Duygusal milletiz. Kavga eder, veda zamanı gelince geçmişi unuturuz.
Beynimiz ve yüreğimiz farklı frekanslara geçer.
Dünya Kupası’na gidemediğimiz için başarısız bulunan Fatih Terim’in, Ermenistan maçı sonrası düzenlediği basın toplantısında da böyle bir atmosfer vardı.
Meslektaşlarımızın çoğu Terim’in gel-gitlerine kapılmamak için kendini zorluyor, sorular deneyimli hocanın o anki ruh haline göre şekilleniyordu.
En anti-Terimciler bile “Acaba kalmalı mıydı?” ikilemi yaşıyordu.
Ama hiçbir duygu ve ifade, bir dönemin sona erdiği gerçeğini değiştirmiyordu.
Terim için yenilenme, Futbol Federasyonu için ise günü değil yarını kurtaracak hamleleri yapma süreci başlıyordu.
“Futbol olmasaydı barış olur muydu?” diye soruyor insanlar. Sahi, dün akşam futbolun barışa katkısı var mıydı?
Yaklaşık bir yıl önce yine siyasetin konuşulduğu bir Ermenistan deplasmanıyla başlamıştı Güney Afrika serüvenimiz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açılış maçına gitmesi, iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin kıvılcımını atarken, milli takımın galibiyeti yüreklerimizi kabartmıştı.
Dün gece Bursa’da çok farklı bir atmosfer vardı. Ay-yıldızlı ekibimiz Dünya Kupası final umudunu yitirmiş, futbol, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın iade-i ziyaretinin gölgesinde bırakılmıştı.
Fatih Terim’in veda maçı olması bile öğrencilerinin dışında kimseyi heyecanlandırmamıştı.
Zaten neyinden söz edilecekti ki sahadaki futbolun?
Kimsenin Ceyhun’un niye stoper oynadığını, Tuncay çıktıktan sonra kaptanlık bandının neden Terim’in “bir daha asla” dediği Emre’nin koluna takıldığını, Gökhan’ın milli takımda müzminleşen isteksizliğini sorgulayacak hali yoktu.
Türkiye’nin üst düzey iki hakemi, Selçuk Dereli ve Cüneyt Çakır.
İkisi de FIFA kokartı taşıyor, ikisinin de Avrupa’da bir üst kategoriye çıkma olasılığı yüksek.
Bu sezon Avrupa’da altışar maç aldılar.
Ya Süper Lig’de?
Merkez Hakem Kurulu Dereli’ye üç, Çakır’a dört maç verdi.
Dereli dört büyüklerden hiç birinin maçına çıkamadı.
Çakır ise sadece Galatasaray-Eskişehirspor karşılaşmasını yönetti.
Ne zaman tribünde bir çirkinlik yaşansa, spor alanlarında fair-play ruhuna gölge düşürecek bir olay çıksa, kulüp yöneticilerinden hep aynı savunmayı dinleriz: “Bunlar bizden olamaz”, “Bizim takım taraftarı böyle davranmaz”, “Araya provokatörler girmiştir”.
Şöyle bir hafızalarımızı yoklayalım;
Bundan on yıl önce Pendikspor yenilgisinin ardından Fenerbahçe kalecisi Rüştü’ye tesis çıkışı saldırıp yumruklayanlar kimdi?
Bir grup Fenerbahçe taraftarı!
Geçen sezon Sivasspor maçında Balili’yi ırkçı sloganlarla aşağılayanlar kimdi?
Bir grup Galatasaray taraftarı!
İki sezon evvel Sivasspor maçında sahaya atlayıp rakip takım oyuncularına saldırmaya çalışanlar peki?
Trabzonsporlu futbolcular bu kadar top kaybını antrenman maçında yapsa, teknik direktör Broos herhalde yarısını duş almaya yollar, çalışma yarım kalırdı.
Hangisini saysak, nereden başlasak bilmiyorum. İlk yarı istatistiklerine bakarsanız 40’tan fazla, ikinci yarıda bir o kadar hatalı pası var bordo-mavili oyuncuların. Üstelik birbirleriyle yarışır gibi. Colman, Gökhan, Serkan, Tayfun, Cale, Giray, Selçuk bir değil, birden çok topu ya ezmiş, ya rakibe teslim etmiş.
Ya Gaziantepspor? Onların da rakibinden kalır yanı yoktu doğrusu. Al birini vur ötekine. Böyle bir tablodan mücadele, kalite, pozisyon çıkar mı? Gariptir evet. Trabzonspor adına ikisi direkten dönen, üçü kaleci Mahmut’un çıkardığı, bir o kadar da Gökhan’ın değerlendiremediği net gol vuruşları. Anlayabilen varsa beri gelsin!
Ligde iyi yerler hedefleyen bir takımın sahada da iyi olması gerekir ki hedefine doğru ilerlesin. Ancak bakıyorsunuz Trabzonspor’un maçlarına mehteran bölüğü gibi. İki geri bir ileri.
Bunca olumsuzluğa karşın ikinci yarıda daha çok pozisyon bulan, hatta gole penaltı kadar yaklaşan bir Trabzonspor vardı dün akşam. Tolga’nın köşe atışında Egemen ile girdiği mücadeleyi on kusurlu hareketten biri
Son olarak Mehmet Topuz’un transferi sırasında gündeme gelmişti FIFA menajerliği.
Fenerbahçe ve Beşiktaş arasındaki kavganın başrolünde yine onlar vardı.
Peki, ne demekti FIFA menajerliği?
Kimdi transfer döneminde ortalığı kızıştıran bu adamlar?
Kuralları ne kadar biliyor, nasıl uyguluyorlardı?
İşini düzgün yapanların yanı sıra, menajerliği kısa yoldan köşeyi dönmek olarak algılayanlar, meydanı daha ne kadar boş bulacaklardı?
Bu noktada harekete geçmesi gereken Futbol Federasyonu ilk hamlesini sezon başında yaptı.
Trabzonspor adına özellikle ikinci yarıdaki performansı ve hatalı oyuncu değişikliklerine bakarak bir puan iyidir demek mümkün
İlk çeyrek saatte fırtına gibi esen Trabzon ligin dişli takımlarından Gençlerbirliği karşısında iki farklı skoru yakalayınca, Büyükşehir Belediyespor maçı geldi gözümüzün önüne.
Sıkıntılı gibi görünen o deplasmanda da rakibin direncini kırmak zor olmamış, bordo-mavili ekip düşündüğünden rahat bir galibiyet elde etmişti.
Dün akşam başlangıçtaki tablo farklı değildi. Ne oluyoruz derken Trabzonspor’un golü geldi. Selçuk’un mükemmel pasıyla savunmanın arkasına sarkan Umut, geriden gelen Gabriç’i, Hırvat oyuncu da ağları gördü.
Gençlerbirliği’nin başlangıçtaki 4-2-4 dizilişi bordo-mavili ekip için büyük bir avantaj idi... Trabzonspor orta alanı kontrol eder ve hızlı toplarla bu bölgeden çıkarken hiçbir dirençle karşılaşmadığı gibi, her iki kanadı da kullanırken derin boşluklar yakaladı. İkinci gol ters kulvardan geldi. Gabriç bu kez pozisyonun hazırlayıcı, Colman ise iş bitirici rolündeydi.
Müthiş bir moral çöküntüsü yaşayan başkent ekibinin şoktan çıkması uzun sürmedi. Daha doğrusu, Trabzonspor savunmasının bir anlık konsantrasyon kaybı, o ana kadar
Disiplin Kurulu’nun tarihi kararı açıklanmadan önce içimden “Umarım Melih Gökçek inadından vazgeçer ve oğlunun Ankaragücü Kulübü başkanlığından istifa etmesine izin verir. Ankaraspor da küme düşmekten kurtulur” diye geçiriyordum.
Ama ne yaptı sayın Gökçek?
Yoktan var ettiği, yıllarca emek verip Süper Lig’e çıkardığı Ankaraspor’un bir kalemde silinmesine göz yumdu.
Bir avuç taraftarını, futbolcusunu, teknik adamını, idari kadrosunu, tesis personelini, bekçisini, çaycısını, aşçısını kaderleriyle başbaşa bıraktı.
Melih Gökçek’in 14 yıldır Ankaragücü ihtirasını bilmeyen yok.