Neresinden bakarsanız bakın, hangi tarafından tutarsanız tutun, kahrolmamak elde değil...
Yüreğine, takım ruhuna, yardımlaşmasına, kazanma arzusuna övgüler dizdiğimiz Fenerbahçe’nin Real Madrid’e bu finali kaybetmesi için ancak bu kadar kötü oynaması, hiçbir planının tutmaması, tüm alışkanlıklarını bir kenara bırakması gerekirdi. Ne yazık ki öyle oldu...
Biliyoruz ki Fenerbahçe enerjisini savunmadan alan ve rakip kim olursa olsun oyun içinde bu şekilde ivme kazanan bir takım... Bunun aksi olduğunda yani sahaya sertlik koyamadığında “ritim bozukluğu” yaşıyor.
Real Madrid ise tempolu oyunla rakip potaya daha çabuk gidip, daha çok top kullanarak hedefe ulaşmayı hedefleyen bir yapı üzerine kurulu. Bu anlamda iki liderleri var; Luka Doncic ve Sergio Llull..
Stark Arena’daki finaline kararlı başlayan, rakibinin hızlı oynamasına izin vermeyen Fenerbahçe’nin tüm düzeni, Vesely’nin çok erken iki faul almasıyla maalesef erkenden kayboldu, hücumda ilk beş dakika sadece altı sayı bulabilen Real Madrid’e bir anda gün doğdu. İspanyollar kaşla göz arasında farkı sekiz sayıya çakarsa da, Melli’nin tek kişilik direnişi sarı-lacivertli ekibi ayakta tuttu. Savunmaya bir türlü oturtamasak da devreyi
Euroleague yarı finalinde Fenerbahçe için “banko favori” olmanın baskısını, Zalgiris’te ise Jasikevicius’un açığa çıkardığı sinerji ve “plase” olmanın rahatlığını hissetmek mümkündü.
Üst üste dördüncü final-four’una çıkan ve artık basketbolun elitleri arasına giren son şampiyondan Belgrad’ta çoğunluk şampiyonluk bekliyordu... Ama Fenerbahçe’nin işinin o kadar da kolay olmadığı ortadaydı...
Çünkü iki takımın da en belirgin ortak özelliği savaşçı karakteriydi. Her ikisi de, maçın seyri ne olursa olsun kazanmaya gidecek yolu arama ve bulma konusunda geri adım atmayan, “inatçı” bir yapıya sahipti...
Ülker Arena’dan bir farkı olmayan Stark Arena’da sarı-lacivertli ekip ilk beş dakika rakibine adeta potayı göstermedi. Sadece bir sayı bulabilen Zalgiris’e adeta duvar ören Fenerbahçe, 10 top çalmayla rakibinin hücum gücünü ciddi arızaya uğratıyordu.
15. dakikada farkı 12 sayıya kadar çıkaran temsilcimiz savunma sertliğini biraz düşürünce ve hücumda tıkanınca devre 39-33 sona erdi.
3. çeyreğin başlamasıyla birlikte adeta vites artıran Fenerbahçe, Sloukas’ın önderliğinde kusursuz bir beş dakika oynadı ve 50-37 ile maçtaki en büyük farkı yakaladı. Oyunu bırakmaya niyeti olmayan Zalgiris 11-0’lık
Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Belgrad bu hafta sonu sezonun en büyüğünün belirleneceği final-four için milyonlara kapılarını açmış durumda... Güneydoğu Avrupa’nın en büyük kentlerinden biri özelliğini taşıyan Belgrad, “Beyaz şehir” olarak anılıyor ve Tuna ile Sava nehirlerinin birleştiği yerde yer alıyor...
Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı hem biraz daha yakından tanımak, hem de şehirdeki Euroleague heyecanını tartmak için soluğu ilk önce İstiklal Caddesi’ni andıran Knez Mihajlova’da alıyoruz... Bu işlek caddede her türlü mağazayı bulmanız mümkün... En dikkat çeken ise sokak sanatçıları..
Öğle yemeği için girdiğimiz restaurantta sipariş almaya gelen garsona daha “merhaba” dememizle birlikte derin bir basketbol sohbeti başlıyor... Avrupa basketbolunun lokomotifi olan, birçok ünlü yıldızı dünyaya kazandıran, daha da önemlisi Obradovic ve İvkovic gibi iki efsane koçu yetiştirmiş Sırbistan’da hemen hemen herkesin spora ilgisi yoğun. Bu yüzden sıkı bir Partizan taraftarı olan garsonumuz konuya hızlı giriyor ve “Kupayı Zalgris’in almasını isterim” diyerek bizi şaşkınlığa uğratıyor..
Kızılyıldız ile Partizan arasındaki derin rekabetten dolayı garsonumuzun
Fenerbahçe adına bu saatten sonra tutulabilecek en iyi dilek, “Şampiyonlar Ligi vizesi almak” olabilir... Çünkü futbolun hiç de beklenmeyen sürprizlerini, akıl almaz rastlantılarını ya da mucizeleri bir yana koyarsanız... Süper Lig’in şampiyonu Galatasaray’dır artık!
Sarı-lacivertli ekip de hafta içi kupada yaşadığı büyük şokun ardından elindeki son fırsatı harcamamak adına Karabük’e gelmişti... Önce galibiyet, ardından “acaba son hafta bir mucize yaşanır mı” umuduyla farklı skor peşindeki Fenerbahçe, bu amacı doğrultusunda çift forvete dönmüştü... “Uyan da balığa gidelim” misali yani... Keşke Aykut hoca bu yürekliliğini anlamsız kayıplar verdiği maçlarda da gösterebilse, özellikle bir çuval puan dağıttığı iç sahada biraz daha cesur olabilse ve bu kulübün büyüklüğünü bu kadar geç hatırlamasaydı...
Bu takımın genlerinde sinmek, savunma oynamak hiçbir zaman olmadı. Hep futbolumuzun hücum kültürünü temsil ettiler. Ama sezon başından bu yana takımın o kültürle uzak - yakın ilgisi yoktu... Bütün faturayı Kocaman’a kesmemek lazım, bu kültür Ersun Yanal sezonu hariç Zico döneminden bu yana ortalıkta hiç görünmedi...
Karabükspor bu kadar derin yaralar içindeki Fenerbahçe’nin tam da dişine
Ligin sonu yaklaşıp ilk dört arasındaki yarış iyice kızıştıkça her maça bir sıfat takılıp “dönüm maçı”, “kırılma noktası” falan deniyor ya... Kasımpaşa-Fenerbahçe karşılaşması, “sıfatı” bugün bulunacak maçlardan biriydi...
Öyle ki son dört haftayı galibiyetle kapatıp ön tarafın hata yapmasını bekleyen Fenerbahçe’nin kazanması Galatasaray-Beşiktaş ve Osmanlı-Başakşehir maçları düşünüldüğünde zirveye biraz daha yaklaşma şansını doğuracaktı... Belki de sarı-lacivertli ekibi bir anda şampiyonluğun en ciddi ortaklarından biri yapacaktı.
İşte bu anlayışla sahaya çıkan Fenerbahçe bizim bildiğimiz Fenerbahçe değildi... Futbolun hem savunma hem hücum tarafını iyi oynayabilen Kasımpaşa önünde ilk 30 dakika savruk, çok fazla pas hatası yapan, hücumda organize olmakta zorlanan bir takım izliyorduk. Rakibe rahat pozisyon yaratma imkanı vermeleri, kanatları yeteri kadar kontrol edememeleri de cabasıydı. Ev sahibi hemen hemen her atağını rahatlıkla olgunlaştırıyor, kenar ortaları ile sürekli tehlike yaratıyordu...
Dirar’ın yokluğunda forma giyen Alper Potuk’un verimsiz, Aatıf’ın ise hareketsiz, durağan oyunu da Kocaman’ın sistemini ciddi arızaya uğratan etkenlerdi. Kasımpaşa da önde baskı yaparak
Hafta içi Beşiktaş derbisinde yaşanan olayların Fenerbahçe’de nasıl bir iz bıraktığını herkes merakla bekliyordu... Aykut Kocaman da bu konuda endişeliydi. Öyle ki maç öncesi yayıncı kuruluşa röportaj verirken soyunma odasında olayları konuşmaktan 23 Nisan’ı kutlamayı unutma noktasına geldiğini açıkca itiraf ediyordu...
Yani dört gündür Samandıra’daki motivasyon konuşmaları yeterli görülmemiş, son bir uyarıya daha ihtiyaç duyulmuştu... Korku hocanın yüzüne yansımıştı ve resmen “bir gol olsun bizim olsun” kanaatkarlığındaydı... Haklı da sayılırdı. Karşılarında son iki deplasmandan galibiyet çıkaran, kendine güvenli, kümede kalma adına puana aç bir Antalyaspor vardı... Tam da Fenerbahçe hızını almış öndeki rakiplerini tehdit etmeye başlamışken...
Ancak ilk düdükten itibaren konsantrasyonu yüksek, tempoyu istediği gibi ayarlayan, topa hükmeden bir Fenerbahçe izliyorduk. Bu kararlı, iştahlı, akıcı oyunun karşılığında da Aatif ve Soldado’nun golleri geldi. Maçın daha ilk yarıdan kopmasını ise önce Neustadter’in net golüne ofsayt bayrağı kaldıran yardımcı hakem, ardından da bu sezonki “bireysel hatalar” kervanına bir halka daha ekleyen Skrtel engelledi. Slovak savunmacının oyun kurarken
Diken üstünde oynayan, yapacağı tek hatada lige havlu atacak olan Fenerbahçe ip üstünde yürüyen cambaz gibi... Yüksek konsantrasyonu sayesinde gösterisine devam ediyor... Perdeyi kapatmıyor...
Evet son haftalarda rakiplerin ismi değişiyor ancak Fenerbahçe için skor tabelasındaki slogan hiç değişmiyor;
“Hayati bir galibiyet daha aldı...”
Dün geceye gelecek olursak; Osmanlıspor karşılaşması sonrası ikinci yarıdaki etkili oyuna rağmen, “Bu maç yeniden başlasaydı, yine aynı kadroyla başlamak benim ilk tercihim olurdu. Bu iş 15-20 yıldır güzel ve iyi oyun değil maalesef” diyen, hatta Sivas’ta futbol anlayışı nedeniyle protesto edilen Aykut Kocaman’ın Valbuena’yı kulübede oturtması tabii ki kimseye şaşırtmadı... Hoca yine bildiğini okudu, düşüncesinden sapmadı...
Ama bu kez pas, dripling, yardımlaşma, gol pozisyonu açısından daha zengin bir takım vardı sahada... İlk 15 dakika Sivasspor’a önde ciddi bir baskı kuruldu, Şener’in kanadından birçok sonuca gidebilecek atak doğdu... 20. dakikadan sonra oyunu biraz dengeleyen ev sahibinin Bifouma ile talebayı değiştirecek iki ciddi pozisyonu harcaması Fenerbahçe adına ciddi bir şanstı...
Bu iki tehlikeyi bir şekilde savuşturan
Fenerbahçe adına final gibi bir maçtı... Kayserispor karşısına liderin tam dokuz puan gerisinde çıkılmıştı... En küçük hata bu sezon için kepenk kapatmaktı... Kayserispor ise UEFA hedefinden sapmama hesapları yapmaktaydı...
Böyle bir ortamda oyun fırtına gibi başladı. Ev sahibi ciddi eksiklerine rağmen baskın ve meydan okuyan bir tavırdaydı. Fenerbahçe de dik duruyor, rakibini dizginlemeye çalışıyordu... Bu tablo çok fazla sürmedi. 8. dakikada Mehmet Topal’ın adrese teslim uzun topunu mükemmel bir kontrolle önüne indiren Soldado, Süper Lig’deki ilk sınavına çıkan genç Vedat’ın yanından yaptığı net vuruşla klasını bir kez daha gösteriyordu. Tabii bu golde Kayserispor’un hocası Sumudica’nın şapkadan çıkan (!) üçlü savunma hattının acemiliği, pozisyon yetersizliği önemli etkendi...
Bu gol maçın şeklini de tamamen değiştirdi. Oyun tam da Fenerbahçe’nin istediği ortama geldi. Beraberlik için yüklenen ev sahibinin ataklarını Mehmet Topal ve Souza ile iyi karşılayan Fenerbahçe, Aatıf ve Giuliano’nun dikine oyundaki ısrarı ve Şener’in etkili kanat bindirmeleriyle ciddi tehdit oluşturmaya devam etti. Nitekim 12. dakikada Aatıf’ın uzak menzilli füzesi maçın fişini çekmeye yetti...
Sezonun