HEP unutmak istediğimiz ve her daim başımızın üzerindeki Demoklesin Kılıcıdır deprem tehlikesi.
Deprem kuşağındaki bir ülkenin, en koyu deprem kuşaklarının üzerinde yaşayan insanları olarak bile, hiç başımıza gelmeyecek gibi düşünmeyi isteriz.
Bu istek de çoğu zaman hayatımıza karşı alabileceğimiz en önemli tedbiri erteletir durur. Sonra devreye rant sevdaları girer, göz boyayan icraatlerle prim kazanmak varken görünmeyecek önlemlere milyarlar akıtmak da yetkililerin işlerine gelmez elbet.
Tedbirler hep bir sonrasına ertelenir.
Yüksek şiddette olması kuşkulu bir deprem için yüzlerce önlem alacaksın, milyar Tl’leri harcayacaksın! Hadi canım...
Ayrıca deprem olduğunda kim, hangi yetkilinin peşine düşecek?
Marmara depreminde yaşadık, müteahhit Veli Göçer’in isminin altına süpürülmedi mi tüm eksikler? O da birkaç yıl yatıp çıktı. Önlem almayan diğer hükümet ya da yerel yetkililer ceza aldı mı? Tabii ki hayır.
BU yıl Çeşme turizminin kazançlarından biri de, geçmişi 1528’de Kanuni Sultan Süleyman dönemine uzanan Kervansaray’ın otel olarak yeniden canlandırılması oldu.
Tabii canlandırma kelimesi, kervansaray için yetersiz kalır.
Sefahat dönemindeki görkemine kavuşan Kervansaray, padişah odası, vezir salonları, saray hamamı ile uçmuş görünüyor.
Bu tarihi yapıyı uçuran ise turizm sektöründe deneyimli ve hatta alışıldık üzere İstanbullu bir işadamı değil.
Hatta turizm sektöründe hiç deneyimi yok.
Diyarbakırlı Baturay Akdemir turizmci olmamasına rağmen Çeşme’de küçük bir saray yarattı.
Baturay Bey bir turizmciye de benzemiyor zaten. Bizzat Kervansaray’ın onarımında da çalışan bir emekçi gibi.
BUGÜNLERDE siyasette, ekonomide herkes bir şey söylüyor ama iş ve aş peşinde olanlar geçmişe göre daha yalnız yol almaya başladılar.
Kredi bulmanın zorlaştığı, faizlerin yükseldiği dönemde özellikle orta ve dar ölçekli kuruluşlar için gerçek anlamda çok az destek var.
1 verip karşılığında 5 almayan, sanayi ve üretim dünyasına katkı sunabilen kurumların sayısı bir elin parmağına bile ulaşmıyor.
Oysa kimsenin özellikle ayakta durma mücadelesi veren orta ve küçük ölçekli kuruluşların boş lafa karnı tok.
İşte bu yalnızlık ve gerçekte hissedilen desteklerin azlığı, geçmişteki katkısını eksik bulduğumuz KOSGEB’i son yıllarda orta ve küçük ölçekli kuruluşlara daha çok yaklaştırdı.
Sadece İzmir’de son bir yılda veri tabanında kayıtlı olan işletmelerin sayısı 2009’da 6 binken, 2010 Temmuz ayında 26 bine ulaştı.
Ayrıca 15 Haziran 2010’da Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle KOSGEB’e yeni bir sistem geldi. Yaklaşık bir aydır “esnek destek sistemine geçiş” programı uygulanıyor ve bu program henüz tam bilinmiyor.
İNSAN, yılların su gibi aktığını; küçükler hızlı büyüdüğünde ve unuttuğu bazı olayların hayatında bir dönem ne kadar gündemde olduğunu hatırlayınca daha iyi anlıyor sanki.
İzmir ve Manisa’nın elektrik dağıtımını gerçekleştiren ve toplam 2.3 milyon abonesi olan Gediz Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin satışı önceki gün yapıldı.
Mehmet Emin Karamehmet-Mehmet Kazancı ortaklığı Gediz Elektriği 1.92 milyar lira vererek aldı.
Bu özelleştirmenin yankılarını, tüketiciye etkilerini yazacaktım ki, bugün çarpıcı rakamlara satılan bu kuruluşun aslında yıllar yıllar önce nasıl kurulduğunu ve hatta birçok aşamasını bir aralara “şimdi ne olacak” merakıyla izlediğimi anımsadım.
Denizlilerle İzmirliler’in karşı karşıya geldiği, İzmir’de birçok işadamının çeşitli güçbirlikleri oluşturarak dağıtım işini almaya çalıştığı günler artık öykü gibi.
Yaklaşık 19 yıl öncesiydi.
Turgut Özal’ın imzaladığı son kararname elektrik özelleştirmelerine dairdi. 29 görev bölgesi belirlenmiş, devir hakkı sözleşmesi formülüyle bu bölgeler özel sektöre devrediliyordu. O dönem Enerji Bakanı Muzaffer Arıcı’ydı ve Bakan Denizlili’ydi.
EGE İhracatçı Birlikleri’nde, Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği’nin toplantısındayız. Bu olağan bir toplantı değil. Yönetim Kurulu Başkanı Jak Galiko, yönetim kurulu üyelerini yanına alarak, bir grup gazeteciyle sıkıntılarını, duygularını, öngörülerini paylaşmak istemiş.
Galiko, her zamanki samimi, sıcak üslubuyla konuşmaya başladı.
Yönetim kurulu üyeleri de yaşadıkları zor günleri, başlıklar halinde aktardı.
Kimi, “Fiyat veremiyorum, ihracatım duruyor” dedi; kimi, “Zararına satışa daha ne kadar dayanırım bilmiyorum” diyerek sıkıntısını dile getirdi.
Galiko’ya takıldım öncelikle.
“Başkan, ihracatçılar iktidara hep ağlayıp sıkıntılarını anlattılar, bugüne kadar dinleyen olmadı. Hatta Başbakan iki yıl kadar önce, ‘Hem ağlayıp hem rekor kırıyorsunuz’ diyerek, bu haykırışları önemsemediğini ortaya koymuştu, şimdi sizi neden dinlesinler?”
Galiko, “Çünkü bu kez üretimin boşluğunu dolduracak bir başka gelir yok. O zaman sıcak para vardı, yabancı sermaye geliyordu, çarklar zaten dönüyordu. Şimdi dinlemek durumundalar” dedi ve anlatmaya devam etti.
Türkiye’nin alanında en büyük firmalarından Cevher Döküm’ün satışı düşünülürken, en güçlü potansiyel alıcı ise yaklaşık 10 yıl önce yollarını Cevher’den ayırarak CMS’yle yoluna devam eden yeğenler görünüyor
1985 yılında Türkiye’nin ilk alüminyum jant fabrikası olarak İzmir Pınarbaşı’nda Hüseyin Özyavuz ve Tonguç Ösen tarafından kurulan Cevher Makine Sanayi’nin satışı gündeme geldi ve en güçlü potansiyel alıcılar arasında yaklaşık 10 yıl önce yollarını ayırdıkları Ösen’in oğullarının başında olduğu CMS Jant Sanayi A.Ş. görülüyor.
Duyunca, “Kadere bak” demekten kendimi alamadım. Onlar ki, yollarını hayli tartışmalı ayırmışlar, yeğenler birbirleriyle görüşmeme kararı almıştı. Oysa hepsi kardeş gibi büyümüşlerdi. Ancak birçok aile şirketinin başına gelen gelişmeler onları da işlerini ayırmaya itmiş, Özyavuz ve Ösen ailelerinin iş ortaklığı sona ermişti. Cevher Makine Sanayi Şirketi’nin baş harfleri olan CMS adıyla, Cevher Grubu’ndan ayrılarak Ösen Ailesi’ne devr olmasıyla Cevher Grubu’nda yeni bir dönem başlamış, Cevher Döküm ise Özyavuz Ailesi’nde kalmıştı. Her ikisi de tek başlarına önemli başarılar yakaladılar. Özellikle 2002-2007 arasında ülkenin hızlı büyüme süreciyle birlikte,
Önce, çağın karamsar ekonomi kahini Prof. Rubuni, 2010’un yeni sarsıntılar yaratacağı uyarısında bulundu.
Ve bugüne kadar öngörüleri haklı çıkan Rubuni, yıl sonuna doğru dünya bankalarında kapanmalara yol açacak yeni bir likidite krizinden söz etti.
Bu arada global sıkıntılar zincirine hızla yeni halkalar eklenmeye başladı. Şimdilerde dolardaki düşüş Japonya’yı sallarken, Avrupa ne yapsa durgunlukla başa çıkmamıyor.
Oysa biz ne güzel yeniden kendi iç sıkıntılarımıza odaklanmayı başarmıştık. Dikkatlerimizi referanduma kilitlerken, yakın zamana kadar generallerin, ordunun içindeki gericileri ayıkladığı Askeri Şura’da bu kez, genarallerin, paşaların nasıl ayıklandığını izlemeye başlamıştık.
Eee yazın da rehaveti, keyfi var.
Şimdi olacak iş mi bu...
Kim uğraşacak global krizin etkileriyle? Hem geçen sefer teğet derken yolunu şaşırıp göbekten gelen global kriz belki bu kez Türkiye’yi yandan döne döne geçer.
Yer, Bodrum-Milas Yolu. Milas’a yaklaşık 20 kilometre öncesi... Trafik memuruyla diyalog:
- Gidemezsiniz yol kapalı. İki saat bekleyeceksiniz!
- Beyefendi nasıl olur, 2.5 saat sonra canlı yayın çekimim var benim. Zaten buradan sonra bir saatten fazla gitmem gerekiyor. Açın yolu, ben geçeceğim.
- 6 bin tonluk dinamit patlatılıyor. Nasıl geçeceksiniz?
- Turizm sezonunun göbeğinde, gündüz saat 16’da hangi akla hizmetle yolu kapatıyorsunuz, sabaha karşı neden yapmıyorsunuz bu işi?
- Biz gazetelere haber verdik duymadınız mı?
- Kardeşim ben gazeteciyim. Tüm gazeteleri didik didik okurum.