Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ne zaman tribünde bir çirkinlik yaşansa, spor alanlarında fair-play ruhuna gölge düşürecek bir olay çıksa, kulüp yöneticilerinden hep aynı savunmayı dinleriz: “Bunlar bizden olamaz”, “Bizim takım taraftarı böyle davranmaz”, “Araya provokatörler girmiştir”.
Şöyle bir hafızalarımızı yoklayalım;
Bundan on yıl önce Pendikspor yenilgisinin ardından Fenerbahçe kalecisi Rüştü’ye tesis çıkışı saldırıp yumruklayanlar kimdi?
Bir grup Fenerbahçe taraftarı!
Geçen sezon Sivasspor maçında Balili’yi ırkçı sloganlarla aşağılayanlar kimdi?
Bir grup Galatasaray taraftarı!
İki sezon evvel Sivasspor maçında sahaya atlayıp rakip takım oyuncularına saldırmaya çalışanlar peki?
Bir grup Trabzonspor taraftarı!
Geçen hafta Diyarbakırspor karşılaşmasında bölücü örgüt aleyhine tezahürat yapıp konuk takım oyuncusunu, idarecisini, teknik adamını aynı kefeye koymaya çalışanlar?
Bir grup Bursaspor taraftarı!
Hakemlere hemen her maçta ana-avrat sövüp, hakaret edenler?
Bir grup bilmem ne takımı taraftarı!
Ya önceki sabaha karşı Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’e yumurtalı, tekmeli protestoda bulunan, yöneticilerden kaleci Rüştü’yü alıp linç etme girişimine ortak olmalarını isteyenler?
Bir grup Beşiktaş taraftarı!
İşte, zamanında gözardı ettiğimiz, önemsemediğimiz, yeri geldiğinde küçümsediğimiz o küçücük (!) taraftar grupları bugün çığ olup yok etme noktasına geldi.
Düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin en köklü, en saygın kulüplerinden birinin başkanı yanında korumaları olmasa, bırakın hakaret ve sözlü saldırıyı, belki de kendi taraftarı tarafından darp edilecek, tekmelenecek, dövülecek.
Neden?
Çünkü iki ay öncesinin iki kupalı takımı el üzerinde taşınırken, bugün ligde ve Avrupa’da hayal kırıklığı yaşatıyor, başarısız sonuçlarla ona gönül verenleri üzüyor.
Ezeli rekabette rakiplerinin gerisinde kalmayı hazmedemeyenler, başkan ya da futbolcu döverek rahatlayacaklarını, işlerin ancak böyle rayına girebileceğini sanıyor.
Tribünde koltukları söküp sahaya atan, tuvaletleri kullanılmaz hale getiren, rakip takım taraftarlarının otobüsünü parçalayanların da düşünce olarak farkı yok bunlardan.

Haberin Devamı

Sadece onların suçu mu?
Fakat bugüne kadar yaptıkları her uygunsuz eylemin neredeyse koruma altına alınması sadece onların suçu değil.
FIFA ve UEFA futbol terörünün, ırkçılığın, dini ve etnik ayrımcılığın üzerine gözünü kırpmadan gider, en ağır yaptırımları uygularken, federasyonlarımız, kulüplerimiz, kulağının üzerine yatıp büyüyen tehlikeyi seyretmekle yetindi. (Federasyon, Bursa’da yaşananlardan sonra dün talimat değişikliğine gidip geç de olsa bazı yaptırımları yürürlüğe soktu).
“Efendim o sloganlar kabul edilemez ama, talimatın hangi maddesine sokup ceza vereceğiz” ifadeleriyle günü kurtarmaya çalışanlardan tutun da, “Benzer olaylar pek çok yerde var. Sahamızı kapatamazlar” gibi garip laflarla yöneticilik yaptığını sananlara değin uzanan sorumlular zincirinden, maalesef spor medyamızın bazı yorumcuları da nasibini aldı.
“Derbi maçı seyircisiz oynanır mı hiç” diyerek hiç sıkılmadan büyük takımlara kıyak geçilmesini talep edenler ile kaşkollarının rengindeki mürekkepleriyle sadece bir kesimi mutlu etmeye çalışanların, bugün stat anarşisi ve bölücülük konusunda ahkam kesip, etik dersi vermeye çalışmalarını şaşkınlıkla izliyorum.
Ve soruyorum; “PKK dışarı sloganları” Bursa’da değil de, Ali Sami Yen’de, İnönü’de, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda atılmış olsaydı, bu şahıslar, aynı şevkle ve istekle kalem kırmaya kalkabilir miydi?
Gülerim.
Yıllar önce Konya’da, Çanakkale’de, İzmir’de, Kayseri’de, Ankara’da, Rize’de, Sakarya’da yaşadık.
Gittik, gördük, üzüldük, yazdık.
Bir kenti ve orada yaşayanları ayrımcılığın parçası yapmayın dedik
“Bir daha buralara gelme”, “Seni gidi PKK’lı” tehditleri aldık.
Şimdi bakıyorum da, topyekün bir “futbol açılımı” merakı sarmış insanları.
Sorunun özüne inmeden, köklerini sarmış mikrobu temizlemeden, ağacı dallarını budayarak kurtarmaya çalışmak ne çare?
Kimdir bu “bir grup taraftar”?
Kimdir stadınızda küfür eden, yakıp yıkan, ırkçılığın, bölücülüğün dik âlâsını yapan insanlar?
Önce bunların tanımını yapın, teşhisi koyun, sonra tedaviye başlayın.
Ama ben söyleyeyim.
Onlar dikkate alınmayacak kadar küçük, hoş görülecek kadar masum değil artık.
Onlar 21. yüzyıl Türkiye’sinin önündeki en büyük sıkıntılardan biri.
Sadece futbolumuzun ve geleceğinin değil, demokrasinin, düşünce özgürlüğünün, insan haklarının ve emeğe saygının karşısına dikilmeye çalışan en ciddi tehlike onlar!

Haberin Devamı

Günün sözü
Nankör insan, herşeyin fiyatını bilen, fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen insandır. (Oscar Wilde)

Haberin Devamı

Tabata’yı kaça satarsınız?
Devre arasında, sezon sonunda yahut bir başka vakit.
Tabata, Beşiktaş’taki sözleşmesi bitmeden, Gaziantepspor’a geri dönerse kimse şaşırmasın.
Öyle ya, bu kadar çok para ödenen bir futbolcunun tekmeye kafa, uçan kuşa vole atması gerekirken Tabata ne yapıyor?
En kritik maçlarda kulübede oturuyor.
Belki onu kırmızı halı sererek beklemediğini bildiğimiz Mustafa Denizli’nin oyun anlayışına uymuyor, belki de şu anki performansıyla formayı kapacak yeterlilikte görülmüyor.
Peki, Tabata kötü futbolcu mudur? Asla.
Ancak 8 milyon eurosu Gaziantepspor’a, 4.5 milyon eurosu da kendisine olmak üzere, 12.5 milyon euroluk bir futbolcu da değildir.
Bugün pekçok Süper Lig kulübünün bütçesi 20-25 milyon lira iken, Brezilyalı’nın Beşiktaş’a maliyeti neredeyse o kadardır.
Önümüzdeki günler ne gösterir bilemiyorum.
Beşiktaş üç yıla yaydığı bonservis bedelinin tamamını ödemeden Tabata’yı elden çıkarırsa zarardan dönebilir.
Neden mi? Yanıtı bir başka soruda gizli.
Sözleşmesi bittiğinde Tabata’yı 8 milyon euroya satabilir misiniz?
O gün 32 yaşına gelmiş bir orta saha oyuncusunu ya Santos ya da Guimas kulübüne 1.5 milyon dolara ancak gönderirsiniz.
Ehh, bu kafayla bu bile fena bir ticaret sayılmaz hani!