“Futbol olmasaydı barış olur muydu?” diye soruyor insanlar. Sahi, dün akşam futbolun barışa katkısı var mıydı?
Yaklaşık bir yıl önce yine siyasetin konuşulduğu bir Ermenistan deplasmanıyla başlamıştı Güney Afrika serüvenimiz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açılış maçına gitmesi, iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin kıvılcımını atarken, milli takımın galibiyeti yüreklerimizi kabartmıştı.
Dün gece Bursa’da çok farklı bir atmosfer vardı. Ay-yıldızlı ekibimiz Dünya Kupası final umudunu yitirmiş, futbol, Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın iade-i ziyaretinin gölgesinde bırakılmıştı.
Fatih Terim’in veda maçı olması bile öğrencilerinin dışında kimseyi heyecanlandırmamıştı.
Zaten neyinden söz edilecekti ki sahadaki futbolun?
Kimsenin Ceyhun’un niye stoper oynadığını, Tuncay çıktıktan sonra kaptanlık bandının neden Terim’in “bir daha asla” dediği Emre’nin koluna takıldığını, Gökhan’ın milli takımda müzminleşen isteksizliğini sorgulayacak hali yoktu.
Millilerin atılan gollerden sonra Terim’e koşup “Bunlar senin için hocam” demesinin birkaç metre kare içinde yarattığı duygusal iletişim kaç kişinin umurundaydı ki?
Futboldaki burukluk
Komşu ülke Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın gelişi, bayrak krizi, tribünlere alınan binlerce çakma seyirci, şehirdeki olağanüstü güvenlik önlemleri, zaten fazlaca önemi kalmayan maçın çoktan önüne geçmişti bile...
Günlerdir yapılan uyarılara karşın Ermenistan ulusal marşının ıslıklanması, konuk takım kadrosu okunurken ortalığı kaplayan uğultu, ülkelerinin bayrağını açan birkaç Ermeni vatandaşının “En büyük Türkiye” sloganlarıyla sindirilmesi, maç biterken tribünlerden tekbir seslerinin yükselmesi, oyunun değil rakibin hedef seçildiğinin göstergesi değil miydi?
Eğer bir milli müsabakayı izleyen siyaset yazarlarının sayısı spor yazarlarını solluyorsa, futbolun tadında burukluk insanın keyfini kaçırıyor inanın ki.
“Futbol olmasaydı barış olur muydu?” diye soruyor insanlar.
Sahi, dün akşam futbolun barışa katkısı var mıydı?