CHP’li Birgül Ayman Güler’in parlamentoda anadilde savunma hakkına ilişkin yaptığı konuşma, Kılıçdaroğlu’nun genel başkan oluşundan bugüne partide varolan ulusalcı-özgürlükçü sol ikilemini bir kez daha açığa çıkarttı.
Her ne kadar Güler, sözlerinin akademik bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini dillendirse de, mesele bilimsel gerçekliğin nesnelliğiyle açıklanamayacak ölçüde partide Ulusalcı olarak bilinen kesimin Kürt sorununa bakışındaki ilkel öznelliği yansıtmakta.
Partideki ayrışma
Güler’in yaklaşımına parti yönetim kadrolarında destek verenlerin varlığını veri aldığımızda, Baykal sonrası ideolojik kimliğini ağır aksak da olsa yenilemeye, özgürlükçü solun evrenselci okumalarını CHP’de hakim kılmaya çalışan yeni yönetimin, eski CHP’nin Türkiye sosyolojisine ait okumalarını terketmeyenler aracılığılıyla kıskaca alındığını görüyoruz. Öyle olmadığı iddia edilse de, Ulusalcı ve Özgürlükçü Sol şeklindeki ayrışmayı partide yoğunluğu ve politik maliyeti yüksek olan bir ikilem şeklinde düşünmek gerekir.
İdeolojik kimlik
Siyasi partilerin ideolojik kimlikleri, tavandaki yöneticilerden tabandaki teşkilat mensuplarına kadar uzanan iç yapısal unsurlarının doğası gereği, tektipliğin ve teksesliliğin demokratik parti siyasetinde yeri olmaz. Fakat, konu partinin içinde varolduğu toplumun ekonomi-politiği, kültürel kodlarına yaklaşımını anlama ve yorumlama, buna uygun siyasalar geliştirmeye geldiğinde, heterojenliğin yerini homojenliğe bırakması, ideolojik tutarlılık açısından önemlidir. İdeolojik kimliğin netliği üzerinde hayat bulan tutarlılık ise partilerin toplum nezdindeki meşruiyeti bakımından vazgeçilmezdir.
CHP’de bugün Güler ve ideolojik yakın çevresinin varlığıyla tescillenen Ulusalcı çizgi parti içinde birkaç yılda oluşmuş olan bir politik topluluk şeklinde görülemez.
CHP’nin 90’larda yeniden açılmasıyla birlikte, aynı dönemde güçlenmeye başlayan Kürt siyasi hareketi ile milliyetçi-muhafazakar sağ partiler karşısında, tarihinden güç alarak, merkez soldaki rakibi DSP ile siyasi rekabette geri kalmama refleksiyle, kültürel alanda sosyal demokrasi, Atatürk milliyetçiliğinden de yararlanılarak estetize edilmiş ulusalcı bir politik ideoloji olarak CHP’de yer bulmuştur.
Her şeyin içiçe girdiği, birbirine karıştığı post-modern zamanların Türkiye’sinde CHP, DSP’nin yaptığı gibi, sağ partilerle başedebilmek için sağın toplumu, ekonomiyi, siyaseti okuma araçlarını, argümanlarını tarihsel özüyle uyumlu olması koşuluyla ödünç almak suretiyle politik rekabete girmiştir.
Bunu yaparken de devleti, onun sivil ve askeri kurum, kural ve vesayetçi yöntemlerini yanıbaşında tutmuş, fakat, ulusalcı, otoriter-vesayetçi siyaset tahayyülünün sosyal demokrat iddialı CHP’ye seçim kazandırma gibi bir katkısı olmadığı gibi, SHP ile birleşme sonrası partide ideolojik manada kırıntıları kalan sosyal demokrasinin içi boşalarak, ideolojik bir yanılsama açığa çıkmıştır.
Sosyolojik taban
Süreç içinde partinin sosyolojik tabanı Ak Parti karşıtı laik modernler, MHP’den, merkez sağdan umudu kesen sınırlı milliyetçi, liberaller ve askeri vesayet yanlısı, toplumu otorite ile tanzim etme taraftarı tavizsiz Cumhuriyetçiler ile kısmen genişlemiştir.
Söz konusu tabanın zoraki birlikteliğinin CHP’ye seçim kazandıracağına inanan CHP elitleri, özgürlükçü sol ya da sosyal demokrasi yerine, ister aktüel, ister akademik bağlamda bakalım solla yanyana gelemeyecek ideoloji adacıklarının CHP’nin ideolojik bagajını yamalı bir bohçaya dönüşmesine göz yumdular. O devirde de makbul olan “herkesi kapan parti” modeliydi.
İŞLERİ KOLAY DEĞİL
Kılıçdaroğlu ve bir grup yeni parti yöneticisinin “Yeni CHP” şeklinde partiyi özgürlükçü sol yönünde kavramsallaştırma çabaları, CHP’nin evrensel sosyal demokrat öze kavuşması anlamında hayati öneme sahip olmakla birlikte, CHP elitlerinin işinin pek kolay olmadığı da açık. Çünkü, yaklaşık olarak çeyrek asırlık bir süreçte Ulusalcı ideolojiyle revize edilen CHP kimliğinin toplumsal algıda artık varlığı inkar edilemeyecek bir karşılığı da mevcut.
Sayısal anlamda üstün olan kimdir şeklindeki bir soruyu sormanın bu saatten sonra anlamının olmadığını düşünüyoruz.
Ortada politik bir gerçeklik var: CHP kitleselleşmek ve seçim kazanmak istiyor, fakat ne tabanını umduğu ölçüde büyütebiliyor ne de ülke genelinde seçimde birinci parti olmaya aday görünüyor. Teşkilatlardan yükselen seçim kazanma talebiyle, seçmen tabanından gelen Ak Parti’nin iktidar olmadığı bir Türkiye baskısı, CHP liderliğinin “Yeni CHP” iddiasının içini doldurma konusunda hareket alanını bugüne kadar kısıtlamıştır.
Partiyi özgürlükçü sol bir öze ideolojik ve programatik temelde oturtmak yerine, bugüne kadar Türkiye’nin sorunlarına “rapor hazırlama odaklı” yaklaşan CHP’nin bu girişimi önemli olmakla birlikte, olguları ideolojik bir hesaplaşmayla özgürlükçü soldan tanımlamak ve çözüm geliştirmek, ancak ideojik netleşmeyle mümkün. Bunun yolu da herhalde ancak partiyi programatik olarak yeniden tanımlama ile açılabilir. Sözün özü; en azından yerel seçimlerin ardından CHP’nin Program Kurultayı’na gitmeme lüksünün bulunmadığıdır.
Prof. Dr. Tanju TOSUN
Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. 1965 Bursa doğumlu. Bursa Anadolu Lisesi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi mezunu. Doktorasını siyaset bilimi alanında tamamlayan Tosun’un Türkiye parti siyaseti, karşılaştırmalı siyaset, e-demokrasi alanında çeşitli ulusal ve uluslararası yayınları bulunmaktadır. Son dönemde akademik çalışmalarını CHP, Türkiye’de seçmenlerin oy verme davranışı, İzmir seçmen eğilimleri üzerinde yoğunlaştıran Tosun halen ortak bir çalışma olan “Parlamentarizmden Başkanlık Sistemine” isimli kitap üzerinde çalışmaktadır. Tosun’un “Yeni CHP ve Politikanın Seyri” isimli kitabı geçen ay Orion Yayıncılıktan çıkmıştır.