Türkiye’nin üst düzey iki hakemi, Selçuk Dereli ve Cüneyt Çakır.
İkisi de FIFA kokartı taşıyor, ikisinin de Avrupa’da bir üst kategoriye çıkma olasılığı yüksek.
Bu sezon Avrupa’da altışar maç aldılar.
Ya Süper Lig’de?
Merkez Hakem Kurulu Dereli’ye üç, Çakır’a dört maç verdi.
Dereli dört büyüklerden hiç birinin maçına çıkamadı.
Çakır ise sadece Galatasaray-Eskişehirspor karşılaşmasını yönetti.
Yurt dışında en kritik maçları almaya aday iki hakemimiz Süper Lig’de ne hikmetse, dört büyüklerin maçlarından özenle uzak tutuldular.
Diyeceksiniz ki “Geçmişte yaşanan bazı sıkıntılar var.”
Ben de diyeceğim ki, MHK Başkanı Oğuz Sarvan’ın 25 Aralık 2008’de Fanatik gazetesine yaptığı bir açıklama var!
Hakan Can soruyor; “Baskı görmediğinizi söylüyorsunuz ama, ülkenin 1 ve 2 numaralı hakemlerini Fenerbahçe’nin maçlarına vermiyorsunuz. Her hakemi her takımın maçına vereceğiz demiştiniz.”
Sarvan yanıtlıyor: “Sözümüzün arkasındayız. İkinci yarıda herkesi her takımın maçında göreceksiniz. ”
Ve görüyoruz!
MHK, Fenerbahçe başkanı ve yöneticileriyle mahkemelik olan Dereli’yi 11 Ocak 2009’da sarı-lacivertli ekibin deplasmandaki Tokatspor kupa maçına veriyor.
Sonra?
Dereli’nin dokuz buçuk aydır yönettiği tek bir Fenerbahçe maçı yok.
Olaylı kupa derbisinde büyük eleştiri alan Çakır, Sarvan’ın dediği gibi Fenerbahçe maçında görevlendiriliyor.
Sarı-lacivertli ekibin Bursaspor’u 2-0 yendiği kupa maçının ardından MHK, “Demir tavında dövülür” deyip, Belediyespor-Fenerbahçe karşılaşmasına atıyor Çakır’ı.
8 Şubat’ta Belediyespor’un 2-0 kazandığı maçtan sonra ne rastlantıdır, o da kızağa çekiliyor.
Tam dokuz aydır Çakır’ın yönettiği Fenerbahçe maçı yok!
Düşünebiliyor musunuz? FIFA ve UEFA’nın görev üzerine görev verdiği Dereli ve Çakır, Türkiye’de Fenerbahçe maçlarına çıkamıyor!
Neden?
Çünkü MHK, Fenerbahçe’den korkuyor.
Hakemine güvenmiyor.
Hata yapmaları halinde koltuklarının gideceği endişesi yaşıyor.
Sezon başında Arena programına katılan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Trabzonspor Başkanı Sadri Şener’in “hakemlerimizi baskı altında tutmamalıyız” sözü karşısında ne demişti:
“Kendisine katılmıyorum. Belediyespor karşılaşmasına uzun süredir maçımıza verilmeyen bir hakem çıktı. İki tane ofsayttan gol yedik ve kaybettik!”
Nokta, satır.
İşin özü budur!
Buyrun şimdi cesur yürekli MHK Başkanı ve mangalda kül bırakmayan yardımcısı.
Buyrun, Dereli ve Çakır’a “Üç yıl üst üste şampiyon olacağız” diyen Yıldırım’a rağmen Fenerbahçe maçı verin.
Verin de, biz de bu ülkede hakemleri sizin mi, yoksa kulüp başkanlarının mı atadığını öğrenelim!
Ankara düşmanları!
Futbol tarihimizin en trajik günler yaşanırken, kayıkçı kavgaları devam ediyor.
Ankaraspor’un küme düşürülmesinden nemalanmak isteyenler bir tarafta, verdikleri kararın doğruluğunu savunanlar öte yanda.
Süreç içinde görüşlerini dile getiren medya ise, hedefin tam ortasında.
Hem de Ankara düşmanı olmakla, üç büyüklere, federasyona hizmet etmekle suçlanarak.
Ama ne gariptir, kimse Melih Gökçek’e büyük emeklerle Süper Lig’e taşıdığı Ankaraspor’dan niçin bu kadar kolay vazgeçtiğini sormuyor.
Transferin son gününde takımın içini neden boşalttığını sorgulamıyor.
“Futbol Federasyonu taraflı davrandı. Ama isteseydiniz Ankaraspor’u kurtarma şansınız vardı” demiyor.
Peki “Gökçek ne yapabilirdi?”
Tekrarlıyorum.
Onursal Başkan da biliyor ki, kararın açıklandığı toplantıya kadar oğlu ve 15 idareci Ankaragücü Yönetimi’nden istifa etse bu kaos yaşanmayacak, Ankaraspor cephesinde aileleriyle birlikte yüzlerce insan mağdur duruma düşmeyecek, “şimdi ne olacak?“ sorusu gündeme gelmeyecekti.
Gökçek bu şansı kullanmak istemedi.
Belki başka hesapları vardı, bilemiyorum.
Bildiğim tek şey, gerilimle beslenip güç kazanan Gökçek, çok değil ocak ayına kadar sabredebilse, hem Ankaraspor’u kurtarabilir, hem de daha sağlam, programlı ve güçlü bir ekiple Ankaragücü Yönetimi’ne talip olabilirdi.
Ancak o da, tıpkı Onursal Başkan Cemal Aydın gibi, asırlık başkent kulübünün içine düştüğü güçsüz durumdan yararlanmak istedi.
Yıllardır özlemiyle yanıp tutuştuğu Ankaragücü’ne sahip olmak için, bir daha asla bu koşulların oluşmayacağını düşündü.
“Nasıl olsa Ankaraspor’u düşürenler bedelini de öder” kolaycılığı ile topu hukukçuların kucağına attı.
FİFA, UEFA, CAS tartışmalarının ne kadar süreceğini ve ne elde edebileceğini belirsizken üstelik...
Şimdi söyleyin tanrı aşkına, kim bu Ankara düşmanları, nerede mevzilenmişler?
Prim, Terim ve federasyon
Futbol Federasyonu Başkanı ve yöneticileri de nihayet gerçeğin farkına vardılar.
Milli takımın Dünya Kupası finaline gitme şansının mucizeye bağlı olması artık neyin, nerede yanlış yapıldığının konuşulma vaktinin geldiğini gösteriyor.
Teknik adam tercihi mi, motivasyon eksikliği mi, kadro seçimindeki tartışmalar mı, bunun tespitini yapacak olanlar belli.
Belki bu akşamki Belçika sınavı, belki de Ermenistan maçı sonrası bu soruların tümü yanıt bulacak.
Ortada tartışılmayacak tek konu var ki, federasyonun Terim, ekibi ve öğrencilerine sunduğu olanaklar.
1 Haziran 2009 ile 31 Mayıs 2010 tarihleri arasında A Milli Takım için ayrılan bütçe tam 33 milyon lira.
Bunun neredeyse yarısı, 14 milyon lirası ise ay-yıldızlı ekibin Dünya Kupası finaline katılması durumunda dağıtılacak prim.
Yani işin maddi motivasyonu tarafında sıkıntı yok.
O halde?
2012 yılına kadar Terim ile devam edeceklerini tekrarlayan Federasyon Başkanı ile yöneticileri, milli takımın 2012 Avrupa Şampiyonası kaderi ve Fatih hocanın yıpranmaması için söylemlerini gözden geçirmeli.
Demokrasiyi sindirerek yaşayan ülkelerde başarısız olan parti başkanları istifa ediyor.
Bakanlar koltuğunu bırakıyor.
Yerel yöneticiler daha iyi yapabileceklere görevi devrediyor.
Bizde ise hoşgörünün ve verilen şansın sonu yok.
Şimdi gerçeklerle yüzleşme, duygusallığa kapılmadan gereğini yerine getirme zamanı.
Federasyon milli takımın geleceğini, Terim kendi kariyerini düşünüyorsa, yapmaları gereken bellidir!