Geçen hafta leptinin beynimizde doyma merkezini uyararak tok kalmamızı sağladığından ve tıpkı insülin direnci gibi leptine karşı da bir direnç gelişebildiğinden bahsetmiştim. Gelin leptin hormonunun tok kalmamızı sağlayarak kilo kontrolünü sağlamanın dışında hangi etkileri olduğuna ve leptinimizi korumak için neler yapabileceğimize bir göz atalım.
Leptinin kan konsantrasyonunun vücuttaki yağ miktarı ile orantılı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle de serum düzeyleri kadınlarda (yağ dokusunun fazla olması nedeniyle) erkeklere oranla daha yüksektir, ayrıca testesteron leptin seviyesini baskılamaktadır.
Direnci
Leptin direnci de tıpkı insülin direncine benzer şekilde gelişerek etkisiz kalan leptinin kandaki düzeyinde artışla seyreder. Leptin direnci olan kişiler insülin direnci olanlar gibi obeziteye yatkındır. Birçok kronik hastalığın temelini oluşturan yangı dediğimiz kronik enflamasyona da yol açar. Hücre düzeyinde oksidasyon yani paslanmanın rol oynadığı bu süreç vücutta da birçok metabolik bozuklukların oluşmasına sebep olur. Hücre yaşlanmasının da bir
Leptin size tokluk hissini veren ve vücut tarafından doğal olarak salgılanan bir proteindir. Yunanca leptos kelimesinden türeyen leptin zayıf ve ince anlamına gelir.
Metabolizmadaki rolü nedir?
Leptin, vücuttaki yağ depolarını ve iştahı düzenleyen bir sindirim hormonudur. Tokluk hissi verdiği için ‘tokluk hormonu’ olarak da anılır. Ghrelin veya kortizol gibi iştahı artıran hormonların aksine iştahı kesen bir hormon olarak karşımıza çıkar. Leptin beyaz yağ dokusundan ve aynı zamanda mideden de salınır.
Leptin, enerji metabolizması üzerindeki etkilerinin yanı sıra bağışıklıkta da rol oynayan bir sitokin olarak da kabul edilir. Kemik metabolizması ve üreme fonksiyonunda da rol oynar.
Yapısal olarak leptin, kromozom 7 üzerinde bulunan ob geni tarafından kodlanan bir protein. Fizyolojik olarak leptin düzeyleri kadınlarda erkeklerden daha yüksektir.
Kilo vermeyi sağlar mı?
Leptin esas olarak yağ dokusu tarafından salgılanır. Ayrıca kemik iliği, iskelet kası, mide mukozası, bağırsak, karaciğer, meme, testis ve yumurtalıklar tarafından da üretilebilir. Kan dolaşıma karıştıktan sonra beyinde Hipotalamustaki spesifik
Kalbin esas görevi hepimizin bildiği gibi kanı pompalamaktır. Bu sayede yaşamı devam ettirecek şekilde organları besleyecek ve oksijenlendirecek kanı damarlar yoluyla iletir. Çok basit gibi görünen bu iş hayatın temelini oluşturur. Pompalama gücü kalp kasının gücüyle orantılıdır. Bu kasla ilgili herhangi bir problem olduğunda pompalama işlemi aksar ve kalp yetersizliği ortaya çıkar.
Bizim en sık gördüğümüz problem kalp kasını besleyen ve koroner arter olarak adlandırdığımız damarlardaki tıkanıklıkla seyreden kardiyovasküler hastalıklardır. Bu hastalık yüzünden kanlanamayan bölgede enfarktüs oluşur ve o bölge az kasılır veya kasılamaz hale gelir. Sonucunda da değişik derecelerde kalp yetersizliği ile karşılaşılır. Kimi zaman da kalbin içindeki odacıkları ayıran kapaklarda bir problem vardır. Bu problem kapakların açılmasında zorluk ile seyreden kapak darlığı ya da kapanmasındaki kusurla seyreden kapak yetersizliği şeklindedir. Kalp içi basınçlarında ve boyutlarında değişikliklere de yol açan bu tür problemler sonunda kalp yetersizliğine de yol
Dilerim herkes çok güzel bir bayram geçirmiştir. Bayramların dostluk, kardeşlik, birlik beraberlik duygularını, aile buluşmalarını teşvik etmesi adeta bir şölen gibi geçmesi hayatımıza da pek çok güzellik katar. Özellikle de Ramazan Ayı’nın ardından oruç sonrası gelen bayram ziyafetleri ile mideler de neye uğradığına şaşırır. Sağlık için, kilo almamak için yediğimize içtiğimize her zaman dikkat etmeliyiz. Ancak bu durum bayramlarda çoğu zaman ister istemez biraz aksayabilir. Hele bir de bu bayram şeker bayramıysa ve dolayısıyla da her gelene şeker ikram ediliyorsa daha da zorlaşır.
Kalp, hipertansiyon, diyabet gibi kronik hastalıklar yediğimiz ve içtiğimiz yiyecek ve içeceklerden etkilenir. Şekerli ve glisemik indeks oranı yüksek yiyecekler ve içecekler kandaki şeker miktarını artıracağı için diyabet hastalarına önerilmez. Glisemik indeksi yüksek dediğimiz gıdalar arasında beyaz unlu hamur işlerini, ekmek, poğaça, börek, çörek, pilav ve makarna gibi gıdaları sayabiliriz. Tatlı meyveler, meyve suları ve kuru meyveler de bu gruba
Baharın gelişi güneşli güzel günler, çiçek ve böceklerle beraber doğanın uyanışı gibi içimizi açar. Ancak bahar alerjisi olanlar için hapşırık, burun, göz akıntısı, öksürük, genizde yanma, akıntı, kaşıntı ve burun tıkanıklığı ile nefes darlığıyla geçen sıkıntılı bir dönemdir. Bahar nezlesi ya da bahar alerjisi olarak tanımlanan bu süreç baharda polen adı verilen çiçek tozlarının havada uçuşmasıyla eş zamanlıdır. Alerjik özellik taşıyan bu maddeler nefes alırken burun iç yüzeyine ulaşıp alerjik rinit dediğimiz mikrobik olmayan iltihabi bir duruma yol açar. Aynı alerjen gözlerde de benzer şekilde konjonktivit
şeklinde kızarma, batma ve sulanmaya yol açar. Her ikisi de çok rahatsız edici ve günlük hayatı olumsuz yönde etkileyen şikâyetlerdir.
Korunmak
En kolay çözüm alerjiye sebep olan polenlerden mümkün olduğunca uzak kalmaktır. Polenlerin en çok uçuştuğu sabah saatlerinde genelde saat 10.00’a kadar ve akşam saatlerinde, açık havada dolaşmamak, pencere
Hepimiz Ramazan Ayı’nın oruç ibadetimizin haricinde dostluk, kardeşlik, birlik, beraberlik, derdini, neşesini, sofrasını, imkanlarını paylaşma ayı olduğunu bilir. Her zaman iyi bir insan olarak dikkat etmemiz gereken özelliklere Ramazan Ayı’nda daha da çok dikkat ederiz. Güçsüz ve muhtaç kişilere yardım edip, dedikodu, fitne ve fesattan uzak kalırız.
Özellikle bugünlerde daha çok aklımıza gelen ama aslında bunu düşünce tarzı haline getirmemiz gereken birlik beraberlik duygusunu çok iyi kavramamız gerekiyor. Aslında uluslararası bir kelime haline gelmiş empati duygusu bize bu konuda çok yardımcı olacaktır. Empati aslında karşıdakinin halinden anlamak, aynısını hissedebilmek demek. Oruç da bize biraz aç insanın halinden anlamayı öğretmiyor mu? Keşke herkes kavgaya savaşa başlamadan önce kendini karşısına aldığı kişinin yerine koyabilse... “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapmamalısın” sözü bize bunu çok güzel anlatıyor. Herkes bunu başarabilse dünyada ne kavga ne savaş ne de hırsızlık olmazdı. Hayal
Sağlıklı beslenirken üç beyaza dikkat edin deriz. Un, şeker ve tuz. Bunlar aslında yediğimiz yiyeceklerin içeriğinde soframızda sık olarak karşımıza çıkıyor. Bazı özel durumlar hariç tamamen kaçınmaktan daha çok ne miktarda alındığı önemli. Gelin tuz ve şeker fazla tüketildiğinde nelere yol açıyor bir hatırlayalım.
Geçen hafta ‘Dünya Tuza Dikkat Haftası’ idi ve ben de fazla tuzun zararlarından biraz bahsetmiştim. Tuz vücudumuz için gerekli bir mineraldir. Sıvı elektrolit dengesini sağlamak için, sinirlerin ve kasların işlevi için tuz önemlidir. Ancak gereğinden fazla miktarda alındığında yüksek tansiyon, damar sağlığı, böbrek sağlığı, kalp yetersizliği, ödem, mide kanseri ve kemik erimesi için tehlike yaratır. Tuzlu bir yiyeceğin bizi çok susattığını biliyoruz. İşte bu nedenle özellikle sahurda tükettiğimiz yiyeceklerin içerdiği tuz miktarına dikkat etmeliyiz. Fazla tuz zaten zararlı onu biliyoruz. Ancak burada fazla tuzun bir başka yan etkisi olan susuzluk hissi gün boyunca bizi zorlayacaktır. Bu bahsettiğim
Tuz her ne kadar hayatımızda beslenmenin vazgeçilmez bir parçası olsa da gereğinden fazla olduğunda başımıza birçok iş açtığı için dikkatli tüketilmesi gerekir. Buna dikkat çekmek için de 11-17 Mart tarihleri ‘Dünya Tuza Dikkat Haftası’ olarak tanımlanmıştır.
Tuz, asitle bazın kimyasal tepkimesi ile ortaya çıkar. İçeriğine göre de farklı şekillerde adlandırılır. Bizim yemeklerde kullandığımız rafine şekli sodyum (Na) ve klorür (Cl) içeren yemek tuzudur (NaCl).
Vücuttaki sıvı dengesinin sürdürülebilmesi için tuzun içinde bulunan sodyum minerali gereklidir. Yiyeceklerle aldığımız bu mineral vücut sıvılarının dengesini ve bu sıvıların basıncını düzenler. Hücrelerimizin içinde ve dışında yer alan suyun dengeli dağılımında rol oynar. Dolayısıyla sodyum vücudumuzda elektrolit, sıvı, asit-baz dengesinin sağlanması, normal kas hareketlerinin sürdürülmesi, sinirlerin uyarılması, kan basıncının düzenlenmesi gibi önemli işlevleri olan bir mineraldir. Aşırı tüketimi başta hipertansiyon olmak üzere