Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yeni bir anayasa yapılması her ülkenin tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de yeni bir anayasa ile bir yandan daha özgürlükçü ve demokratik bir devlet-toplum ilişkisi kurulması, öte yandan bir toplumsal uzlaşı sağlanması amaçlanıyor.
Bu amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli altyapı da kuruldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dört siyasal partinin eşit biçimde temsil edildikleri bir Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu.

Katılımcılık şansı
Öte yandan, Komisyon 6 ay boyunca sivil toplumun ve halkın yazılı ve sözlü görüşlerini aldı. Sivil toplum temsilcileri Komisyon’a gelerek görüşlerini belirttiler. Komisyon’un web sayfasına 20 bin’den fazla görüş bildirildi. Türkiye’nin her yanında bölgesel toplantılar düzenlenerek vatandaşların görüşleri alındı. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez katılımcı bir anayasa yapma olanağı doğdu.
Uzlaşma Komisyonu 8 ayda 88 madde görüştü, 30 madde üzerinde mutabakat sağladı. Üzerinde anlaşma olmayan maddeleri yeniden görüşüldüğünde bu sayının daha da artması beklenmektedir.

Aşılamaz engel
Böyle bir süreç devam ederken o ülkenin başbakanının ne yapması gerekir? Sürece sahip çıkması, “bu komisyonunun çalışmasını nasıl kolaylaştırırım, yeni bir anayasa yapılmasının önünü nasıl açarım” diye düşünmesi gerekmez mi? Oysa iktidar partisi ne yapıyor? Başkanlık sistemini önererek bir uzlaşı sağlanması önünde aşılması olanaksız bir engel yaratıyor. Diğer 3 partinin önerileri, bazı farklılıklar içerse de, parlamenter sistem temelinde. Dolayısıyla bambaşka bir sistem olan başkanlık sistemi temelinde getirilen önerilerde uzlaşma sağlanması olanaksız. Sivil toplum, üniversiteler tarafından hazırlanan anayasa tasarıları da parlamenter sisteme dayalı.
AKP üzerinde uzlaşma sağlanması olanaksız bir sistem önerdikten sonra başbakan “Mart sonuna kadar bu iş bitmezse Ak Parti’nin kendi çalışmasını Meclis gündemine getiririz. Referandum gücünü yakaladığımız anda da millete gideriz” diyor. Başka bir deyişle, AKP bir yandan yeni anayasa üzerinde uzlaşı sağlanmasının önünü tıkıyor, öte yandan Başbakan 2 ay içinde uzlaşı sağlanamazsa Uzlaşma Komisyonu’nu bırakır kendi önerimizi Meclis’e ve referanduma getiririz diyor. Bu çelişkinin üstünü örtmek için AKP temsilcileri zaman zaman “diğer her konuda uzlaşılırsa başkanlık önerimizi geri çekeriz” diyorlar. Böyle bir uzlaşı olamayacağına güveniyorlar. O zaman “neden şimdi geri çekip bir uzlaşının önünü açmıyorsunuz” diye sormak gerekmez mi?

Başkanlık önerisi
Başbakan’ın son konuşmasıyla AKP’nin niyetleri açığa çıkmış gözüküyor. Başkanlık önerisi, arkasından Başbakan’ın sözleri herhalde amacı uzlaşıya dayalı, demokratik, özgürlükçü anayasa yapmak olan bir iktidarın davranışı değil. Bu olsa olsa görüşme masasından kalkıp kendi anayasasını ve başkanlık sistemini dayatma ile kabul ettirmek isteyen bir iktidarın davranışı. AKP’nin stratejisi uzlaşıyla yeni bir anayasa yapılmasına değil, uzlaşı sağlanamamasına dayanıyor.
Ancak AKP’nin amacının gerçekleşmesinin önünde küçük bir engel var. AKP’nin 226 milletvekili AKP anayasasının TBMM’de kabul edilmesi ve referanduma götürülmesi için gerekli 330 sayısından 4 eksik. Bu güçlük başka partilerden yapılacak transferlerle aşılabilir. Bu etik bir yol değil. Ya da Sayın Başbakan başka bir siyasal partinin desteğine güveniyor. Bu siyasal partinin BDP olmayacağını umut ediyorum. BDP’nin kendi önerilerinin kabulüne karşılık Türkiye’nin başkanlık sisteminin getireceği karanlık bir diktatörlüğe gömülmesine izin vermeyeceğine inanıyorum. Diktatörlükle yönetilen bir Türkiye’de Kürt sorununun çözümünün ve Kürtlerin özgürlük içinde yaşamalarının olanaksız olduğu açık.
Siyasal partiler halkın görüşlerini alarak anayasa yapım sürecini başlatırken halka karşı bir taahhüt üstlendiler. Demokratik, özgürlükçü bir anayasa yapmak, bu amaçla gereken siyasal uzlaşıyı sağlamak. Bu taahhüdün yerine getirilmesi için gereken süreyi Uzlaşma Komisyonu’nun kendisi kararlaştırır.
Durum böyleyken, AKP’nin “Mart sonuna dek bitiremediniz. O zaman ben kendi anayasamı yaparım” demesi halka karşı üstlendiği taahhüdünden vazgeçmesi anlamını taşımakta.
O zaman, bölgesel toplantılara katılan binlerce vatandaş, Uzlaşma Komisyonu’na gelerek görüş belirten sivil toplum temsilcileri, Meclis’in sitesine girerek görüşlerini yazan onbinlerce örgütlü, örgütsüz insan, katkı yapmak için anayasa taslakları üzerinde aylarca çalışan uzmanlar ayaklanarak “ey siyasal iktidar, madem ki amacın kendi anayasanı yaparak başkanlık sistemini getirmekti, bizi neden bunca zaman oyaladın? Neden bizi aldattın?” diye sormazlar mı?

Halk aldatılıyor
Şunu açık olarak görmek gerekir: Ortada bir halkın aldatılması olayı bulunmakta. Bu sürece katkı veren her bireyin, her örgütün bu konuda hesap sorma hakkı doğmuştur.
Siyasal iktidarın halkın katıldığı, emek verdiği ve dört siyasal partinin uzlaşmaya çalıştığı demokratik bir süreci terk ederek tek başına kendi anayasasını dayatmaya kalkması demokratik meşruiyet açısından da sorunlu. Siyasal iktidar, siyasal oyunlarla meclisten kendi anayasasının kabulünü sağlasa bile, böyle bir süreç demokratik meşruiyetten yoksun kalacak. AKP’nin topluma dayattığı bir anayasa olacak.
İçinde bulunduğumuz noktada, sivil toplumun sürece sahip çıkarak siyasal partilerin görüşme masasını terk etmemeleri yolunda baskı yapmaları, sürecin devamını ve başarıyla sonuçlanmasını sağlamak bakımından büyük bir önem taşımakta.

Haberin Devamı

RIZA TÜRMEN
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Rıza Türmen Kanada’da yüksek lisans eğitimi aldı. Türkiye’ye dönünce Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde doktorasını tamamladı ve Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli görevlerde bulundu. 1985’te Singapur’a atanarak Türkiye’nin en genç büyükelçilerinden biri oldu. 1995-1996 yıllarında da Bern Büyükelçisi ve 1996-1998 yılları arasında Avrupa Konseyi daimi temsilcisi olarak görev aldı. 1998’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi ve 2008’e kadar bu görevde kaldı. 12 Haziran 2011 Seçimleri’nde CHP İzmir milletvekili seçildi.