Topsuz topçular futbolsuz futbolcular

14 Haziran 2002


<#comment>Galatasaray’ın, Fenerbahçe’yi 2 - 0 yendiği maçın sonrasıydı. Bülent Akın iki golün birini atıp, seyirciyle barışmış, benim de kafam karışmıştı. O, Johnson, Mirkoviç’e veya onlar gibilere kafam takıktı zaten. Kimdi bunlar. Futbol sanki bir vakıf kurmuş, - mesela futbol vakfı ya da futbolun vakfı, ya da ya da futbol - ü vakıf - bunları sahaya sürmüştü. Bu kadar basit işte futbol diyordu sanki vakıf. Onlar bile oynuyor. Hadi siz de futbola başlayın! Hagi, Rapajc, Sergen ile yayamazsınız futbolu demiştim. Onlar anadan futbolcu doğanlar, ama öbürleri yani sonradan topla haşır neşir olanlar, hatta hala olamayanlar. Topsuz oynarlar deniyordu onlara. Zaten topla da oynayamıyorlardı. Ne onlar topu seviyordu, ne de top onları. Topsuz coşanlar, sağa sola koşanlar. Top rakipteyken öne çıkıyorlar, rakibi bunaltıp, alanı daraltıp, hatta sıkıp bıktırıp bazen çıldırtıp, topu kapıp en yakın arkadaşına veriyorlar, hidayete eriyorlardı. Hatta çoğu zaman en yakına bile atarlarken pası bağırıyordu herkes, "Aman rakibe verme oğlum.!" Gol de atınca o gün Bülent Akın, işte demiştim, futbol vakfının beklediği gün, bugün. Yarın sabah çocuğunu alan, alt yapılara dolacak, "Hadi oğlum kalk bakalım.

Yazının Devamı

Hakemin öylesi, reklamın böylesi

7 Haziran 2002


<#comment>Neymiş milyarlarca dolara yapılamıyacak reklammış. Şimdi herkesin dilinde ya bu iki cümle, ya da bir başkası... O artık bir Türk markası. İşte o zaman perde arkası... Cuk diye böyle oturuyor belki de...
Hani Benin ve hakemi. O reklam, bu reklam işte. Altı - üstü, sağı - solu bir er kişi... Kore’ye Japonya’ya giden. Hadi belki federasyon başkanı, bir - iki ilgilisi veya bir - iki bilgilisi daha. Fondan - mondan da değil, cepten ödesek veya hepten, gidişi - dönüşü oteli - yemeği memeği, duşu muşu kahvaltısı hatta çocuğa oyuncak, hanıma bir iki dandik Rolex. Kısaca Beninle Uzak Doğu arası hepsi hepsi 30 bin bile tutmaz Amerikan parası.
Benin’i çiziyoruz artık hepimiz. Haritada öğrendik de, öğretiyoruz bile yerini. Yok Togo’nun, Gana’nın yakınında, Yok Nijer’in altı, yok Nijerya’nın üstü... Mermeri, petrolü, hatta nüfusun 6.5 milyonu, üstelik yüzde 3 AİDSlisi yok şusu yok busu... Ne demişler... Belki de dememişler. Hakemin olsun Benin’den olsun. Benin’i bırakıp, Burkina Faso’ya geçelim. O en acayibi. Hatta en tuhafı. Hadi Benin 30 bin dolar iyi kötü masraf etmiş. Peki Burkina Faso... Hiç vermeden, kimseyi göndermeden reklamın kralını o yaptı. Ne diyoruz veya

Yazının Devamı

İri isimler mi diri cisimler mi?

1 Haziran 2002


<#comment>İkinci periyot 34 - 31 bitmişti. Efes oldukça nefesli, Ülker üç sayı geride olduğu için baya hevesliydi. Harun’un aldığı dakikalar eskiye göre çoktu. Ama sayısı yoktu. 17.46 dakikaydı ilk iki periyodda oyunda kaldığı süre. Didin oyunu belli ki onun üzerine kurmuştu. Fakat kaptan en kritik maçta durmuştu veya durdurulmuştu. Her neyse...
İlk yarıdaki Ülker’i tek kelimeyle anlat deseler Lollisspor’du onlar derdim. 31 sayının dokuzunu atmış, 13 ribaundun da dördünü almıştı. Efes önceki maça oranla değişmiş veya değişmiş gibiydi. Mahmudi belli ki oyuncularını iyice haşlamış, zaten oyuna da Kaya ile başlamıştı. Kaya da kaya gibiydi doğrusu. 15.46’da sekiz sayı atmış, 15 ribaundun sekizini alıp pota altlarını birbirine katmıştı. Alper, Mahmudi’nin ikinci kozuydu. Harun’la oynuyor, Kaptan’ın fazla dakika aldığı maçta Alper de onun kadar sahada kalıyordu. Harun’u iyi tutuyor, iyi okuyor, üstelik hücumda da iyi sokuyordu. 21. dakikada maç yine nefes nefese, skor da 45 - 42 hala Efes’eydi. Ya Harun biraz oyuna bulaşacak, kendi skoruna ulaşacak, ya da Efes kopup gidecekti. Öyle de oldu zaten, 32.34’te Harun tekrar girdiğinde skor 60 - 49 Efes olmuştu, ilk beşi, ikinci beşi,

Yazının Devamı

Biraz benzin lütfen

31 Mayıs 2002


<#comment>Aynı kanda iki candılar. Biri can öbürü candan hatta çok candan veya çok çok candan diyelim. Birinciyi bir saniyede silerdim de, ama ikinciyi vallahi de billahi de hiç tanımamayı dilerdim. Ama tanıdım. Kendime binlerce kere "Aman takılma" dedim, ama takıldım. İyi de mok yedim.
Made in Benden devam edelim. Köyün Delisi’nin yazıldığı gün, yani bir önceki gün, yani dün. Gece yarısı. İki mumlu salon yine loş. Söyleyen Pino Daniele hoş oğlu hoş ve Köyün Delisi nahoş oğlu nahoş, oğlu nahoş. Benzinim bitmiş. Üstelik ibrem bozuk, fark etmemişim de. Yolda kaldım anlayacağınız. Vermeden almak Allah’a mahsus ya. Almadan vermek de bana galiba. Kafam karışık. Hatta kuruşuk da. Deli’nin zoru değil bu. Belki altındaki ateşin sönmeyen koru. Ya da dertin lüksü. Üç yıldızlısı, dört yıldızlısı hatta beş yıldızlısı. Hatta, hatta yıldız ötesi.
Evet bugün, o günlerden biri veya gecelerden. İki ruhlu bir küçüğe sevgi postalamak, ilgi pompalamak tüketmiş beni. Hani yanınızdakine dersiniz ya seni seviyorum. Vallahi gülüp geçiyorum. Bir de uzaktakini sevmeyi deneyin. Hatta hatta çok uzaktakini. Hatta hatta başkasının tuzağındakini. Evet depom boş. Yanlış anlamayın, ya da anlayın. Ama

Yazının Devamı

Cinlik mi hinlik mi?

26 Mayıs 2002


<#comment>Tabi niyetim ne Didin’i ince ince süzmek, ne de kazandığı halde Mahmudi’yi üzmek. Ama ikisi de heran oyunun içine girip durdular. Ve kırk dakikaya yüzkırk damga vurdular. Düşünün ilk devre Ülker 43 atıp 51 yemiş. Kısaca "Ben bugün defans yapamıyorum" demiş. Peki o zaman 38 - 28 Efes öndeyken 13. dakikada niye hem Lollis, hem Harun, hem Haluk kenarda... İşte, onun için of aman aman. Anneanneler, babaanneler hatta dedeler, torunlar bile biliyor ki, Ülker, Lollis’siz tekliyor. Haluk’suz, Harun’suz da skor yapamayıp bekliyor. Sanki, alternatifleri çok. Peki on sayı gerideyken, hâlâ bu üçlü Allahaşkına niye yok.
Sonra periyodun üçüncüsü başlıyor. Sahadaki beş, Haluk, Goljoviç, Kerem, Tutku, Zaza. Ve tabii geliyor, görünen, beklenen kaza... Dün Ülker’in kazanacaksa, atarak kazanacağı belli olmuştu. Öyleyse en kritik dakikalarda sahada niye Harun’suz beşler oluşmuştu.
Ülker böyle de Efes farklı mıydı?
Ülker’den farkları kazanmaları. Kazananın da haklı olması. Geçen seneden kalan hani Ülker’di ya şampiyonluğu alan... "Didin’in fendi, Mahmudiyi yendi" denmesi etkilemiş Oktay’ı... Hem gaza hem frene, üstelik aynı anda bastı. İki coach hamle üstüne hamle yaptılar.

Yazının Devamı

Marcus’un adı Asım’ın tadı

23 Mayıs 2002


<#comment>Efes - Ülker... İki takım da ligin finalinin adı, Asım ve Marcus da tadıydı. 59 - 55 Efes’ti skor, ufak ufak yazmaya başlarken... Maçın da 27. dakikası. Lollis, Efes uzunlarıyla müthiş savaşıyor, Haluk her an her saniye maça asılıyor, Harun sessiz ve sayısız bekliyor, Efes de Mehmet Okur’un bölgesinden tekliyordu. Stombergas ve Kambala, Marcus’u yalnız bırakmıyor, katkı sağlıyor. Efes Pilsen hiç beklemediği yerden, içeriden dağılıyordu.
Evet, maçın gidişatı az çok belli olmuştu. Üçüncü periyot biterken Ülker 60 - 59 öndeydi. İki kader adamı var maçın diye düşündüm. Harun ve Mehmet’ti onlar... Hani o ana kadar sessizce duranlar. İkisinden patlayan, coşan, daha çok zıplayıp koşan, kısaca takımına katkı yapan kazanacaktı. Tabi hem de kazandıracaktı. Öyle de oldu zaten... Ne tuhaf... Ülker, Efes’in en avantajlı olduğu uzunlarının arasındaki bölgeden vuruyor. Mehmet Okur hala duruyordu. İşte, Stelmahers’in aniden bir üçlük, bir ikilikle patlaması, Didin’in alan savunmasıyla Efes’in hafifçe çatlaması. Sonra 73 - 72 Ülker’ken Lollis’in beş faul alması... Son iki buçuk dakika saha dışında kalması. Ne dersek diyelim, maç gibi maçtı vallahi. Bütün sene hakiki basketbolu

Yazının Devamı

Parmeggiano mu satıyorsun ?

17 Mayıs 2002


<#comment>Beş - on gün önceydi, ya da daha fazla. Ne hangi program olduğu, ne de stüdyoya hangi futbol filozoflarının dolduğu... Önemli de değil zaten. Önemli olan o. O da zaten tek aklımda kalan.
Telefonla katıldı o. Yani Hakan Şükür. Bu arada yeri gelmişken. Çok mail alıyorum. Yahu niye hep Hakan Şükür. Vallahi billahi onunla hiçbir sorunum yok çok şükür. Ama artık örneğin kötüsü oluyor. İnsanlar da bunun için sinirlenip doluyor. Parma’da çok mutluyum diyor. Rahatım, huzurluyum. Ailece yemeğe, memeğe gidiyoruz. Final, falan. Mağlup olsak da huzur içinde yiyip içiyoruz. Tam böyle değilse de benzer şeyler söyledi. Kimse de sormuyor. Üstünde de durmuyor. Niye mutlusun ? Neden mutlusun ? Hatta niçin mutlusun ? Öyle ya, utçunun utsuzu, futbolcunun futbolsuzu, şutsuzu. Olması gerekirken Parma’nın en mutsuzu... Evet, keşke orada olsaydım ve sorsaydım. Niye mutlusun ? Yoksa başka iş mi yapıyorsun ? Mesela dükkan açtın, Parmeggiano mu (Parma peyniri) satıyorsun ? Ya da Parma’nın o meşhur Parmelat ürünlerini. Dersen ki, paramı gününde alıyorum, o zaman bir soru daha sana. Ne alıyorsan senelik, doların beş milyon tanesi diyorlar. Peki beş yerine üç alsan, daha çok oynasan hani daha

Yazının Devamı

Bugün kapalıyız

10 Mayıs 2002


<#comment>Hep diyorum ya, Akdenizliyim. Heyecanlı, çok heyecanlı, çok çok tezcanlı, hatta çok çok çok sıcak, sımsıcak kanlı. Hadi diyelim Deli - Kanlı. Bir fazla, hatta iki, hatta hatta çok fazla duyguyla yaşıyorum herkesten. Hem üzülürken, hem sevinirken. Kısaca ölümü hem çok şok etti, hem çok salladı beni. Yazım hazırdı. Ama istemedim çıkmasını. Onun öldüğü günün ertesi günü, yani bugünü, bir - iki kişinin bile gülmesi, etkilenmesi veya kızıp öfkelenmesi, hatta beğenmesi, nefret etmesi rahatsız etti beni. Lütfen bugünlük beni hoşgörün. Hem sizden, hem Milliyet yönetiminden özür diliyorum. Onun duygularının sıfırlandığı gün, yani dün, kimsenin duygularını kıpırdatmak istemiyorum ben de bugün. İmza: Köyün Delisi





Yazının Devamı