Enfeksiyöz mononükleoz (mono), halk arasında öpücük hastalığı olarak da bilinir. Bu soruna yol açan virüs, tükürük yoluyla bulaştığından, öpüşürken ya da öksürük ve hapşırığa maruz kaldığınızda kapabilirsiniz. Hastalığı sahip biriyle çatal ve bıçak gibi gereçleri paylaşmak, aynı bardaktan su içmek de risklidir. Ama mononükleoz, nezle gibi diğer enfeksiyonlar kadar bulaşıcı değildir.
Mononükleoz hastalığının bütün belirtileri genelde ergenlik çağındakiler veya genç erişkinlerde görülür. Küçük çocuklarda şikayetlere az rastlanır ve genelde enfeksiyonun farkına varılmaz. Virüsün kuluçka dönemi, 4-8 hafta arasında değişir. Ateş ve boğaz ağrısı gibi belirtiler birkaç hafta içinde azalsa da yorgunluk, lenf bezlerinde şişkinlik ve dalakta büyüme bir süre daha devam eder. Bu şikayetler, düzelmiyorsa veya tekrarlıyorsa doktorunuza başvurun. Çok ciddi bir hastalık olduğu söylenemez.
Hastalığa Epstein-Barr virüsü yol açar. Erişkinlerin çoğu, çocukluklarında Epstein-Barr virüsünü almış ve buna karşı antikor üretmiştir. Bu kişiler, hastalığa karşı bağışıklık kazandıkları için bir daha yakalanmazlar.
Epstein-Barr virüsü, AIDS hastalığı veya organ nakli sonrasında bağışıklığı çökerten ilaçlar
HIV (İngilizce: Human Immunodeficiency Virus/İnsan Bağışıklık Yetmezlik Virüsü), AIDS’e yol açan virüstür. Bağışıklık sistemine yavaş yavaş nüfuz ederek vücudun enfeksiyonlara karşı direncini yok eder ve bireyi çeşitli rahatsızlıklara karşı korunmasız hale getirerek sonunda ölümüne sebebiyet verir. AIDS, HIV enfeksiyonunun son aşamasıdır ve bu süreçte ölümcül enfeksiyonlar ve kansere sıklıkla rastlanır.
Kanında HIV taşıyan kişiye ‘HIV pozitif’ veya ‘HIV enfeksiyonlu’ denir. Kavram bütünlüğü sağlamak açısından yaygın olarak HIV/AIDS birleşik terimi kullanılır. Bu kişiler aynı zamanda kanında antikor bulunan anlamında sero (anti-HIV, veya bilinen ismiyle ELISA testi) pozitif kişilerdir. Ancak ilk bulaşma döneminde seronegatif kişiler, enfeksiyon taşıyan kişiler olabilirler.
HIV virüsü kana bulaştıktan sonra uzun yıllar belirti vermeyebilir ve kişi kendini iyi hissedebilir. Bazı vakalarda, HIV pozitif bir kimsenin 8-10 yıl AIDS’e yakalanmadığı görülmüştür. Bulaşma gerçekleştikten en az üç ay sonra yapılan ELISA testleri en doğru sonucu verir.
AIDS ne demektir?
Her HIV taşıyıcısı, aynı zamanda AIDS hastalığı geçiren kişi demek değildir. AIDS, taşıyıcı bir kimsenin HIV nedeniyle ciddi
Hepatit C, aynı adla anılan virüse bağlı gelişen bir hastalıktır. Uzun vadede karaciğer sirozu ve hasara yol açar. Virüs, 1989 yılında keşfedilmiştir. Bilinmediği dönemlerde, hepatit A ve B’ye benzerliği nedeniyle, ‘A ve B’ye bağlı olmayan’ olarak anılırdı. C tipi, hastalığın geç evrelerine kadar sessiz kalır ve başlangıç döneminde yakalamak çok zordur. Genelde belirti vermez ya da yorgunluk, halsizlik ve hazımsızlık gibi birçok rahatsızlıkta görülebilecek şikayetlerle karışır.
Hepatit C, insandan insana kan yoluyla bulaşır. Kan ve kan ürünü verilenler, uyuşturucu kullananlarda daha sık görülür. Ülkemizde uyuşturucu kullanımı yaygın olmadığından, kan bankaları bağış olarak aldıkları kanlarda Hepatit C araştırması yaptıklarından ve tek kullanımlık iğneyle tıbbi malzeme tercih edildiğinden bulaşma riski azalmıştır. Hastalığın cinsel temasla bulaşıp bulaşmadığı tartışmalı bir konudur. Çok eşliliğin Hepatit C riskini artırdığı kabul edilmektedir. Ev içinde, işte ve diğer sosyal temaslarla bulaşmaz. Türkiye’de hastalığın görülme sıklığı yüzde 0.3’tür. Yani bin kişiden üç kişide ortaya çıkar.
Bulaşana ne oluyor?
Hepatit C, nispeten yeni bir hastalıktır ve gidişatı hakkında bilgiler çok
Hepatit B, Hepatit B Virüsü’nün (HBV) yaptığı karaciğer iltihabıdır. Virüs bulaştıktan sonra hastaların bir kısmında sarılıkla karakterize akut hepatit gelişir. Çoğu hastaysa, ilk infeksiyonu sessiz veya sarılık olmaksızın, gribal infeksiyon gibi geçirir.
HBV, karaciğeri seven bir virüstür. Organa yerleşir, çoğalır ve zamanla harap ederek, siroza ve karaciğer yetmezliğine yol açar. Normalde akut infeksiyon sonrası altı ay içinde vücuttan atılır ve HBV antikorları ortaya çıkar. Bu, tam iyileşmeyi gösterir. HBV infeksiyonu altı aydan uzun sürerse, ‘kronik Hepatit B virüsü infeksiyonu’ adını alır. Erişkinlerde akut B Hepatiti yüzde 95 iyileşmeyle sonuçlanır. Kronikleşme riski, yüzde 5 veya daha azdır. Bu kronikleşme, ilk infeksiyonu sessiz geçirenlerde daha sıktır.
Virüs inaktif olabilir
Kronik infeksiyon, klinik seyri açısından ikiye ayrılır. Çoğu kişide virüs vücutta olmasına rağmen, çoğalma yeteneği çok sınırlıdır ve karaciğer hasarı yapamayacak düzeydedir. Bu kişilerdeki durum, ‘inaktif taşıyıcılık’ veya ‘inaktif kronik HBV infeksiyonu’ olarak adlandırılır. İnaktif taşıyıcılık, inatçı ve genelde ömür boyu süren, selim bir haldir.
Hastaların uzun süreli takibinde, çok azında ciddi
Sarılık, bilirubin isimli pigmentin kanda yükselmesi sonucu gelişen bir sorundur. Bilirubin miktarı belli seviyelerin üzerine çıktığında, önce göz daha sonra da cilt sarımtırak, bazen de yeşilimtırak bir renk alır.
Yaşlanmış alyuvarların parçalanmasıyla bilirubin ortaya çıkar. Buna, indirekt bilirubin denir ve dokulara geçebilen zehirli bir maddedir. Safra ve idrarla vücuttan atılamaz. Bu zararlı madde, karaciğere taşınarak, konjugasyon denilen bir işleme tabi tutulur. Bunun sonucunda direkt bilirubin oluşur, zehirli değildir. Safra ve idrarla vücuttan atılabilir. Kısacası karaciğer, zararlı bilirubini zararsız ve idrarla atılabilen forma çevirir.
Bazı sarılık çeşitlerinde direkt bilirubin artarken, bazılarında indirekt bilirubin yükselir. Kimi hastalıklarsa her iki bilirubin çeşidini birden arttırır.
İndirekt bilirubin neden yükselir?
- Yıkılan alyuvar miktarının çok fazla olması ve karaciğer kapasitesinin üzerine çıkması,
- Karaciğerin zararlı olan indirekt bilirubini alamaması,
- Karaciğerin indirekt bilirubini aldığı halde zararsız forma çevirememesi nedeniyle indirek bilirubin kanda yükselip, sarılığa yol açar.
Birçok kemik ve kastan oluşan ayaklarımız, tüm vücudun taşıyıcısıdır ama herhangi bir ağrı ya da acı yaşayana kadar gereken özeni göstermeyiz. Bir araştırmaya göre, sağlıklı ayaklara sahip erişkin oranı, sadece yüzde 45. Yani yüzde 55’imizin çeşitli sorunları var. Üstelik bu oranın büyük bölümünü kadınlar oluşturuyor. Gerek giydikleri ayakkabılar, gerekse de anatomik yapıları nedeniyle kadınlar ayak hastalıklarından daha fazla şikayetçi. En sık görülen sorunsa, tıbbi adıyla Halluks Valgus, halk dilindeki ismiyle başparmak çıkıntısı.
Ayağa uygun olmayan, başparmağı sıkan, dar ve sivri burunlu ayakkabıları uzun süre giyen kadınları başparmak çıkıntısı tehlikesi bekliyor. Bu sorun, diz ve bel problemlerine davetiye çıkarır. Hasta, yürürken ağrı hisseder ve daha da önemlisi ayakkabı giymekte zorlanır. Başparmağın iç kısımdaki kemik çıkıntı üzerinde kızarıklık ve hassasiyet oluşabilir. Başparmak ikinci parmağa doğru eğilir.
Halluks valgus gelişmesinde aşağıdaki nedenlerin rol oynadığı düşünülür:
- Zamanla gelişen düz tabanlık
- Ailevi yatkınlık
- Geçirilen travmalara bağlı basma bozuklukları
- Kötü ayakkabı seçimi
Paratiroid bezi; boyunda tiroidin hemen yanında, sağında ve solunda ikişer tane olmak üzere, dört adet bulunan ve parathormon adı verilen hormonu üreten bir bezdir. Bu bezlerin büyüklüğü, mercimek veya portakal çekirdeği kadardır. Normal fonksiyon gösteren bezlerin ağırlıklarıysa 30-40 gr.’dır.
Bezler standart yerleşimlerinde, tiroid bezinin arkasındadır, bu organın üst ve alt bölgelerinin arkasında, tiroid kapsülüne yakın olarak bulunur. Bununla birlikte anne karnında gelişim esnasında bezler göç ederken, bulunması gereken alanlardan çok farklı yerlere yolculuk yapabilirler. Sıklıkla normal anatomik yerlerinde bulunan bezler, bazen nadiren de olsa klasik yerlerinin dışında, boyunda karotis damarı kılıfında, yemek ve nefes borusu arasında veya göğüs kafesi girişinde ön mediastende de ortaya çıkabilir.
Paratiroid bezleri, parathormon (PTH) salgılar. Parathormon, kemik yoğunluğu üzerinde etkisi olup, vücutta kalsiyum dengesini düzenler. Aşırı parathormon salgılanması, hiperparatiroidizme yol açar. Kanda kalsiyum değeri yükselir, kemiklerde erime gelişir. Vakaların yüzde 85’inde, tek bir bezdeki selim karakterli adenomlar bu klinik tabloya neden olur. Paratiroid kanseri nadirdir,
Atipik zatürreye (pnömoni), tipik zatürreden daha farklı bakteriler yol açar. Belirtileri daha hafiftir ve tedaviye kolay cevap verir.
Zatürre, özellikle 1940-1950’li yıllarda tüberküloz mikrobuna, bir başka deyişle, vereme bağlı ve ölümle sonuçlanabilen çok ağır bir tabloydu. Bu nedenle büyüklerimiz hastalıktan çok korkar. Günümüzdeyse sıklıkla karşılaşılan, pnömokok adı verilen mikrop yüzünden gelişen klasik zatürreler arttı. Geçmişte antibiyotikler yeni ortaya çıktığı için sık ölümler görülüyordu.
Şimdilerde en sık sebebiyse, kapalı devre havalandırmaların hayatımıza girmesiyle (uçak ve toplu taşımacılık, AVM gibi) karşımıza çıkan ve çok hafif geçebileceği gibi ölüme dahi götürebilen atipik pnömonidir. Adından da anlaşılabileceği gibi, sıra dışı seyredebilir, bu nedenle de geç teşhis edilebilir.
Atipik pnömoni, üst ve alt solunum yollarını etkileyen bakteriyel bir enfeksiyondur. Atipik zatürre olarak adlandırılmasının nedeni, genelde diğer pnömoni tipleri kadar şiddetli olmaması veya tam aksine yoğun bakıma düşürecek kadar ağır seyretmesidir. Hastaneye kaldırılmayı gerektirecek belirtiler gösterebilir. Bazen hafif bir soğuk algınlığı gibi hissedilir ve çoğu kişi pnömoninin bir