Dr. Emin Yeğinboy

Dr. Emin Yeğinboy

yeginboy@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Herkes aynı soruyu soruyor, “Parazit Oscar alacak film mi?” Oscar ödülünü gözünde çok büyütüp hiçbir filme yakıştıramayan bir kesim var. Ah Amerika! Gözün kör olsun, insanların gözünü boyamakta üstüne yok diyorum. ‘Parazit’ Cannes’da Altın Palmiye Ödülü kazanmasaydı, son derece sessiz sakin bir hayatı olabilirdi. Sinemaya meraklıların keşfedeceği, pırıltılı bir Güney Kore filmi olarak da kalabilirdi. Benim için tüm ödüllerin en keşfedicisi her zaman Cannes sınırları içinde dağıtılıyor.

Son yıllarda Oscar ödülü kazanan filmleri hatırlayalım: Moonlight, Üç Bilboard Ebbing Çıkışı Missouri, Yeşil Rehber... Bu yılki Joker adaylığı... Hepsi bir karşı duruşu simgeleyen filmlerdi. Bir haksızlığa, ezilmeye, hukuksuzluğa karşı gelen temaları işlediler. ‘Parazit’ bunu bir adım daha öteye taşıyarak gelir farkının ortaya çıkardığı sınıfsal ayrımcılığın bir isyanını anlattı. Alt sınıfın üst sınıfa karşı olan mücadelesi yanında kendi alt sınıfına karşı olan ayrı bir paylaşım savaşını da öyküledi. Alt sınıfın kendi arasındaki kapital savaşı da oldukça vahşi geçiyordu. Sürprizlerle dolu hikâyenin nerelere gideceğini seyirci tahmin edemiyordu. Mizahi bir tonda başlayıp sağlam bir gerilim atmosferine dönüşen yapısıyla seyircisine farklı duygular yaşatmayı başardı. Tüm dünyadaki hasılatın şu ana kadar 167 milyon dolar olması, büyük ölçüde bu duygu ve düşünce paylaşımının sonucu değil mi? Amerika, bir süredir İskandinav sosyal demokrasisini keşfetti. Bu, Trump ve temsil ettiği kapitalist değerlere panzehir olarak görülmeye başlandı. Bernie Sanders, solcu bir aday olarak etiketlendi.

Böyle bir ödülün kazanılmasında bir ülke sinemasının prestijini de göz ardı etmemek gerekir. Güney Kore sineması, dünden bugüne var olan bir sinema değil. Oscar sinyallerini son 15 yıl içinde, çeşitli festivallerde kazandığı ödüllerle, Park Chan-wook, Kim Jee-woon ve Kim Ki-duk gibi artık markalaşmış yönetmenleriyle verdi. Farklı türler arasında ustalıkla dolaşabilen, yerine göre seyirciyi ters köşe yapan, duygudan duyguya savurabilen filmleriyle, başlı başına bir kategori oldu Güney Kore sineması. Filmlerinde geleneksel toplum yapısı ile Batı’ya dönüklük arasındaki toplumsal çelişkilere, alt sınıflar ile ultra zenginler arasındaki uçuruma dair, söyleyecek sözü olan öyküler anlattılar.

Dünyadaki hukuksuzluğun ve gelir farkının artması, insanları bunalttı. ‘Parazit’ filminde söylendiği gibi, “Zenginler zengin oldukları için iyi insanlar, zenginsen iyi olmak kolaydır. Para ütü gibidir, tüm kırışıklıkları düzeltir” sözlerine sahip çıkan milyonlarca insan var. Film, zenginlere karşı ezilmişlerin yanında saf tutmaya çağırıyor seyirciyi. Alt sınıftan gelenlerin üçkâğıtçılık ve yalancılıkla işleri götürdüğünü bilerek onların yanında saf tutuyoruz. Kapitalizm artık tüm dünyayı tahakkümü altına almış tek sistem. Ona karşı mücadele neyse, yapanın yanında durma duygusu hâkim insanlarda.

Yapımın, Amerika’da 35,5 milyon dolar gibi getirisiyle rekor seviyede izlenen bir yabancı film olması, altyazı okumayı sevmeyen Amerikalıların bile ne kadar bunalmış olduğunun bir göstergesi değil mi?

Filmin arkasındaki yatırım enstrümanlarına bakacak olursak, farklı bir gerçek karşımıza çıkıyor. Kapitalist sistem, kazanç için her türlü paradigmayı lehine kullanmaya çalışır gerçeğine çarparız. Filmin yapımcısı sevimli teyze Miky Lee, törende sahneye en son çıkan isimdi. Sevimli bir duruş sergiledi, yönetmene sevimli sözler söyledi.

Lee Teyze, Güney Kore’nin en büyük medya şirketi CJ’nin eğlence pazarını yönetiyor. Türkiye’de Mars Sinemaları’nı 800 milyon dolar vererek satın alan Lee Teyze, filmdeki ‘parazit’ misali, her yeri satın almaya muktedir. Spielberg’den, Dreamworks şirketini kurarken 300 milyon dolarlık hisse satın almış. Parazit için de astronomik ölçülerde yatırım yaptı. Filmi küçük sinemalardan büyük salonlara taşıdı. Bunun için filmin Amerika dağıtımcısı Neon’u kullandı. Biliyoruz ki kapitalizm, umutsuz insanlardan bile para kazanmayı başaran ‘paraziter’ bir sistemdir. Bu açıdan, olayı politik açıdan ‘karşı devrim’ olarak görmenin bir anlamı da yok.

Akademinin her yıl oy vermek için davet ettiği yabancı sinema insanları rekor bir sayıya ulaştı. Toplam 8.469 kişi oy verdi ve bunların yüzde 20’si dışarıdan gelenlerdi. Bu yıla kadar ilk eleme turlarında sadece Akademi’nin özel komiteleri karar veriyordu. Bu yıldan itibaren sadece Akademi üyeleri ve özel komiteler değil, filmleri izleyebilen bütün üyelerin oy kullanabiliyor olması, sonuçlar üzerinde çok etkili oldu. Akademi’nin bu kararları da artık bir değişimin ortaya çıkması içindi. Ve oldu...