Nebil Özgentürk harika bir iş yaptı: Geçtiğimiz asra damga vurmuş sanatçı öykülerini derledi.
(“Sanatımızın Hatıra Defteri”, Denizbank Kültür Yayınları, 2012)
Yılbaşı molasında, bir solukta okudum kitabı...
Sayfaları çevirdikçe kah şaşıp acıyarak, kah kızıp kahrolarak...
Yaratıcı beyinleri kaynattığımız kazana bir dalıp bir çıkarak...
Bugün baş tacı ettiklerimize hayattayken çektirdiklerimize yanarak...
* * *
BURSA
TECAVÜZE UĞRAYAN ÖRDEK
Yıl, tecavüz haberleriyle geçti, ama bu da en fecilerden biriydi.
Eylül ayında, Bursa Orhangazi’de 77 yaşındaki Salih A.’ya ait ördeğe, 50 yaşındaki damadı tecavüz etti.
Ördeğin sahibi Salih A. olayı şöyle anlattı:
12 Eylül’de öğrenciydim. Üniversite ağır baskı altındaydı. Hocalarımız türlü bahanelerle kovuluyor, büyük bir tasfiye yaşanıyordu.
YÖK, özerkliği yok ediyor, rektörleri memura, akademisyenleri emir erine çeviriyordu.
Hepimiz gür bir ses, bir toplu itiraz bekliyorduk.
Ne var ki herkes sindirilmişti. 2 sene ses çıkmadı.
Nihayet Haziran 1982’de 100’ü aşkın akademisyenin bir ortak bildiri hazırladığını haber aldık. Heyecanlandık.
Askeri yönetime sunulan bildiriyi merak içinde dinledik.
Şöyle diyordu:
Teslim olmayan, korkmayan bir kampüs. Hocalarıyla, öğrencileriyle, eylemleriyle baş eğmeyen bir yapı... Tepkisini gösteren, gerekirse kavga eden, stadına ‘Devrim’ yazan bir üniversite. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saklayan okul. Emperyalizme karşı verilen devrimci mücadelenin yüksek öğrenim yurdu. Burası ODTÜ... Bulaşanın hayır göremediği bir kurum...
16 Ocak 1971 gecesi ODTÜ Rektörü Prof. Erdal İnönü’nün Mebusevleri’ndeki evinin telefonu çaldı.
İnönü telefonu açtı. Karşıdaki ses:
“- Ben Deniz Gezmiş’im” dedi.
İnönü bir kez Deniz Gezmiş’le karşılaşmıştı.
Üniversitenin garajlar kısmında bir öğrencinin olay çıkardığını duyunca oraya gitmiş, karşısındaki uzun boylu parkalı gence “Ne istiyorsun?” diye sormuştu. Konuştuğu gencin Deniz Gezmiş olduğunu sonradan öğrenmişti.
Sevdiğim bir dizinin kadın kahramanı birkaç hafta önceki bölümde ağlamaklı bir yüzle yolda yürürken birden durdu, kameraya dönüp hayatta mutlu olmak için bir sürü neden olduğunu söyleyiverdi.
“Nerden çıktı şimdi bu” diye düşünürken reklamlar başladı ve bunun bir içecek firmasının reklam sloganı olduğunu anladık.
Dizinin senaristleri, uyup uymadığına bakmaksızın, o sloganı kahramanımızın ağzına yapıştırıvermişti.
Ardından yine sevdiğim bir dizinin polis kahramanları, durduk yerde, yine adını vermeden bir arabayı övüp pazarlayıverdi laf arasında...
Sonra bir anda bütün ünlü dizi kahramanları manasız yere tuhaf sloganlarla konuşmaya başladı.
* * *
Reklamcıların yeni stratejisi bu...
Çok özenmiştim okuduğumda: Fransa’dan öğrenci değişim programıyla Eskişehir’e gelip orada “gizli örgüt üyeliği”nden tutuklanan Sevil Sevimli’nin Bursa’daki mahkemesine Fransa’da okuduğu Lyon Üniversitesi’nin rektörü katılmıştı.
Destek için gelen rektör mahkeme kapısında Sevil’i şöyle savunmuştu:
“20 yaşında bir genç, dünyayı değiştirmek ister.”
* * *
Öğrencisini adaletsizliğin elinden çekip almak için Fransa’dan kalkıp gelen bir üniversite rektörü...
İnsan özeniyor.
Strasbourg Üniversitesi rektörünün “Pınar Selek’in arkasındayız” açıklamasını okuduğumda da özenmiştim.
Bülent Arınç, siyasi iklimin insanları nasıl farklı kamplara sürükleyebildiğini ilginç bir örnekle sergiledi:
1960’larda Ankara Kadastro Lisesi’nde yatılı okuyan, birlikte namaz kılıp oruç tutan iki talebeden Abdullah Öcalan PKK’yı kurarken, Durmuş Yılmaz Merkez Bankası Başkanı olmuş.
O ekipten Yakup İnce, Risale-i Nur talebeleriyle buluştukları gün, Öcalan’ı yanlarına almadıklarını söylüyor:
“O gün bizimle gelse, kendini başka yere atmazdı” diyor.
* * *
Öcalan, Mehmet Ali Birand’a verdiği röportajda (“Apo ve PKK”, Milliyet Yayınları, 1992, s: 79) Maltepe Camii’nde namaz kıldığı günlerden şöyle söz etmişti:
“Muhafazakar bir yapıdaydım. Feodal değer yargılarının etkisi altındaydım. Necip Fazıl’ın konferanslarına gider, duygusal yönden de bayağı etkilenirdim.”
Mazhar Alanson, New York dönüşü yazmıştı: “5 dakkada değişir bütün işler” diye...
Ben de dört gün Fransa’daydım; döndüm ki ne göreyim:
5 dakkada değişmiş bütün işler...
Hava dönmüş, rüzgar tersten esiyor.
* * *
Gazetelere bakınca gördüğüm şu:
“Ergenekon büyük tehdit” diyenlerle “Ergenekon büyük palavra” diyenler, pek nadiren gözlenen bir fikir birliğiyle aynı teşhiste buluşmuş: