Galatasaray’ın, Fenerbahçe’yi 2 - 0 yendiği maçın sonrasıydı. Bülent Akın iki golün birini atıp, seyirciyle barışmış, benim de kafam karışmıştı. O, Johnson, Mirkoviç’e veya onlar gibilere kafam takıktı zaten. Kimdi bunlar. Futbol sanki bir vakıf kurmuş, - mesela futbol vakfı ya da futbolun vakfı, ya da ya da futbol - ü vakıf - bunları sahaya sürmüştü. Bu kadar basit işte futbol diyordu sanki vakıf. Onlar bile oynuyor. Hadi siz de futbola başlayın! Hagi, Rapajc, Sergen ile yayamazsınız futbolu demiştim. Onlar anadan futbolcu doğanlar, ama öbürleri yani sonradan topla haşır neşir olanlar, hatta hala olamayanlar. Topsuz oynarlar deniyordu onlara. Zaten topla da oynayamıyorlardı. Ne onlar topu seviyordu, ne de top onları. Topsuz coşanlar, sağa sola koşanlar. Top rakipteyken öne çıkıyorlar, rakibi bunaltıp, alanı daraltıp, hatta sıkıp bıktırıp bazen çıldırtıp, topu kapıp en yakın arkadaşına veriyorlar, hidayete eriyorlardı. Hatta çoğu zaman en yakına bile atarlarken pası bağırıyordu herkes, "Aman rakibe verme oğlum.!" Gol de atınca o gün Bülent Akın, işte demiştim, futbol vakfının beklediği gün, bugün. Yarın sabah çocuğunu alan, alt yapılara dolacak, "Hadi oğlum kalk bakalım. Bak gol bile atıyorlar. Kalk sen de oyna şu topu. Kurtulsun sülalemizin soyu sopu".
Bir ara başlık verelim isterseniz. Hem siz rahatlayın, hem ben, hem de köşe.
Ah futbol ah Vah futbol vah
Futbol nereye gidiyordu, diye sormuştum o gün de. Yeni yeni felsefeler türüyordu. O, onla yan yana oynamaz. Mesela Revivo - Rapajc aynı anda olmaz. Aralarında pres yapan birisi, tabii futbolsuzluğun irisi. Veya atletik bir tipin dirisi. Ne derseniz deyin. Gittikçe sayıları artıyordu da. Korkum da zaten ileride bırakın ikisini, teki için bile oynamaz denecek olması.
Mesela orta sahaya bu yeni tip futbolsuz futbolcuların dolması. Tarihten tarihi bir örnek verelim. O acayip Brezilya. Hani Garrincha, Vava, Pele, Didi vesaire. İyi ki bu tipler o zamanlar doğmamıştı. Kazara doğmuş olsalar, bunların arasına dolsalar, yazarken bile içi sıkılıyor insanın. Şimdi bir Brezilyalı’ya deseniz ki, Pele - Didi yan yana oynamaz... Anladınız değil mi, Brezilyalı’nın ne söyleyeceğini veya ne söylemeyeceğini!
Evet, futbol acayip bir yere gidiyordu. Bir köyün delisi klasiğiyle Kore - Japonya’ya bağlayalım. Hani, derseniz ki ne alakası var şimdi böyle bir günde bu yazının eğer, ben de derim ki, o zaman şu aşağıdaki üç beş satırı okumanıza vallahi de billahi de değer.
İşte Fransa... Dünya ve Avrupa şampiyonu Fransa veya Fransızlar golsüz kupanın dışında kalıyor, futbolun Fransızlar’ı Japonya, Kore gibileri onların yerini alıyordu. Ya da Arjantin... Öyle veya böyle. Topla coşanlar artık yoktu. Topsuz koşanlarsa çok oğlu çok.
Bir cümle ile anlatmam gerekse eğer, belki Dustin Hoffmann’dan girip Kramer Kramer’e karşıyla devam edip, futbol futbola karşı diye bitiririm. Öyle tuhaf ki, hatta biraz ironik, biraz biraz trajikomik ve tabii acayip, oynayanların değil, oynayanları oynatmamaya çalışanların, futbola yeni alışanların Uzakdoğu’da hala gündemde kalması, Zidane, Veron, Henry, Ortega v.s. gibi sanatkarların yerini alması. Nereden bakarsanız bakın üzücü. Düşünmek isterseniz düşündürücü de.
Çin maçı tabii. Evet Çin’i yendik. Ama yine kimse kızmasın, alınmasın, hani derler ya Çin’i de yenmezsek kimi yeneceğiz. Aynen öyle işte. Çinliler tatsız, tuzsuz, renksiz, kişiliksiz, tuhaf bir takım onlar. Oynadıklarının sonu ...bol ile bitiyor da, ama başına bir isim bulmalı. Futbol olmasa da futbola benzeyen veya andıran diyelim, birşey oynuyorlar. Koşmaya da doymuyorlar. Futbol gibi ama futbolun başka bir tipi.
Sanki Çin futbolu ismi üzerinde, Çin işi veya Çin’in işkencesi. Her neyse... Bari oynadıkları bu oyunu iyi oynasalar. Ama onu da kötü oynuyorlar. Kısaca Çin, ne cin ne de hin. Hatta öztürkçesi belki de has Türkçesi, sanki aşağıdaki cümle onlar için yaratılmış. Onlar Çin’di. Bir baba hindi, Çin’e bindi.
Ama kibar ve zarifler. Suratlarındaki her an hüzünlü, her an üzgün ve süzgün ve de bezgin ifade en büyük avantajları. Rakip de etkileniyor, suratlarından. Futbolun içine duygusallık giriyor. Sesleri de çıkmıyor. Yenerken kötü hissediyorsunuz kendinizi. Bağlamadan, bir cümle de sinir bozucu tarafları için. İkiz, üçüz, hatta beşiz gibi olmaları. Çalımladığınız oyuncunun tekrar karşınıza çıkıyor gibi gözükmesi. Hani kırmızı kart görüp çıkan, başka forma giyip oyuna girse, hatta bir de gol atıp, başımıza çorap veya çoraplar örse ve de bunu mesela Şenol hoca da görse...
Çin maçını veya İlhan Mansız’ın saçını, Kore - Japonya’dakilere bırakıp, Çin falına geçelim. Ve rakiplerimizi seçelim. Bi dörtlükle başlayabilirim. Hatta beşlik veya altılıkla. Orası bana kalmış.
Mesela millilerin forması kırmızılı - beyazlı. Ya da beyazlı - kırmızılı. Ya da, ya da allı beyazlı. Hatta hatta beyazlı allı. Bizim hoca da vallahi billahi de çok ballı. Şuraya bakın, o Kosta Rika’dan bir, bu Çin’den üç puan almışız, bir üst tura çıkmışız. Peki sonra... Yüzde 90 Japonya, yüzde 10’u da Belçika - Rusya. Sonra sonra yani daha daha sonra İsveç veya Senegal’i doğra. Yani kısaca yarı final hani. Vay vay vay... Yar da ay ay ay...
Hani deselerdi Kore - Japonya öncesi, Şenol hocam, istediğin takımı pas geç, istediğin takımı da gönül rahatlığıyla seç. Bu sıralamayı yapmazdı hoca. Yapamazdı. Ayıp olur diye, baştan alalım Kosta Rika, Çin, Japonya, Rusya, Belçika, İsveç, Senegal... Slogan belli oldu bile. Hadi Türkiye yarı finale kal. Yine Şenol Güneş ve tabii Şenol Güneş. Oyuncuların hepsi zaten iyi. Doğru oynatılırlarsa eğer, bu kupa Allah aşkına söyleyin, romantik bir Brezilya - Türkiye finaline değer mi değmez mi? Bence değer.
Not: Meraklılarına öncekileri de yazalım. İsveç, Moldova, Slovakya, Azerbaycan, Makedonya. Yani Allah "Yürü ya Şenol hoca" demiş. Ama hoca hep önünden yemiş!
Sayın Turizm Bakanı’na 52 haftada 52 cümle kampanyasında bu hafta, Türkiye - Çin maçı var.
Türkiye : Turkey
Çin: China
Üç: Three
Sıfır: Zero
3 - 0: Three - Zero
Her zamanki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da sayın bakanına ufak da olsa bir katkımız olsun.
NOT: Sayın Bakan, yine hatırlatalım. Vaktimiz dar ve 26. hafta yazılı var.
Haftaya Lesson XXII
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010