Strasbourg
Strasbourg yine aralık kostümlerine bürünmüş: Işıklı, göz alıcı, soğuk, mesafeli...
Gösterişi seven, teması sevmeyen, kibirli bir aristokrat gibi...
Sabahları erken kalkıyor ve erken uyuyor geceleri...
Belki 10 yıldır her aralıkta gelip gidiyorum bu Fransız kentine...
Ne meydandaki süslü Noel çamının boyu değişiyor, ne köşedeki kestanecinin yeri...
Otelin kahvaltısının menüsü de aynı; otelin önünde, yağmura aldırmadan akordeon çalan müzisyenin repertuarı da...
15 yıldır süren kirli bir davada çıkacak kararı, Strasbourg’da Kültürlerarası Yurttaşlar Derneği binasında Pınar Selek’le birlikte bekledik. Türk televizyonlarından yayınlanan haber bizleri dehşete düşürdü: Ergenekon duruşması ve çıkan olaylar, Özal’ın zehirlenme raporu, Selek’e kurulan komplo...
Kültürlerarası Yurttaşlar Derneği’nde çeşitli iletişim kanallarındanduruşmayı takip ettik.
Strasbourg
Strasbourg şehir merkezinde, Kültürlerarası Yurttaşlar Hareketi (ASTU) derneğinin binası...
Salonda geniş bir masa...
Masanın üzerinde kıymalı-peynirli pideler, çaylar, şaraplar...
Ergenekon soruşturması, 2007’de Ümraniye’de bir astsubayın gecekondusunda el bombaları bulunmasıyla başlamıştı.
Habertürk’ten öğreniyoruz ki, o gecekondu yıkılmış, yerine kebapçı açılmış. Adı:
“Aboov”
Yakışmış.
* * *
O günlerde Dışişleri Bakanı olan Gül, aralarında benim de bulunduğum bir grup gazeteciye Çırağan’da yemek vermiş, sohbette yazılmamak kaydıyla, “Bu bombalara dikkat edin. Bunun arkası gelecek...” demişti.
Gerçekten de arkası geldi ve iddiaları duydukça hepimiz “Aboov” dedik.
Geçen ay bir anaokulunu ziyaret ettim. Sınıf öğretmenleri, çocukların bir yazarla tanışmasını istiyordu.
5 yaşındakilere “Yazar ne iş yapar” diye sordu.
Birkaçı el kaldırıp “Yazı yazar” dedi.
“Peki şarkıcı ne iş yapar” diye sorunca tüm eller kalktı.
Çocuk dünyasında yazarın yeri, şarkıcınınkinden çok gerideydi.
* * *
Yaşamını tekerlekli sandalyede sürdüren beyin araştırmacısı Ordinaryüs Profesör Onur Güntürkün, güvercin beyni üzerine yaptığı araştırmalarla, “Almanya’nın Nobel’i” sayılan Leibniz Bilim Ödülü’nü kazandı
Bugün bir mucize öyküsü anlatacağım size... Bir engellinin, beyniyle önce engelleri aşmasının, sonra da insan beyninin sırlarını çözmesinin, ümitvar hikayesini...
Onur adlı çocuk
Hikayemiz 18 Ağustos 1962 günü Zonguldak’ta başlıyor.
4 yaşındaki Onur, o gün plaj dönüşü bisikletinden düştü. Sağ ayağını paslı bir teneke kesti. Gece ateşlendi. Sabah kalktığında pelte gibiydi. Çocuk felci gelip onu vurmuştu. Görüyor, anlıyor, konuşuyor ama hareket edemiyordu.
Almanya’da tek başına
Muhteşem Yüzyıl’da Kanuni’nin çok öpüştürüldüğü söylenince, Semra Özal’ın Londra konuşması geliyor aklıma...
1988’de British Museum’da “Muhteşem Süleyman sergisi” vardı.
Sergiyi Başbakan Özal’ın eşi açacaktı.
Prens Charles ile Prenses Diana da açılıştaydı.
Prenses, sergiyi öven bir konuşma yaptı.
Ardından Semra Hanım kürsüye çıktı ve “Kanuni” adının “kanun yapmaktan” geldiğini izah etti.
Türkiye oldum bittim iki tehlikeden korkar: Şeriat ve bölücülük... Onlar örgütlenir, devlet kapatır.
Bu iki suçlamanın muhatapları defalarca yargılandı, hapse atıldı, partileri kapatıldı.
Sonuç ne oldu?
Her kapatmadan büyüyerek çıktılar.
* * *
Önce “laikliğe aykırı faaliyet”ten kapananları hatırlayalım:
Ben de o siyah önlükler içinde, boynu dilim dilim kesen, kolalı beyaz yakalıklarla okula gidenlerdendim.
İçindekini hiçleştiren, hepimizi aynı tornadan çıkmışçasına “bir”leştiren o üniformaya hapsolmayı hiç sevmedim.
Benim lügatimde “tek tip” demek, “tipsiz” demekti.
Daima “çok tiplilik”i benimsedim.
* * *
Elbette işin felsefesindeki sosyal adalet duygusunu anlıyorum.
Önlüğün yıllar yılı fakir ile zengini eşit göstermekte, çocukların komplekse kapılmasını önlemekte kullanıldığını biliyorum.