Beş - on gün önceydi, ya da daha fazla. Ne hangi program olduğu, ne de stüdyoya hangi futbol filozoflarının dolduğu... Önemli de değil zaten. Önemli olan o. O da zaten tek aklımda kalan.
Telefonla katıldı o. Yani Hakan Şükür. Bu arada yeri gelmişken. Çok mail alıyorum. Yahu niye hep Hakan Şükür. Vallahi billahi onunla hiçbir sorunum yok çok şükür. Ama artık örneğin kötüsü oluyor. İnsanlar da bunun için sinirlenip doluyor. Parma’da çok mutluyum diyor. Rahatım, huzurluyum. Ailece yemeğe, memeğe gidiyoruz. Final, falan. Mağlup olsak da huzur içinde yiyip içiyoruz. Tam böyle değilse de benzer şeyler söyledi. Kimse de sormuyor. Üstünde de durmuyor. Niye mutlusun ? Neden mutlusun ? Hatta niçin mutlusun ? Öyle ya, utçunun utsuzu, futbolcunun futbolsuzu, şutsuzu. Olması gerekirken Parma’nın en mutsuzu... Evet, keşke orada olsaydım ve sorsaydım. Niye mutlusun ? Yoksa başka iş mi yapıyorsun ? Mesela dükkan açtın, Parmeggiano mu (Parma peyniri) satıyorsun ? Ya da Parma’nın o meşhur Parmelat ürünlerini. Dersen ki, paramı gününde alıyorum, o zaman bir soru daha sana. Ne alıyorsan senelik, doların beş milyon tanesi diyorlar. Peki beş yerine üç alsan, daha çok oynasan hani daha iyi olmaz mı ? Üstelik ihtiyacın da yok. Zaten paran çok. Vallahi de billahi de paranda da gözüm mözüm yok. Takılmamın sebebi, futbol oynamadan futbolcunun mutluyum demesi. Milli Takım’ın santrforu olmasaydın eğer, ilgilendirmezdi de beni. Ama bak, yine gidiyorsun Kore’ye, Japonya’ya. En iyi zamanında zirvedeyken devam etseydin futbola, şimdi nerelerdeydin.
İtalya’daki dostlar en iyi veteran o diyorlar. Yine sensin Milli Takım’ın en önemli kozu. O zaman, of aman aman. Ama yine de umut var. Gerçi kalan süre çok dar. Kaybettiğin futbolsuz iki sene, bari topu özlemeyi dene. Bırak artık parayı, futbolsuz geçen arayı. Şenol Güneş’te o yürek yok. Bir maç kesse gözdağı verecek. Belki hem o, hem Milli Takım hidayete erecek.
Kısaca arkandan herkesin söylediğini yüzüne söylemek, eğer beni yanıltırsan da özür dilemek, özür dilerim demek. Bence en iyisi bu.
Made in BENDEN devam edelim. Hakan Şükür için benim gibi düşünüyorsanız eğer, şu alttaki üç - beş satırı da okumanıza değer.
Mesela Z.Z. Yani Zinedine Zidane. Biri dese ki ona Real Madrid’den ne alıyorsun ? Hadi sekiz milyon Euro diyelim. Sana yıllık 18 verelim, hatta 28, tek şartımız var, futbol oynamayacaksın. Gelip, mesela Carrefour’a müdür olacaksın. Bütün gün bir odada yatıp müşterilerin pantolonuna, gömleğine imza atıp, biz de bu arada gelene gidene ıvır, zıvır satıp filan falan... Ne der Zidane acaba. Oynamadan 28’mi, oynayarak 8’mi ? Hani merak ettim de.
Hakan Şükür sonradan loser (kaybeden) olmuş. Ama o winner (kazanan) doğmuş. İbrahim Kutluay. Fener’de de, Efes’de de, AEK’da da, Panathinaikos’a giderken de winner’dı. Bologna’da Maccabi ile final oynarken de. Ve tabii şampiyon olurken de.
Evet, gerçek bir winner o. Yürekli, cesur, kararlı. Euroleage finalinde maçı alan, Bodiroga ile hiç çıkmadan kırk dakika sahada kalan, gerisi de vallahi billahi yalan... Uzaktan bakınca Ferrari’si, sevgilisi, tipi, gülmesi, cilvesi veya geceleri gezmesi yanıltmasın kimseyi. En önemli özelliği herkesten fazla çalışması. Gittiği yere herkesten çabuk alışması. Ve kendine müthiş profesyonelce bakması. İki gün İstanbul tatilinde bile yaptığı özel antrenmanları ile evet, bir winner o. Yani kazanan. Ve kazanıyor da. Tabii kazandırıyor da.
Hakan’la başladık, Hakan’la kalalım. Biraz da gönlünü alalım. Ama önce geçmişe dalalım.
Torino’ya geldiği seneydi hani. Hem şehrine, hem takımına yani. Bileğinde Sarı - Kırmızı bağ, kulübüyle kurduğu manevi ağ, ailesi, anası, babası ile ilgilenip, her an telefonla bilgilenip, onları yanına getirmek istemesi. Hoşuna gitmişti İtalyan analarının. Budizmin, ateizmin İtalya Ligi’ni sardığı dönemlerdi. Hristiyanlıktan kaçanlar, yeni felsefeler ortaya saçanlar, karışmıştı kafaları İtalyan analarının. Ve kızmışlardı futbol starlarına. Çocuklarımızın bunlarını resimlerini biriktiriyor. Sonra bize soruyorlar. Anne ateizm ne demek, budizm ne demek deyip duruyorlar. Olur mu sorumsuzluk böyle. Konuşulur mu uluorta öyle diyordu analar. Üstelik konu olanlar İtalya futbolunun en irileri, en dirileriydi. Uzatmayalım. Hakan’ın bileğindeki bağı, kulübüyle kurduğu ağı, anne, baba, aile sevgisi, hatta arada bir Türk yemeği, kebabı deyip seccade bile istemesi.
Evet, İtalyan anaları sevmişti Hakan’ı. O iyi bir örnekti çocuklarına, torunlarına. Üstelik onlar değil miydi gittiği her yere pizzasını, makarnasını götüren. Fırsat buldukça kiliseleri ziyaret eden. Kebap da, seccade de şaşırtmamıştı onları. Bu çocuk onlara göre bir şanstı İtalya Ligi için. Hatta bir televizyon programında biri sormuştu. Peki ama gol atmıyor. Bir anne de sinirlenip şöyle cevap vermişti: Bu kadar iyi özelliği olan biri bırakın da bir de Allah aşkına gol de atmasın. Yani gol de mi atsın diyordu analar.
Dünya Şampiyonası öncesi bizde korkar herkes yazmaya, konuşmaya. Tabii Uzakdoğu’da mesela işler ters gidince, umutlar tükenip bitince açılır ağızlar, yumulur gözler. Sonra en kırıcı, en aşağılayıcı sözler.
Geç değil, erken yazalım. Dünya Şampiyonası sonrası değil, öncesi azalım. Sizleri sıksa da sıkmasa da bir kere daha ...... Sorun oynayanlarda değil, oynamayanlarda. Yani gurbet ellerde futbolsuz kalanlarda. Oynamadan paralarını alanlarda. Maç değil, antrenman oyuncularında yani. Zorlayan olmazsa onları, horlayan da, ne diyor mesela Hakan Şükür. Kore veya Japonya’da gösterirsem kendimi, yenersem fendimi ...... Tabii der veya derler. Kimse demezse kulübünde oynamayanın Milli Takım’da yeri yok, bakın bizde de Hasan Şaş, Ergün, İlhan Mansız gibileri çok. Belki biri veya birileri deseydi böyle, Hakan veya diğerleri bu kadar rahat olur muydu, öyle ?
Derseniz eğer, peki hiç mi umut yok, söyle Köyün Delisi söyle. Olmaz olur mu, var tabii derim ben de. Tek umut, oynamayanların futbolu özlemesi. Aç biilaç Dünya Kupası’nı gözlemesi. Ben de biliyorum turnuva öncesi ayıptır, çizmek, yazmak, hatta azmak. Ama susmak da 48 yıllık büyük bir kayıptır. Biliyorum, siz şimdi susup durursunuz. Testi, pardon Milli Takım kırılınca da keşke deyip kafanızı taşlara vurursunuz.
Sayın Turizm Bakanı’na 52 haftada 52 cümle kampanyasında bu hafta Dünya Kupası var.
World (Dünya)
Cup (Kupa)
World Cup (Dünya Kupası)
Her dersten sonraki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da sayın bakanına ufak da olsa bir katkımız olsun.
Haftaya Lesson XVIII.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024