolun geçmiş haftalardan pek bir farkı yoktu...
Tatsız, yavan ve umutsuzdu...
Sergen Yalçın’ın nedeni bilinmez ama sahaya eksik sürdüğü Kayserispor karşısında Fenerbahçe belki çok ciddi sıkıntılar yaşamadı ama ilk 40 dakika oyuncular belli ki korkuya teslim olmuşlardı... İki bek ne bir orta yaptı, ne hücuma genişlik kazandırdı... 10 numara pozisyonundaki Ozan Tufan hücumu zenginleştireceği yerde her pozisyonu başlamadan bitiren bir hovardaydı... İnsan merak ediyor... 21 yaşında milli formayı giyen bir oyuncu her gün biraz daha gelişmesi gerekirken, neden bir adım öteye gidemez...
Formsuz Sow’un yerine bu kez kanatta görev yapan Alper istekli ve çalışkan olmasına rağmen, çözüm üretmekte her zamanki gibi kusurluydu... Yine Lens almıştı üzerine sorumluluğu... Nitekim Hollandalı turun kilidini açan anahtar oldu... Devre biterken yardımcı hakemin verdiği serbest vuruşu o kadar hızlı kullandı ki Fernandao golü attığında Kayserisporlu oyuncular daha pozisyon
Beklenmedik bir maç yoktu Gaziantep’te... Ligin son sırasındaki ev sahibi son iki haftada kazandığı dört puanın özgüveni, Fenerbahçe ise yaşadığı ağır travmaların altından nasıl kalkacağının düşüncesi ile sahaya ayak basmıştı...
Sakat olan Kjaer ve kaleci Volkan ile iki gamsız forvet Emenike ve Van Persie’yi evde bırakan Advocaat, Şener ve Hasan Ali’yi de kesince savunması bambaşka bir Fenerbahçe karşımıza çıktı... Buna Hollandalı hocanın iki ön libero alışkanlığını da bırakıp Souza’yı yanına oturtması eklenince, bu malzemeden nasıl bir tat çıkacağı ister istemez herkesin merakını cezbetti...
Ama lezzet her zamanki gibiydi...
Fenerbahçe’nin isteği yine yeterliydi... Souza’nın yerine görev alan Ozan’ın Alper ile biraz daha önce çıkmasıyla orta saha olarak rakibe üstünlük sağladılar ama etkili atak geliştirmek için rakibin kurduğu üçlü - dörtlü duvarları geçemediler... Volkan Şen sağ kanatta ne kadar verimsiz ise solda Lens rakip savunmayı zorlayan tek isimdi... Ona biraz da Alper eşlik etme gayreti içindeydi...
Topu Fenerbahçe’ye bırakan ve rakibini kendi silahı ile vurmayı planlayan Gaziantepspor bu hedefine çabuk ulaştı... Savunma arkasına atılan bir topta kademe hatasını iyi