15 yıldır süren kirli bir davada çıkacak kararı, Strasbourg’da Kültürlerarası Yurttaşlar Derneği binasında Pınar Selek’le birlikte bekledik. Türk televizyonlarından yayınlanan haber bizleri dehşete düşürdü: Ergenekon duruşması ve çıkan olaylar, Özal’ın zehirlenme raporu, Selek’e kurulan komplo...
Strasbourg
Strasbourg şehir merkezinde, Kültürlerarası Yurttaşlar Hareketi (ASTU) derneğinin binası...
Salonda geniş bir masa...
Masanın üzerinde kıymalı-peynirli pideler, çaylar, şaraplar...
Masanın çevresinde Türkler, Kürtler, Fransızlar...
Akademisyenler, feministler, lezbiyenler, avukatlar, insan hakları aktivistleri...
Masanın başında Pınar Selek oturuyor.
Gözler televizyonda...
Türk haber kanallarından, 15 yıllık bir kirli davanın sonucu bekleniyor.
Bir Fransız televizyon ekibi çekim yapıyor. Pınar sık sık dönüp onlara yorum yapıyor.
Bilgisayarından yorumları izliyor, duruşmaya katılanların Twitter mesajlarını okuyor.
Sürekli çalan telefonuna yetişmeye çalışıyor.
Öğleyin salon kalabalıklaşıyor. Pınar her gelen konukla kucaklaşıyor.
Tam bir dayanışma örneği...
İbret davası
Selek’in akademik çalışmalarını sürdürdüğü Strasbourg’daki bu manzara, davasının nasıl uluslararası nitelik kazandığının da göstergesi aslında...
Pınar Selek davası, Türkiye’nin yüz karası...
28 Şubat’ın en uzun sürmüş kalıntısı...
Bir adalet faciası...
Kısaca hatırlatmakta yarar var:
Sosyolog Pınar Selek, PKK’lılarla bir sözlü tarih çalışması yapıyordu. Bunca yıl çoktan yapılmış olması gereken bir araştırmayla örgütün sosyolojik temellerini ortaya koymaya çalışıyordu. Hem de 1997’de... En zorlu dönemde...
Birileri, sadece ona değil, benzer çalışmalara kalkışabilecek olanlara da gözdağı vermek istedi. Ve cadı kazanı kaynatıldı.
Selek, 1998’de gözaltına alındı ve belalı süreç başladı.
Filistin askısında
Dün bir yandan duruşmaya koşan dostlarını televizyondan
izlerken, bir yandan bana başına gelenleri anlatıyordu:
Polis, araştırma için görüştüğü kişilerin isimlerini istemiş. Pınar reddetmiş. Başına elektrik vermişler. Sonra bedenini Filistin askısına asmışlar. Sol kolu çıkmış.
Babasını çağırıp “İsim versin hemen bırakalım” demişler.
Vermemiş Pınar...
Vermeyince polisin artık tanıdık “suç yamama operasyonu” başlamış:
Örgüt üyeliği suçlaması...
Bürosuna bomba konulması...
Yine olmayınca da Mısır Çarşısı’nda patlayan bombanın Pınar’ın üzerine yıkılması...
Ama bunlar o kadar acemice hazırlanmış ki bilirkişi, patlamada bomba olmadığını hemen tespit etmiş, mahkeme beraat vermiş.
Ancak beraat kararı her seferinde temyizden dönmüş.
15 yılda 3 beraat kararı çıkınca, sonunda mahkeme heyeti değiştirilmiş.
Nihayet geçen ay, yeni mahkeme heyeti, eskisinin verdiği beraat kararını yok saydı, başa dönüldü.
Neden Pınar?
“Neden Pınar” sorusunun “ibret olsun” dışında da pek çok cevabı var:
Pınar, sadece Kürtler için değil, sokak çocuklarından, seks işçilerine, feministlerden, vicdani retçilere kadar “dara düşen herkes” için kıymetli bir isim; bir militarizm karşıtını bomba koymakla suçlayarak itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Pınar’a sorarsanız hedef olmasının bir nedeni daha var:
“Mısır Çarşısı komplosu açığa çıkarsa, ağzı yanacak çok insan var. Dönemin emniyet müdürlerinden, komutanlarına kadar... Hatta kendisini ‘Öcalan’ın sevgilisi’ ilan eden haberleri üreten, servis eden, yayınlayanlara kadar...”
Cadı avı sürüyor
İyi de 28 Şubat cadı avının yargılanacağı söylenen bir dönemde bu komplonun açığa çıkarılması daha iyi değil mi?
İşte bu noktada takke düşüyor, kel görünüyor:
İktidar, 28 Şubat’ın kendisini hedef alan taarruzunu bertaraf ederken, bu cenahtaki komployu sürdürüyor.
Selek davası, bu açıdan bir turnusol kağıdı işlevi görüyor.
“Bitti” denilen 28 Şubat, Pınar için sürüyor.
Ve 1000 yıl daha sürecek gibi görünüyor.
Ekrandaki Türkiye
Fransa’da, çoğunluğunu Fransız aktivistlerin oluşturduğu bir salonda, televizyonlara yansıyan Türkiye’yi izleyince dehşete kapılıyor insan:
İlk haber, Ergenekon duruşması ve çıkan olaylar...
İkinci haber, ölen Cumhurbaşkanı’nın zehirlenme raporu...
Üçüncü haber Selek’e kurulan komplo...
Dördüncü haber Kürt milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması tartışması...
Ve bütün bunlar, 12 Eylül’de, 17 yaşında bir çocuğun idamının yıldönümüne denk geliyor.
Ne “şahane” bir ülke manzarası değil mi?
Kardeşi avukat oldu
Bir de özele bakalım:
Bu süreçte Pınar’ın annesi olanlara dayanamayıp vefat etmiş.
Babası her daim bir kale gibi duruşma salonunda...
Kardeşi Seda dün yanındaydı. İşletme okuduktan sonra ablasının başına gelenleri görünce avukat olmaya karar vermiş. Hukuk’u bitirmiş. Şimdi davada savunman olarak görev yapıyor.
Pınar’a gelince...
Araştırmasına el konulması, işkence, 2,5 yıl tutukluluk, 15 yıllık yargılama ve şimdi bir nevi sürgün hayatı onu yıldırmamış.
Dün, gün boyu kararı beklerken, dostlarıyla kucaklaşırken, ona destek için gelenlerin “Allı turnam, bizim ele varırsan” türküsünü dinlerken yüzü hep gülüyordu.
Sonunda “bizim el”den yine erteleme kararı geldi.
Yargı ve polis içinde bir grup, belki dayanışmaya gelenlerin direncini kırmaya, belki hepimizin başında sallandırdığı Demokles Kılıcı’nı bilemeye çalışıyor.
‘Hala Tanığız Platformu’ üyeleri, Selek duruşması için
Çağlayan’daydı.
Desteğe koşan eller
Pınar, kararı “Korkunç bir hukuksuzluk bu kararla devam ettiriliyor” diye yorumladı.
Evet, yorgundu, ama elini tutmaya koşanlardan güç alıyordu. Bugüne dek sokak çocuklarından, eşcinsellere, haksızlığa uğramış Kürtlerden, seks işçilerine kadar el uzattığı kim varsa, şimdi ona borcunu ödemeye, el vermeye koşmuştu.
Hiç istemese de, yaşanan adaletsizlik sayesinde, “Selek dayanışması”, hiyerarşik olmayan, kendiliğinden, sivil bir toplumsal harekete dönüşüyordu.
Belki de bu davadan geriye kalacak asıl kazanım oydu.