Aybars Kuday - aybarskuday@yahoo.com
Eğer ülkenin kalbur üstü futbolcularının demeçlerinde bu veya benzeri mesajları sık sık duyuyor isek biz Türkiye’de adına “Süper Lig” dediğimiz organizasyonumuz ile ilgili doğru şeyler yapmayı başaramamışız demektir. Türkiye’de en üst düzey takımlarda oynayan futbolcuların “Benim hedeflerim var, ileride mutlaka Avrupa’ya gitmek istiyorum” şeklindeki demeçlerinden aslında bir çok çıkarım yapabiliriz. Bunlardan en barizi, futbolcularımızın Türkiye Süper Ligi’nde mutlu olmadıkları gerçeğidir.
Örnek vereyim; 4 büyükler dediğimiz ligimizin kalbur üstü takımlarında oynayan oyuncularımızın bir kaç başarılı maç performansı sonrası yurt dışında büyük küçük ayırt etmeden herhangi bir kulüpten gelen teklifi üstüne atlama suretiyle kabul ettiğini ve bizlerin “dev” olarak adlandırdığı takımları arkasına bile bakmadan bırakıp gittiğini sık sık görüyoruz.
Üstüne üstlük bu orta sınıf
Mete Veyisoğlu - mete.vey@yandex.com
Milliyet.com.tr üzerinden erişebileceğiniz ‘Normalin Aldatıcı Rahatlığı’ başlıklı yazımda, finansal varlıkların tabi olduğu risklerin günlük yaşantımızda görmeye alışık olduğumuz risklerden çok daha farklı ve tehlikeli olduğuna değinmiştim. Bu riskler sadece ekonomi ve finans profesyonellerini değil, birikimlerini korumak isteyen herkesi yakından ilgilendiriyor. Örneğin Nisan ayında Borsa İstanbul’da ve bazı kripto varlıklarda yaşanan fiyat dalgalanmaları, birçok bireysel yatırımcıyı zarara uğrattı. Bugün finansal varlıklardaki riske farklı bir açıdan yaklaşacağız. Bir oyunla başlayalım.
Bul turayı al parayı - I
Bize şöyle bir oyun önerildiğini hayal edelim: Oyuna katılım ücreti 100 Lira. Hilesiz bir para ile yazı-tura atılıyor. Para hilesiz olduğu için yazı veya tura gelme ihtimalleri eşittir ve yüzde 50’dir. Bu oyunda, tura gelirse 150 Lira alıyoruz, yani 50 Lira kâr ediyoruz. Yazı gelirse 40 Lira kaybediyoruz ve sadece 60 Lira geri alıyoruz. Oyunu istediğimiz kadar oynama hakkımız var. Bu oyunu oynamayı kabul eder miydiniz, ve
TEKNOLOJİ OKUR-YAZARLIĞI VE ÖĞRETMEN YETİŞTİRME SORUNU -2
Prof. Dr. Hıfzı DOĞAN / (İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Teknoloji eğitiminde öğrenciler sınıf ve laboratuvar ortamında, yaş ve gelişim durumlarına uygun proje ve problemlere çözüm üretirken teknolojiye özgü süreç ve stratejileri kullanırlar. Örneğin okul öncesi ve ilkokul seviyesinde sistem kavramı, bisiklet ve parçalarının işlevleri incelenerek kavramlaştırılırken, lise düzeyinde bu kavram, ulaştırma sistemi, alt sistemler ve bunların toplum ile çevreye etkilerini içerecek şekilde daha kapsamlı olarak ele alınır.
Öğrencilerin sınıf ve laboratuvar ortamında yaptıkları etkinlikler, inşaat alanında bir sitenin planlanmasını; fabrikasyon üretim sisteminde bir ürünün tasarlanmasını, denenmesini, üretilmesini, paketlenmesini ve pazarlanmasını içerebilir. Proje çalışmaları çeşitli alanlardaki birçok etkinliği kapsayacak şekilde sürdürülür. Örneğin, ulaştırma alanında araba, roket, uçak gibi araç modellerinin yapılmasını;
Prof. Dr. Hıfzı DOĞAN - (İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Teknoloji okur-yazarlığı ve öğretmen yetiştirme sorunu -1
"Günümüz insanı ya teknoloji üreticisi ya da tüketicisi olarak, önceki dönemlerle mukayese edilemeyecek yoğunlukta teknolojinin ürettiği ürün ve sistemlerin meydana getirdiği bir ortamda teknoloji ile iç içe yaşamaktadır...”
“Geleceğimiz bakımından insanı ve toplumu bu derece etkileyen teknolojik gelişmelere duyarsız kalamayız. Genç, yetişkin, kadın ve erkek tüm vatandaşlarımızın, özellikle gençlerimizin teknoloji okur-yazarlığı yeterliliklerini geliştirmek zorundayız...”
Kovid 19 salgını döneminde birey ve toplum olarak kazandığımız deneyimler, insanın günlük yaşamı ile teknoloji arasında ne kadar güçlü bir ilişkinin bulunduğunu açık ve net olarak gösterdi. İnsan sağlığını korumada teknolojinin önemi, gerek aşı gibi yeni ürünlerin geliştirmesinde gerekse hastanelerde bulunan teknolojik cihazların etkin olarak kullanılmasında çok daha belirgin hale geldi. Teknolojinin
Mustafa Kemal Ulusu - kulusu@hotmail.com
Her türk vatandaşı gibi ülkemizdeki bilhassa eğitim, kültür, tarım, hayvancılık, tabiat varlıklarının korunamaması vb. birçok konudaki eksikliklerimizi görerek üzülüyoruz, ayrıca her geçen yıl bunların düzeleceğine, biraz daha geriye gittiğini görmek de bizi ayrıca çok üzüyor.
Kurtuluş Savaşı’ndan çıkan Türkiye’miz bu günlerden çok daha kötü durumdaydı, ama Ulu Önder’imiz Atatürk, büyük askeri dehasının yanında, Cumhurbaşkanı olduktan sonra sivil hayatta da, ne denli büyük bir bilgiye, kültüre ve de vizyona sahip olduğunu gösteren çok büyük reformist hamleler yaptı, hem de bizzat bu işlerin başında olmak üzere. Ülkenin her bir köşesinde; tarım, hayvancılık, madencilik, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim, iç ve dış ticaret, gençlik ve spor, turizm, uluslarası ilişkiler, din ve benzeri bir çok konuda Türkiye çağ atlattı. Bu reformları ve kalkınma projesini başlatırken Atatürk acaba nelerden
Avukat Zafer İŞERİ - Hayatta her gün karşılıklı borçlar doğuran sözleşmeler kuruyoruz. Bunların her zaman yazılı da olması gerekmiyor. Çoğu zaman sözlü ve hatta konuşmaya dahi gerek olmadan iradi biçimde davranışlarımızla oluşanlar da var. Aracınızı servise bıraktığınızda alırken ödeme yapacağınızı biliyorsunuz örneğin. Bakkaldan bir ekmek talep ettiğim anda sözleşmesel ilişki başlıyor ve ücretini ödeme sorumluluğu altına giriyoruz. İşyerimizde hizmet sözleşmesi, kullandığımız ev ya da iş yerinde kira sözleşmesi ve hatta evde evlilik sözleşmesi.
Belgeli akitler
Sözleşmeler genellikle her iki tarafa borç yükleyen mahiyette olurlar. Kurulmasıyla birlikte taraflar birbirlerine karşı belirli davranışları yerine getirme sorumluluğu altına girerken, karşı taraf da buna mukabil gereğini yapmak taahhüdü altındadır. Bir mal ya da hizmet satın alırken, taşınmaz kiralarken bunun karşılığında ödenecek bedel, işe girdiğinizde yapılacak önceden belirlenmiş görevler karşılığında alınacak maaş, taraflarında müzakere edilip, konuşulmuş, belki yazılı belgeye bağlanmış
BÜLENT AKARCALI - Mehmet Soysal bey 21/12/2019 tarihli yazısında, ünlü Fransız filozof, siyaset adamı, Komünist Partisinin önde gelen bir ismi ve 1982 de ihtida ederek Müslüman olan Roger Garaudy’nin 1977 yılında yazdığı ‘Medeniyetler Diyaloğu’ adlı eserini kaynak göstererek verdiği rakamlara göre, ABD’nin, 100 den fazla kabilenin dilini, kültürünü yok ederken 70 milyon kızılderiliyi öldürdüğünü belirtiyordu. Bu sayıya ABD ekonomisini ayağa kaldıran 20 milyon kölenin bir hayvan kadar değeri olmadan kullanıldığını, en az 5 milyonunun kötü muameleden öldüğünü ekleyebiliriz. İspanya ve Portekiz’in Latin Amerika’yı sömürgeleştirdikleri süre içerisinde 7 büyük medeniyetin (İnka, Aztek, Maya Zapotek, Olmek, Toltek, Toetihuakan) din, dil, ırk ve kültürlerini, 30 milyondan fazla insanıyla birlikte yok ettiğini, Belçika Kongo’sunda 1885-1908 arası 10 milyona yakın insanın katledildiği, el ve ayaklarının kesildiği, Fransa’nın, bilinen Cezayir katliamları
Aybars Kuday - aybarskuday@yahoo.com
Bu sorunun cevabı hala belli değil... Ama bu rekabetin spor dünyasına getirdiği çok önemli bir kazanım var. Ben bu yazıda özellikle bu konudan bahsetmek istiyorum.
Hatırlarsınız Ronaldo ilk altın top ödülünü 2008 senesinde aldığında rakibi Messi çıkıp Ronaldo bu ödülü “tesadüfen” kazanmıştır gibi bir söz söylememişti. Aksine Ronaldo tarafından kazanılmış olan bu ödülle yukarı çekilmiş olan başarı çıtasını kendine hedef olarak belirlemiş ve bu hedefi geçmek üzere kendi sosyal hayatından, aile yaşantısından, uykusundan, konforundan daha çok özveride bulunmuştu, daha düzgün yaşamış, daha düzgün beslenmiş, daha cok fedakarlık yapıp daha çok çalışmıştı. Sonucunda da rakibi Ronaldo’dan daha başarılı bir sonuç elde ederek 2009 senesinde rakibini geçip bu ödülü kazanmıştı. Messi bu ödülü 2009-13 senelerinde 4 sene üst üste kazandığı zaman Ronaldo da çıkıp Messi bu ödülleri tesadüfen kazandı gibi bir