Şizofrenler kendi içsel mutsuzlukları ile o kadar meşguldürler ki çevrelerinde olup bitenlerle ilgilenmezler. Diğer insanlarla iletişimleri yok denecek kadar azdır. Davranışları başkaları tarafından anlaşılmadığından garip ve acayip bulunur. Şizofren teşhisi konan bu insanlar, kendilerini savunmak imkanından da yoksundurlar. Bu durum onları toplumun kendilerine layık gördüğü bir hayatı yaşamaya iter. Bu, dışlanma, tecrit ve yalnızlık demektir. Psikiyatriye göre şizofrenler hastadır ve tedavi edilmeleri gerekir. Aileleri ve toplum onların hasta olduklarına inandırılmıştır. Fakat bugüne kadar davranışların veya düşüncelerin tıbbi anlamda nasıl hasta olduğu sorusuna yeterli yanıt verilememiştir.
Şizofreni, 150 yıl kadar önce ruh hekimleri tarafından ortaya atılan tıbbi bir terimdir. Ancak, şizofreni teriminin kullanılması tıp alanı ile sınırlı kalmamış oradan topluma yayılarak insanların birbirlerine olan düşmanlıklarını ifade etmelerinin bir vasıtası olmuştur.
BİTMEYEN ÇİLE
Şizofreni teriminin ardında, haklarının çiğnendiği ve her türlü zulüm ve eziyetin reva görüldüğü insan bulunmaktadır. Yüzyıllar boyu insanlar, önce akıl hastası daha sonra da şizofren denilerek akıl
ÖRGÜTÜN TARİHİ
1996 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın katılımıyla Shang Hai kentinde imzalanan anlaşma neticesinde kurulmuştur. Örgüt başlangıçta kurucu beş ülke göz önünde bulundurularak Shang Hai Beşlisi olarak adlandırılmıştır. 2001 yılında Özbekistan’ın da üye olmasının ardından ismi Şanghay İşbirliği Örgütü olarak değiştirilmiştir.
Örgüt her yıl üye ülkelerden birinin başkentinde toplanmaktadır. Gözlemci üye statüsünde kabul edilen ülkeler Hindistan, İran, Pakistan, Moğolistan ve Afganistan’dır. ABD 2006 yılında gözlemci ülke statüsü için başvurmuş ancak reddedilmiştir.
ÇİN’İN YÜKSELİŞİ
ABD’nin başvurusunun reddedilmesi Şanghay İşbirliği Örgütünün Nato’ya karşı dengeleyici bir güç olarak kurulduğu savını güçlendiren bir gelişme olmuştur. Diyalog partneri statüsündeki ülkeler ise Sri Lanka, Belarus ve Türkiye’dir. Örgütün resmi dilleri Çince ve Rusça’dır; üye, gözlemci ve diyalog partneri ülkelerinin toplam nüfusları ise dünya nüfusunun neredeyse yarısıdır.
Örgütün şüphesiz en ilgi çeken ülkesi Çin’dir. Çin Halk Cumhuriyeti son 30 yıldır uygulamakta olduğu dışa açılma ve reform politikalarının neticesinde dünyanın 2.
Dil; düşüncenin, günlük sosyal ve mesleki hayatın anahtarıdır. Bu bakımdan, hemen her konudaki duygu ve düşüncelerimizin ifadesinde, eğitim öğretim programlarında bilgilerin aktarılmasında, çocuklarımızın, gençlerimizin bilim, kültür ve sanatta gerçekçi ve akılcı çizgide seçkin bireyler olarak yetiştirilmesinde, siyasilerin ve idarecilerin de geniş kitleleri ikna etme, yönetme ve yönlendirmesinde birinci derece anlaşma aracı olarak ayrıcalıklı işlevi ve üstün niteliği ile dilin taşıdığı önem, öncelik ve değer, her türlü takdirin üstündedir.
Diğer yandan, toplumsal bilincin uyandırılıp yerleştirilmesinde, ulus-devlet olarak varlığımızın sonsuza kadar sürdürülmesinde bağlayıcı, birleştirip bütünleştirici en aktif unsurun dil ve bu bağlamda üst kimliğimizin anlaşım aracının “Türkçemiz” olduğu gerçeğini de her zaman hatırda tutmamız gerekmektedir.
Anlaşılır bir dil
Karşılıklı saygıya, sevgiye dayalı şekilde toplumsal barışın, huzurun, ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanmasında, milletçe kalkınıp yükselmenin temelinde, özünde; her yerde ve her zaman dilin anlaşılır olarak doğru ve güzel bir şekilde kullanılması gerçeğinin yattığı, asla unutulmamalıdır.
Ünlü Çin filozofu
Yeni bir anayasa yapılması her ülkenin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de yeni bir anayasa ile bir yandan daha özgürlükçü ve demokratik bir devlet-toplum ilişkisi kurulması, öte yandan bir toplumsal uzlaşı sağlanması amaçlanıyor.
Bu amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli altyapı da kuruldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dört siyasal partinin eşit biçimde temsil edildikleri bir Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu.
Katılımcılık şansı
Öte yandan, Komisyon 6 ay boyunca sivil toplumun ve halkın yazılı ve sözlü görüşlerini aldı. Sivil toplum temsilcileri Komisyon’a gelerek görüşlerini belirttiler. Komisyon’un web sayfasına 20 bin’den fazla görüş bildirildi. Türkiye’nin her yanında bölgesel toplantılar düzenlenerek vatandaşların görüşleri alındı. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez katılımcı bir anayasa yapma olanağı doğdu.
Uzlaşma Komisyonu 8 ayda 88 madde görüştü, 30 madde üzerinde mutabakat sağladı. Üzerinde anlaşma olmayan maddeleri yeniden görüşüldüğünde bu sayının daha da artması beklenmektedir.
CHP’li Birgül Ayman Güler’in parlamentoda anadilde savunma hakkına ilişkin yaptığı konuşma, Kılıçdaroğlu’nun genel başkan oluşundan bugüne partide varolan ulusalcı-özgürlükçü sol ikilemini bir kez daha açığa çıkarttı.
Her ne kadar Güler, sözlerinin akademik bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini dillendirse de, mesele bilimsel gerçekliğin nesnelliğiyle açıklanamayacak ölçüde partide Ulusalcı olarak bilinen kesimin Kürt sorununa bakışındaki ilkel öznelliği yansıtmakta.
Partideki ayrışma
Güler’in yaklaşımına parti yönetim kadrolarında destek verenlerin varlığını veri aldığımızda, Baykal sonrası ideolojik kimliğini ağır aksak da olsa yenilemeye, özgürlükçü solun evrenselci okumalarını CHP’de hakim kılmaya çalışan yeni yönetimin, eski CHP’nin Türkiye sosyolojisine ait okumalarını terketmeyenler aracılığılıyla kıskaca alındığını görüyoruz. Öyle olmadığı iddia edilse de, Ulusalcı ve Özgürlükçü Sol şeklindeki ayrışmayı partide yoğunluğu ve politik maliyeti yüksek olan bir ikilem şeklinde düşünmek gerekir.
İdeolojik kimlik
Bu yazıda “anadil meselesi”, dil, kimlik ve politika arasındaki ilişki Kürt sorunu merkezinde kısaca değerlendirilecektir. Anadil öğretimi, anadilde eğitim, anadilde savunma ve anadilde yayın vb. konular Türkiye’de son zamanlarda sıkça tartışılıyor. Hükümet TRT 6, yer isimlerinin iadesi gibi daha önceki düzenlemelere bugünlerde “anadilde savunma hakkı”nı ekliyor. Dil hakları daha doğrusu ‘dil haksızlıkları’ Türkiye’deki temel politik meselelerden. İnsanlığın paylaştığı ve uluslararası hukukça teminat alınmış dil hakları birçok temel insan hakkı gibi bugüne değin güvenlikçi/devletçi yaklaşımlarla kriminalize edilmiş, bunları talep edenler ötekileştirilmiş, zapti ve adli süreçlere maruz kalmışlar.
Sorunu etkiliyor
Dil hakları, farklı dillere sahip tüm yurttaşların temel haklarından. Ancak, Kürt sorunu ile politikleşmiş, dokunulması, çözüm üretilmesi ivedilik kazanmış bir mesele. Gerçekten de, dil sorununa indirgemek doğru olmasa da Kürt sorunu, özünde “dil sorunu”dur denilebilir. Deyim yerindeyse, Kürt sorunu Kürtçe sorunudur. Dil üzerinden kurulmaya çalışılan hegemonyanın, dışlamanın tarihidir. Kürtçenin hatta Türkçenin yolculuğundan bağımsız ele alınamaz. ‘Dil’e gelen,
Yasama organında “anadilde savunma” hakkıyla ilgili kanun tasarısının görüşülmesi sırasında Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup bir milletvekilinin sarf ettiği “Türk ulusu Kürt milliyetiyle eşit olamaz” sözü genel kamu oyunda olduğu gibi CHP’nin kendi içinde de tepkiler yol açtı. Ama tuhaf bir şekilde, tepkiler “ırkçılık” eleştirisiyle ve bu sözün Kürt sorunu bağlamında yarattığı rahatsızlıkla sınırlı kaldı.
Birisi milliyetçilikle bağlantılı “uygunsuz” bir söz ettiğinde hep aynısı oluyor: Konu onunla doğrudan doğruya ilgili olmasa da, herkes ırkçılığı taşlamakla yetiniyor. Irkçılığın bu şekilde günah keçisi yapılması sayesinde milliyetçilik de kurtarılmış oluyor. Böylece, yedisinden yetmişine bütün Türklerin zihnine, ırkçılık şeklini almayan milliyetçiliğin iyi olduğu fikri bir kere daha nakşedilmiş oluyor.
Siyasi rekabet
Bu strateji siyasi rekabette de bayağı işe yarıyor: Size, kendi milliyetçiliğinizi hiç gündeme getirmeden, o “uygunsuz” söz yüzünden muhalifinizi eleştirme, kınama imkânı veriyor. CHP milletvekilinin o sözü zorunlu olarak ırkçı olmayan, ama onun (ve partisinin) milliyetçiliğini dışa vuran bir söz. Ama siz de özünde milliyetçi olduğunuzdan, kendinizi
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın açıkladığı son rakamlara göre Çin her yıl yüzde 3.7 oranında kömür üretimini arttıracak. Diğer taraftan Postdam İklim Araştırmaları Enstitüsü’nden bilim adamları Çin’e çok kızgın. Geçen on yıl boyunca buzulların erime hızının iki hatta üç katına çıkmasında, Çin’de kömürle çalışan fabrika bacalarından çıkan dumanları sorumlu tutuyorlar
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013’ün Küresel Riskleri Raporu’na göre, dünya ekonomik kırılganlık ve ülkelerin çevresel risklerle mücadele gücünün azalması nedeniyle daha tehlikeli bir duruma geldi. 2013 risk raporu, 1000 uzman ve sanayi sektörü liderinden 50 küresel riski değerlendirmeleri istenerek hazırlandı. Bu raporun en can alıcı noktalarından biri ise, “Aşırı hava koşullarının sıklığının her geçen gün hızla artmasının temelinde atmosfere sızan sera gazlarındaki önlenemez artışın yatıyor olması ve getirmiş olduğu acı yükler...
Ne tesadüf ki bu raporun yayımlandığı günde Milliyet Gazetesi, bir Biyolog gözüyle yazmış olduğum “Dünyayı Nasıl Bu Hale Getirdik ” yazı dizisini baş sayfadan okuyucularına duyurmuştu. Yazının “Sunuş” kısmında da ifade etmiş olduğum; “Bir arada yaşatmak zorunda olduğumuz iki