Şizofrenler kendi içsel mutsuzlukları ile o kadar meşguldürler ki çevrelerinde olup bitenlerle ilgilenmezler. Diğer insanlarla iletişimleri yok denecek kadar azdır. Davranışları başkaları tarafından anlaşılmadığından garip ve acayip bulunur. Şizofren teşhisi konan bu insanlar, kendilerini savunmak imkanından da yoksundurlar. Bu durum onları toplumun kendilerine layık gördüğü bir hayatı yaşamaya iter. Bu, dışlanma, tecrit ve yalnızlık demektir. Psikiyatriye göre şizofrenler hastadır ve tedavi edilmeleri gerekir. Aileleri ve toplum onların hasta olduklarına inandırılmıştır. Fakat bugüne kadar davranışların veya düşüncelerin tıbbi anlamda nasıl hasta olduğu sorusuna yeterli yanıt verilememiştir.
Şizofreni, 150 yıl kadar önce ruh hekimleri tarafından ortaya atılan tıbbi bir terimdir. Ancak, şizofreni teriminin kullanılması tıp alanı ile sınırlı kalmamış oradan topluma yayılarak insanların birbirlerine olan düşmanlıklarını ifade etmelerinin bir vasıtası olmuştur.
BİTMEYEN ÇİLE
Şizofreni teriminin ardında, haklarının çiğnendiği ve her türlü zulüm ve eziyetin reva görüldüğü insan bulunmaktadır. Yüzyıllar boyu insanlar, önce akıl hastası daha sonra da şizofren denilerek akıl hastanelerine kapatılmış, şiddetin her türlüsüne maruz bırakılmış, toplumdan dışlanmış ve insan gibi yaşama hakkından mahrum edilmişlerdir. Psikiyatride ise şizofrenlere iyileşecekleri söylenerek beyinlerine elektrik akımı verilmiş, insülin şoku uygulanmış, beyin ameliyatlarından geçirilmiş ve zararları yıllarca kullanıldıktan sonra anlaşılan ve insanı robota çeviren ilaçları almaya zorlanmışlardır.
Tedavi yöntemlerinin başarısızlığı sonucu ruh hastalıkları hastanelerinde ve toplumlarda depo ve kronik hasta adı altında insan yığınları oluşmuştur. Tedavi girişimleri günümüzde de devam etmekte fakat kaybedenler daima şizofrenler, kazananlar ise ilaç firmaları ve psikiyatristler olmaktadır.
Bugün gelinen noktada, şizofreni hakkındaki bilgilerimiz net olmaktan uzaktır. Şizofreninin hastalık olduğu iddia edilmesine ve hastalığa ancak bedensel belirtilere göre teşhis konmasına rağmen, psikiyatride insanlara şizofren teşhisi konulması için ne laboratuvar incelemelerine, ne tıbbi muayeneye ne de röntgen ve ultrason gibi tıbbi yöntemlere başvurulmaktadır.
Psikiyatride, davranışlara ve düşüncelere bakılarak tıbbi teşhis konmaktadır. Ancak, davranışların ve düşüncelerin farklı veya garip olması o kimsenin hasta olduğuna işaret etmez. Buna rağmen, psikiyatri şizofreniyi tıbbi bir hastalık olarak kabul etmekten vazgeçmemekte ve ısrarla tıbbi tedaviler uygulamaktadır. Şizofreninin tıbbi bir gerçek olmadığı hep inkar edilmektedir.
Oysa, teşhis koymak insana dair yargıda bulunmaktır ve büyük sorumluluğu gerektirir. Bu basit kurala, tıbbın sadece psikiyatri alanında uyulmamaktadır. Tıbbın diğer dallarında iyileşmenin ve kurtuluşun anahtarı olan teşhis psikiyatride insanları damgalama, aşağılama ve küçültülme işlevi görmektedir. Şizofreni de o teşhislerden biridir.
Keşanlı Ali’nin “Bi Damga Yersin Bi Ömür Boyu Taşırsın” sözleri gerçeğin tam bir ifadesidir. Psikiyatri, insanları tıbbi terimler kullanarak damgalamaktadır. Psikiyatri, bu gücü tıptan almaktadır. Ancak psikiyatrinin tıp dalı ve şizofren olarak teşhis konulan insanların tıbbi anlamda hasta olup olmadıkları tartışmaya açıktır. Bu konular bilimsel olarak açıklığa kavuşturulmadığı sürece insanların şizofren veya akıl hastası ya da ruh hastası denilerek aşağılanmalarının ve ziyan edilmelerinin sonu gelmeyecektir.
TEHLİKELİ DEĞİLLER
Delilik ve suç daima şizofrenlere yakıştırılmış ve bu insanların, akıl hastanelerine kapatılarak ve toplum dışına sürülerek özgür ve onurlu yaşama hakları ellerinden alınmıştır. Şizofrenlerin tehlikeli olduklarına inanılmaktadır. Bu inanç, insan hakkında bilginin gelişmediği eski dönemlerden kalma haksız ve temelsiz bir yakıştırmadır. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün (EGM) şiddet ve cinayet eğilimli hastaların durumunu periyodik olarak takip ederek önleyici tedbirler almaya hazırlanması da bu inancın bir sonucudur.
Tehlikelilik, davranışın gelecekte alacağı biçim hakkında önceden yapılan bir tahmindir. Bu tahmine dayanarak yaratılan korku imajı nedeniyle insanlar potansiyel suçlu yapılmaktadır.
GÜNAH KEÇİSİ
Şizofrenlerin tehlikeli olduğu inancı genelde ruh hastalarına yöneltilen bir ön yargının şizofrenlere yansıtılmasıdır. Ruh hastalarını tehlikeli gören anlayış, psikiyatri ve medya tarafından pekiştirilmektedir. Hiçbir bilimsel kanıtı olmadığı halde Türkiye’de 15 milyon psikiyatri hastasından 7 milyon 500 bininin suç potansiyeli taşıdığını iddia edenler psikiyatri camiasından çıkmaktadır (Hürriyet 9.10.2006). Medyada ise suç işlemiş ruh hastaları ile ilgili haberler sansasyonel bir şekilde verilmektedir. Oysa örneğin, kalp, şeker veya kanser hastaları da suç işlemekte fakat onların işledikleri suçlar, hastalıkları ön plana çıkartılarak haber konusu yapılmamaktadır. Bunun nedeni genelde ruh hastalarının ve özelde şizofrenlerin günah keçisi olarak görülmesidir.
Tehlikeliliğin hiçbir bilimsel ölçütü yoktur. Tehlikeliliğin yasalarda tanımı da yoktur. Tehlikelilik sadece bir sözcüktür. Bu nedenle tehlikelilik öznel değerlendirmelere açık bir kavramdır. Tehlikelilik konusunda yapılan onlarca çalışmadan kesin sonuç alınamamıştır. Bireylerin gelecekte tehlikeli olmalarını önceden tahmin etmenin güvenilir bir yolu bulunmamaktadır.
Şizofrenlerin toplumun öteki üyelerinden daha tehlikeli oldukları ve başkalarına zarar verdikleri iddialarının bilimsel kanıtları kesin değildir. İstatistikler, şiddet suçu işleyen ruh hastalarının oranının toplumun öteki üyelerinin işledikleri şiddet suçlarından fazla olmadığını göstermektedir. Şizofrenler çok nadir ölümle sonuçlanan eylemlerde bulunurlar. Şizofrenlerin hayata kasteden eylemlerinin muhatabı genellikle anne ve babaları ile bizzat kendileridir.
Şizofrenlerin polis kontrolüne değil anlayışa, hoşgörüye ve sevgiye ihtiyacı vardır. Onlar da insandır.
Prof. Dr. Sedat Topçu
Bartın’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü bitirdi. 1970-1976 yılları arasında Londra Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü’nde üniversite sonrası öğrenim gördü ve doktorasını (PHD) Sosyal Klinik Psikoloji alanında aldı. İngiltere’de Henderson Hospital’de “Therapeutic Community” ve Institute of Social Psychiatry’de “Grup Psikoterapisi” uygulamalarına katıldı. Londra’da Netherne Hospital Psikoloji Bölümü’nde Araştırmacı olarak çalıştı. Yurda döndükten sonra İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde Psikolog olarak ve Muğla İşletmecilik Yüksek Okulu’nda Öğretim Görevlisi olarak bir süre görev yaptı. Buradan naklen atandığı Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’de Klinik Psikoloji doçenti ve profesörü oldu.