Bazı filmlerde hiçbir şey olmaz fakat her şey vardır. Sözü, sinema dilinde açarsak, bunları izlerken klasik anlamda beklediğimiz dramatik kırılmaları, yükselmeleri çarpıcı şekillerde izleyemeyiz. Öykü serbest salınımda, yaşamın kendisi gibi akar gider. Çıkarken salondan fark etmeden o kadar çok anlam, duygu yüklen-mişizdir ki, gözümüz bile yaşlıdır. “Florida Project” işte böyle bir film.
Genç yönetmen Sean Baker, marjinal anne Halley ve çocukluğunu özgürce yaşayan altı yaşındaki kızı Moonee’nin hikayesini olabildiğince sade, yaşam ritminde anlatıyor. Köhne, toplu konutları andıran bir motel odasındaki tek göz yaşamları Moonee’nin umurunda bile değildir. O ve arkadaşları oyun dünyalarında olabildiğince mutludurlar. PS veya bilgisayarları yoktur fakat sokaklar, kırlar onlarındır. Yetişkin tarafın dünyasında ise mutluluk sadece çakır keyf kafalarda vardır. Annenin parayı denkleştirme mücadelesi ise farklı alternatifler içinde cereyan etmektedir. Motel sorumlusu olarak disiplinli fakat şefkatli yöneticisi Bobby (Willem Defoe) Halley ve Monee’ye belirli bir mesafeden de olsa sahip çıkmaya çalışmaktadır.
Beni adınla çağır
İtalyan yönetmen Luca Guadignino Kuzey İtalya’da geçen bir
Nick Cave ve grubu Bad Seeeds, 10 Temmuz’da İstanbul’da bir konser veriyor. Avustralyalı Cave, iki yıl önce ergen yaştaki oğlu Arthur’un kullandığı LSD sonrası ölümüyle sarsıldı, yıkıldı. Cave, tüm üzüntüsünü müzikle tedavi yoluna gitti. Avustralyalı yönetmen Andrew Dominic, onun acısını paylaştığı ‘One More Time with Feeling’ adlı bir belgesel çekti. Ölüm sonrası Cave, bürosunu boşaltmış, kendisini yatak odasına kapatarak yaşam alanını daraltmış. Orada, kitaplarla dolu odada şarkı üstüne şarkı yapmış. “Yaşamımızda yaşanan olayların, bir dizi çan çalmaya benzediğini, onların titreşimlerinin her şeye, şimdiki zamana, geleceğimize, geçmişi de etkileyecek şekilde dışarıya yayıldığını hissediyorum. Her şey değişiyor, titreşiyor ve akıyor. Bu duyguyu şarkı sözü yazmaya uyguladım. Yeni albüme adını veren ‘Skeleton Tree’ kapalı, istediğim gibi bir şarkı. Zaman ve mekân, hepsi telaş içinde, bir tür büyük umutsuzluğa çarpıyor gibi görünüyor. Saf bir yürek var, ancak bunun etrafında kaos hâkim.”
Barcelona’yla başlıyor
Konserlerde başkalarıyla acısını paylaşmayı sevmediğini söyleyen Cave, organizasyonların ilham verici, canlandırıcı olmasını istediğini söylüyor: “Orada enerjiyi hissetmeyi ve
Şampiyonluk kazanan birçok sporcunun yaşamında inanılmaz dramlar vardır.
‘Ben, Tonya’ da bize böyle dramatik bir öyküyü anlatıyor. Tonya Harding, daha 4 yaşında iken annesinin elinden tutup kendisini buz pistine götürmesinin, yaşamının en büyük anlamı olacağından habersizdir.
O gün, buz pateninde gelecekteki Amerika şampiyonluğunun ve olimpiyat sporculuğunun ilk günüdür.
Başarı hırsının, hayatını kaydıracak skandallara da yol açtığı ilk gündür. Meşhur üçlü Axel hareketini yapabilen ilk Amerikalı kadın sporcu olarak anılma onurunu hiçbir zaman doyasıya yaşayamaz.
Skandallar, onu suçlu bir kimliğe dönüştürür. En yakın rakibi Nancy Kerrigan’ın antrenman yaptığı salonda bir adam tarafından dizinden sakatlanması, Harding’in bir komplosu olup olmadığı, tam açıklığa kavuşamamış bir olay olsa da, mahkeme onu suçlu bulur.
Yönetmen Craig Gillispie, hikâyesini dördüncü duvarı yıkarak yani karakterlerin kameraya konuşmalarıyla tamamlıyor.
Gerçeklik duygusunu ayakta tutan bu belgeselci anlatımı, filmin en önemli parçasına dönüşmüş.
Sinemanın en güzel oyuncularından Margot Robbie, Tonya’da en olgun performansını sunmuş.
Glasgow kökenli Franz Ferdinand grubu, bambaşka bir müzikle geri geldi. 2004’te ‘Take Me out’ parçası ortalığı yıkmıştı. İki ayrı şarkının bileşimi gibi olan parçanın orta bölümde patlayan gitar rifleri o yıl, rock jingle olmuştu. Karizmatik solistleri Alex Kapranos, grubun yeni albümündeki müzikal değişimi ‘daha neşeli, dans ettiren bir müzik’ olarak tanımlıyor. Grup, 2004 sonrası kuruculardan gitarist Nick McCarthy’yle ayrılık yaşadı. Onun yerine iki yeni eleman alındı, gitar/keyboard çalan Julian Corrie ve yeni bir gitarist olan Dino Bardot. Grup, 2016’da yeni albüm için tekrar stüdyoya girdiğinde, kafalarında 80’lerin dans, glam rock döneminde olduğu gibi müzik yapma fikri varmış. Sparks, Garry Glitter, Ultravox, Kim Wilde, A-Ha tarzı... Fransız yapımcı Philippe Zadar’la çalışmaya başlamışlar. Birçok miks Paris’te, Motorbass stüdyolarında yapılmış.
80’leri özleyenler için
Sonunda bu hafta yayımlanan ‘Always Ascending’ ortaya çıkmış. Açılış parçası, albümle aynı adı taşıyor. Hafif vokal ve synthe işbirliğiyle başlıyor ve gittikçe açılıyor... 80’lerin dönen disko toplarını hatırlatan havaya giriyor. Albümün en parlak parçalarından ‘Lazy Boy’ sanki Donna Summer parçası gibi
Bazı filmleri seyretmeye ayağım, elim yazmaya hemen gitmez. ‘En Karanlık Saat’ bu tereddütlü yanıma denk geldi. Yanılmışım. Biyografilerin klasik anlatımının dar koridorlarında takılmadan, dinamik, olağanüstü bir oyunculukla donanmış, gayet iyi bir film çıktı karşıma.
Bilmediğim tarihsel gerçekleri aydınlatması ayrı bir artı oldu. Winston Churchill’in ilk başbakan olduğu dönemi ve 2. Dünya Savaşı’nın gidişatını değiştirdiği günleri anlatıyor.
Alman ordularının Avrupa’yı silindir gibi ezdiği Polonya, Çekoslovakya, Belçika, Hollanda ve Fransa’yı kolayca işgal ettiği günlerde, İngiltere başına geleceklerin hesabı, kitabı içindedir. Başbakan Neville Chamberlain yumuşak politikaları sayesinde Hitler’in ilerlemesine ses çıkarmamış, onunla kayıpsız bir anlaşma zemini aramaktadır.
Neville güven kaybı nedeniyle koltuğu bırakır ve yerine geçen Bahriye Nazırı Churchill İngiliz halkına hemen “Size kan, zahmet, gözyaşı ve terden başka verebileceğim bir şey yok” der. Bu İngilizlerin direnmesi ve savaşması demektir. İlk olarak Dunkirk’te sıkışmış olan 300 bin askerin kurtulması gerekmektedir.
Geçtiğimiz yıl Nolan’dan izlediğimiz ‘Dunkirk’, bu filmden sonra, tarihi önemi açısından daha anlaşılır
Orijinal kayıtları ile 30 yıl aradan sonra piyasaya sunulan müzik dünyamızın 30 dakikalık ilk ve tek uzun şarkısı “Kahır Mektubu”nun da yer aldığı albümde 7 eser yer alıyor. Yapımcılığını Türküola Müzik’in, süpervizörlüğünü Neşe Demirkat ve Bektaş Türk’ün üstlendiği LP’de yer alan “Kahır Mektubu” için o yıllarda duygularını Zeki Müren şöyle dile getirmiş:
“Bugüne kadar Arap sanatçılar Ümmü Gülsüm’ün, Abdülhalim Hafız’ın ve Abdülvahap’ın söyledikleri uzun şarkıları hayranlıkla dinlerdim. Yine de itiraf etmeliyim ki, bu şarkılarda bir monotonluk vardı. Arap müziğinde sık sık rastladığımız şarkılardaki monotonluk, bu büyük eserde yok. Bu eseri plağa okuyacağım için çok mutluyum. Değerli bestekâr Muzaffer Özpınar, uzun çalışmalar sonunda bestelediği, değerli söz yazarı Ahmet Selçuk İlkan’ın yine uzun çalışmalar sonunda yazdığı “Mektup” adı verilen şarkıyı Bodrum’a evime yolladılar. Şarkıyı ilk dinlediğimde ağladım. 30 dakikalık dev eserde sizlerde takdir edersiniz ki pek çok ayrı usül ve makam bulunuyor. Bu şarkıyı benim yorumlamam sanırım isabet oldu. Şarkının içinde şiirler de var. Yıllardır radyoda şiir okuyan ve spikerlik sertifikası olan tek sanatçıyım. Gelecekte bu dev eseri
Fatih Akın, terör belasına kendi çözümünü sunuyor: kişisel adalet. Onu bu kadar kızdıran olayın Almanya’da 2000-2006 arası çeşitli şehirlerde öldürülen 9 Türkün 2011 yılına kadar süren uzun mahkeme süreci, adaletin geç karar vermesi olmuş. Sonunda sağ radikal bir Neonazi hücresinin üç üyesinin suçlu bulunması Almanya’da adaletin yüzünü ağartmadı. Onların suçlu oldukları baştan beri belli olmasına karşın mahkeme sürekli odak noktasını değiştirir. Akın bu olayın etkisinde yazmış olduğu senaryoda adaletin ipliğini pazara çıkarıyor.
Öykünün başkarakteri Katja Şekerci (Diana Kruger) Hamburg’daki bir terör saldırısında eşi Nuri ve 6 yaşındaki oğlu Rocco’yu kaybeder. Hayatını aniden karartan bu acıyla mücadele etmesi kolay değildir. Aile bireyleri onu anlamakta çok iyi bir resim vermezler. Biraz toparlandıktan sonra başlayan hukuk sürecinde acı yerini büyüyen bir öfkeye bırakır. Sanık sandalyesinde oturan Neonazi çiftin savunmasını yapan avukatın mahkemeyi sürekli baskı altına alan, dikkat dağıtan söylemleri, hukuki süreci uzatır. Olayın kanıt yetersizliğine bağlanması, Katja’nın hayatını toparlayamayacağı bir noktaya getirir. İntikam arzusu yaşamının tek hedefi haline dönüşür.
Alman
İpeksi bir ses, sakin tonda yaşanmışlıkları anlatan şarkılar. Nilipek akustik konserinde 20 şarkıyı seslendirdi. 2015’de ilk albümü “Sabah”tan sonra geçtiğimiz yıl ikincisi “Döngü” ile tanıştık. Konser öncesi kendisiyle kısa bir söyleşi yaptım. Bir kere Karşıyaka doğumlu olması artı 1 olarak kayda geçiyor.
Meslekten psikolog fakat sadece 2 yıl kadar mesleğiyle ilgilenmiş. İçindeki müzik enerjisi rahat bırakmamış. Gitarını almış eline ve bestelerini tamamlamaya karar vermiş. Her şey ilk albümün kaydıyla profesyonel bir alana girmiş. Sakin kişiliği şarkılarına yansımış.
İnsanı konuşurken de şarkı söylerken de rahatlatıyor. Kendisini en fazla etkilemiş Moloko ikilisinin kadın sesi Roison Murphy olmuş. Nina Persson’un sesiyle özdeş The Cardigans’ı çok dinlemiş, The Doors’a olan sevgisi ise bambaşka. Björk ise yaşam koçu olmuş.
“Şarkı sözlerindeki ruh durumum kişisel güncelliğimden kopmuyor” diyor. Şöyle geçiyorum şarkı sözlerinden; Gömülü’de “sen bilmezsin benim gözlerim nasıl büyütür/ olmayan işaretleri nasıl net görür/ bir duvar üzerinden kaçak izlerken/utanır sıkılır kapanır gömülür/gözün değse kanatlanır, kaçar bakışlar” diyor. Veya “Renk Vermez Sana” ne diyor; “hiç var olamadım