Nick Cave ve grubu Bad Seeeds, 10 Temmuz’da İstanbul’da bir konser veriyor. Avustralyalı Cave, iki yıl önce ergen yaştaki oğlu Arthur’un kullandığı LSD sonrası ölümüyle sarsıldı, yıkıldı. Cave, tüm üzüntüsünü müzikle tedavi yoluna gitti. Avustralyalı yönetmen Andrew Dominic, onun acısını paylaştığı ‘One More Time with Feeling’ adlı bir belgesel çekti. Ölüm sonrası Cave, bürosunu boşaltmış, kendisini yatak odasına kapatarak yaşam alanını daraltmış. Orada, kitaplarla dolu odada şarkı üstüne şarkı yapmış. “Yaşamımızda yaşanan olayların, bir dizi çan çalmaya benzediğini, onların titreşimlerinin her şeye, şimdiki zamana, geleceğimize, geçmişi de etkileyecek şekilde dışarıya yayıldığını hissediyorum. Her şey değişiyor, titreşiyor ve akıyor. Bu duyguyu şarkı sözü yazmaya uyguladım. Yeni albüme adını veren ‘Skeleton Tree’ kapalı, istediğim gibi bir şarkı. Zaman ve mekân, hepsi telaş içinde, bir tür büyük umutsuzluğa çarpıyor gibi görünüyor. Saf bir yürek var, ancak bunun etrafında kaos hâkim.”
Barcelona’yla başlıyor
Konserlerde başkalarıyla acısını paylaşmayı sevmediğini söyleyen Cave, organizasyonların ilham verici, canlandırıcı olmasını istediğini söylüyor: “Orada enerjiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi isterim, sahnede kendimi harika hissetmeyi seviyorum.”
Müziğin, yakın çevresinin desteğiyle hayata dönen Nick Cave, Avrupa’ya Mayıs ayında Barcelona Primavera Festivali’yle ayak basıyor. Arkasından Londra, Porto, Bergen, Budapeşte, Atina ve Werchter konserleri var. 10 Temmuz’da sıra İstanbul’a geliyor. 12 Nisan’da ise Kopenhag konseri, tüm dünyada sinema salonlarında sadece bir kez gösterime girecek.
Haftanın en iyi 3 albümü
Verimli bir hafta geçti. Kulağıma özellikle takılan 3 albüm var ki, onları sizlerle paylaşmadan olmayacak...
Bahamas-Earthtones
Bahamas, Kanadalı gitarist Afie Jurvanen’in grubu. Dördüncü albümü Earthtones soul, blues ve sakin gitar rifleri arasında seyreden kadife gibi yumuşak, akıcı... Çok severim, Smooth Groove diye adlandırılan, ruhu dinlendiren bu müziği. Gözleri kapar, gitarın yumuşak tonlarına, vokalin sakin konuşur gibi akan sözlerine takılırsın. Gal kökenli blues sever basçı Pino Palladino ve yine blues ve soul müziğin en iyilerinden davulcu James Gadson, ritim duygusunu albümde baştan sona dantela gibi dokumuş. Parçaların rahat düzenlemeleri, arka planda yükselen kadın vokallerle gayet güzel desteklenmiş. Albümde en çok sevdiğim parçalara gelince... ‘Way With Words’, ‘Bad Boys Need Love Too’, ‘No Wrong’...
Demir Demirkan War3-awakening
Müthiş bir EP. Demirkan, yılların birikimini 5 sağlam rock parçasıyla sunuyor. Melodik iskelet tüm parçalarda gayet iyi, savrukluk yok; metal esintileri, saykodelik uçuşlar, saygın balad havası, her şey var... Albümün yapımcılığını, Grammy adaylığı almış Phil Galdston üstlenmiş. ‘Let It Burns’ örneğin neşeli Red Hot Chilli Peppers ritimlerinde başlayıp sert, karanlık rock ritimlerine uçuyor. ‘Money Is’ melodik dans ettiren bir ritim üzerinden farklı ufuklara açılıyor. ‘Hold On Innocence’ Demirkan’ın sesine çok güzel gitmiş. Birikim, olgun bir patlama yaşamış Demirkan’da. Alkışlarım...
Belle and Sebastian-How To Solve Our Human Problems
Indie sahnesinin en kıdemlilerinden olan İskoç grup, 5 şarkılık bir EP ile ‘insanlık problemlerini çözmeye’ çalışıyor. Şarkı sözleri, güldüren ve ağlatan olarak tanımlansa da, besteler yine süper neşeli ve rahatlatıcı. Herkesin her şeyi çaldığı, söylediği kalabalık bu grup, her zamanki karakterinde yoluna devam ediyor. ‘Too Many Tears’, ‘Everything Is Now’ kulağıma en fazla takılanlar...