Kalbimizi koruyalım ona iyi bakalım derken en çok gözümüze çarpan suçlulardan biri de sigaradır. Aslında tüm tütün ürünleri demek daha doğru olacaktır, biz yine en sık kullanılanı sigara olduğu için onun üzerinden konuşalım.
Sigaranın zararları saymakla bitmez. Kalp damarlarının tıkanmasına, spazmına yol açtığı gibi kanser de yapıyor, KOAH (kronik obstrüktif/ tıkayıcı Akciğer Hastalığı) da yapıyor.
Sigaranın yapısında bulunan kimyasallardan 69 tanesi kanserojen yani kanser yapıcıdır. Sigara dumanında da ayrıca 43 çeşit kanserojen madde bulunmaktadır. Bu nedenle sadece sigarayı içen kişi değil yakınında bulunup aynı dumanı soluyanlar için de aynı risk söz konusudur. Buna pasif içicilik diyoruz. Yani hiç sigara içmiyorsanız bile sigara içilen yerde bulunuyorsanız sanki sigara içmiş gibi zararını görebilirsiniz. Sigaradaki kanserojen maddelerin DNA’nın yapısını olumsuz yönde etkilediği birçok bilimsel çalışmada gösterilmiş. Bu kanserojen maddelerden benzopiran P53 genini bozarak kansere yol açtığı
Kolesterol ile ilgili pek çok söz ortalıkta dolaşıyor. Bir kısım meslektaşımız maalesef kolesterol ilaçlarına karşı savaş açmış durumda. Bu kimselerin arasında kardiyolog olmayanları hadi bilmeden konuşuyor diyelim. Ama bu affedilir anlamına gelemez çünkü ne yazık ki insanlar doktor olduğu için inanıyor ve kardiyoloğunun verdiği kolesterol ilacını kesiyor. Tabii daha sonra da kalp krizi geçirerek bize geliyor. Sonrasında bırakın kolesterol ilacını kullanmayı, şansı var da kalp krizini canlı kalarak atlattıysa koroner arter by pass ameliyatı veya stent ile çözüm buluyor. Bu arada enfarktüs esnasında ölen kalp hücrelerinin yerine yenisi maalesef gelemiyor. Enfarktüsün büyüklüğüne bağlı olarak bundan sonraki hayatını yetersiz bir kalp ile tamamlıyor. Kolesterol ilacının yanı sıra daha pek çok ilacı da beraber kullanmak zorunda kalıyor.
Geçen hafta Türk Kardiyoloji Derneği’nin benim de içinde olduğum koruyucu kardiyoloji ve ateroskleroz çalışma grubunun kolesterol yol haritası konulu toplantısı için Ankara’daydım.
Topla
Bir kalp doktoru olarak en basit anlamıyla benim için kalp hayatı devam ettirmeye yarayan kanı pompalayan bir kas kitlesidir. Bu organın nasıl çalıştığını ve hastalıklarını incelerken de böylesine müthiş bir mekanizmaya hayran kalmamak mümkün değil. Bir kere komuta merkezi beyinden bağımsız ve durup dinlenmeden sürekli çalışıyor. Kendi kendine uyarı çıkartıp kasılıyor. Bir avuca sığabilecek büyüklükte ama boyundan büyük öyle önemli bir iş çıkarıyor ki inanması zor. Her canlı varlık gibi o da yoruluyor, yaşlanıyor, hastalanıyor, iyi bakılmazsa çabuk yıpranıyor. Bu çalışkan ve vefalı organımızın bizden beklediği de o kadar da zor değil aslında. Dünyada ve ülkemizde ölüm sebepleri arasında kalp damar hastalıkları birinci sırada geliyor. Kanserler çoğaldı, koronavirüs geldi geçti ama kalp hâlâ birinci sırada. Oysa kalp damar hastalıkları koruyucu kardiyolojiye uyulduğunda büyük ölçüde önlenebilen hastalıklardır. Hadi diyelim yakalandınız ama kardiyoloğunuzda takip ve kontrollerinizi
Maden suyu adından da anlaşılacağı gibi yerin derinliklerinden çıkarılan ve bazı mineralleri içeren bir sudur. Bu mineraller ve bileşenler arasında kemik, kas, diş sağlığı için değerli kalsiyum, kalp, kas, sinir sağlığı için değerli magnezyum, su elektrolit dengesi için değerli sodyum, kalp ritmi, ileti sistemi için değerli potasyum, diş ve kemik sağlığında değerli florür, tiroid bezi fonksiyonları için değerli iyod, su elektrolit dengesinde değerli klorür, asit baz dengesinde, midedeki sindirimde değerli bikarbonat, sindirim safra kesesi fonksiyonlarında değerli sülfatı sayabiliriz.
Suyun sağlığımızdaki önemi inkâr edilemez bir gerçektir. Eğer bu su bir de vücudumuz için gerekli birtakım mineralleri de içeriyorsa ek faydalara da sahip demektir. Ben bu vesileyle biraz maden suyunun içindeki kalsiyum ve magnezyumu ilgilendiren ve dünyaca değerli dergilerde yayınlanmış bazı makaleler ve çalışmalardan bahsetmek istiyorum.
Uluslararası osteoporoz dergisinde yayınlanmış, meunier ve arkadaşları tarafından yürütülmüş randomize, plasebo kontrollü,
Geçtiğiniz hafta Dünya Sağlık Örgütü tarafından ‘Türkiye Tütün Kontrolü’nü konu alan bir toplantıya davet edildim. Toplantıda Dünya Sağlık Örgütü bünyesinde tütünle mücadele dahil bulaşıcı olmayan kronik hastalıklar konusunda çok takdir etiğim çalışmalara imza atmış Prof. Dr. Toker Ergüder ve milletvekilimiz Müşerref Pervin Tuba Durgut, tütünle mücadelede tarihe geçmiş adımların sahibi kardiyolog Prof. Dr. Cevdet Erdöl ile de görüşme imkânım oldu. Beni en çok heyecanlandıran ve sevindiren Türk Kardiyoloji Derneği’mizin başkanı Prof. Dr. Muzaffer Değertekin ile yaptığım görüşme ve başkanımızdan gelen teklifle Prof. Dr. Barış Güngör arkadaşımın başında olduğu koruyucu kardiyoloji ve ateroskleroz çalışma grubuna dahil edilmemdi. Gurur duyduğum bu faaliyetin her fırsatta ısrarla savunduğum koruyucu kardiyolojinin önemini belirtmemde benim için değeri ölçülemez bir katkısı olacak. Hemen yapacağımız projelerle ilgili fikir alış-verişine başladık
Hücrelerimizin genç kalmasında rol oynayan önemli bir molekül NAD yani asıl adıyla Nikotinamid Adenin Dinükleotid vücudumuzda doğal olarak üretiliyor ve tüm hücrelerimizde bulunuyor.
NAD aynı zamanda suda eriyen vitaminlerden B3 vitamini diğer adıyla da niasinin türevlerinden. Biz niasini kardiyolojide HDL yani iyi kolesterolü yükselttiği için pek severiz. Hücrelerin enerjik olması gençlikle doğru orantılı olduğu için antiaging konusunda NAD’ın önemi ortaya çıkar. Dolayısıyla vücudumuzda doğal olarak üretilen NAD yaşlandıkça azalır, daha az üretilmeye başlar. NAD’ın azlığı mı yaşlandırır yoksa yaşlandıkça mı NAD azalır bu biraz tavuk-yumurta hikayesi. Biliyoruz ki birçok kronik hastalık yaşlandıkça ortaya çıkıyor. Hücreler yaşlandıkça daha kırılgan hale geliyor ve hastalık oluşumuna daha dayanıksız oluyor. Bu durumda kendimizi korumak için gençliğimizi de korumak zorundayız. NAD’larımıza iyi bakmalı onları çoğaltmalıyız.
Azaltan sebepler
Yaşlanma dışında NAD’ı azaltan en
Koruyucu kardiyolojide hep kalp damar hastalıklarının önlenebilir olduğundan ve değiştirilebilir risk faktörlerini düzeltmemiz gerektiğinden bahsediyoruz. Hareketsiz yaşam da kalp damar hastalıklarının oluşumundaki değiştirilebilir risk faktörlerinin başında geliyor. Gerçekten de fiziksel aktivite, en çok da yürüyüş birçok yönden etki ederek kalp damar sağlığını koruyor. Düzenli yürüyüşlerle kolateral diye adlandırdığımız kalp damarlarının yan dalcıkları daha da gelişiyor. Damarların iç yüzeyini kaplayan dokunun yapısı ve işleyişi daha sağlıklı hal alıyor. Biliyoruz ki damarları tıkayan plaklar da burada oluşuyor. Ayrıca bu yürüyüşler kan basıncını da dengeliyor, kondisyonu artırarak kalp ritmini düzenliyor. Kan şekerini dengeliyor. İyi kolesterolün yükselmesini ve kötü kolesterolün düşmesini sağlıyor. Kilo vermeyi özellikle de bel çevresindeki yağları indirmeyi sağlıyor. Stresle baş edebilmeyi kolaylaştırıyor ve uykuyu rahatlatıyor. Dolayısıyla yürümek gibi en basit bir fiziksel aktivite hem hareketsizliğe bağlı riski
Soğuk havanın etkisiyle vücuttaki damarlarda tıpta vasokonstrüksiyon dediğimiz büzülme ve daralma ortaya çıkar. Bu tepki, vücudun ısısını sabit tutmaya çalışması ve hayati işlevleri olan iç organları korumaya çalışması sebebiyle gerçekleşir. Soğuk havaya maruz kalan elimizin, ayağımızın yüzümüzün buz kesmesi, renginin solması bu yüzdendir. Özellikle cilde yakın olan damarlar çok yakın etkilenir. Ortaya çıkan bu damar daralması neticesinde kan basıncı ile kalp atım sayısı da yükselir. Kalp bu yüksek basınca karşı daha büyük güç harcayarak çalışır. Bu olay kalbi de daha fazla yorar.
Tansiyon takibi önemli
Etraftaki damarların soğuktan büzülmesiyle oluşan dirence karşı kalbin kanı pompalamaya çalışması onu zorladığı gibi tansiyonun da yükselmesine sebep olur. Bu nedenle yüksek tansiyon hastalarının soğuk havalarda tansiyon takiplerine dikkat etmesi ve ilaçlarını düzenli kullanması gerekir.
Soğukta daha belirgin
Soğuk havada kalbin iş yükü artar. Böylece kalp kasının oksijen