Aynı kanda iki candılar. Biri can öbürü candan hatta çok candan veya çok çok candan diyelim. Birinciyi bir saniyede silerdim de, ama ikinciyi vallahi de billahi de hiç tanımamayı dilerdim. Ama tanıdım. Kendime binlerce kere "Aman takılma" dedim, ama takıldım. İyi de mok yedim.
Made in Benden devam edelim. Köyün Delisi’nin yazıldığı gün, yani bir önceki gün, yani dün. Gece yarısı. İki mumlu salon yine loş. Söyleyen Pino Daniele hoş oğlu hoş ve Köyün Delisi nahoş oğlu nahoş, oğlu nahoş. Benzinim bitmiş. Üstelik ibrem bozuk, fark etmemişim de. Yolda kaldım anlayacağınız. Vermeden almak Allah’a mahsus ya. Almadan vermek de bana galiba. Kafam karışık. Hatta kuruşuk da. Deli’nin zoru değil bu. Belki altındaki ateşin sönmeyen koru. Ya da dertin lüksü. Üç yıldızlısı, dört yıldızlısı hatta beş yıldızlısı. Hatta, hatta yıldız ötesi.
Evet bugün, o günlerden biri veya gecelerden. İki ruhlu bir küçüğe sevgi postalamak, ilgi pompalamak tüketmiş beni. Hani yanınızdakine dersiniz ya seni seviyorum. Vallahi gülüp geçiyorum. Bir de uzaktakini sevmeyi deneyin. Hatta hatta çok uzaktakini. Hatta hatta başkasının tuzağındakini. Evet depom boş. Yanlış anlamayın, ya da anlayın. Ama fazla büyütmeyin, ne olur. Ne o, ne bu ne de şu. Aradığım küçük, küçüçük bir şey. Mesela yakınlaşan bir çift göz. İki, hatta bir, hatta yarım bir söz. Mesela birinin eli, ufak, çok ufacık bir duygu seli. Ya da minik, minicik bir cümlenin, kelimenin veya harfin rüzgarı, esintisi, yeli.
Tadında bırakalım. Önümde onlarca göz, üstelik gülerek süzen. Arkamda verilmiş bir söz, bir çift göz, beni üzdükçe üzen.
"BREZİLYA’YA yenilsek bile, Kosta Rika’yı, Çin’i yeneriz ya da yenmeyi deneriz"...
Tam böyle demese de böyle demek istedi Şenol Güneş.
"Yenilsek bile"...
Dünya Kupası’ndan iki gün önce niye geliyor durup dururken, bu iki kelime dile. Keşke Milliler’in bir basın sözcüsü olsaydı. Demeçlerin içine daha doğru seçilmiş cümleler dolsaydı. Söylenecek şey çok da, yapacak bir şey yok. Dünya Kupası başlıyor artık. Güneş bence bundan sonra saha içinde kalmalı, saha dışında mikrofonu da Can Çobanoğlu almalı.
Evet, bugün olmuyor. Köyün Delisi bir türlü dolmuyor. Ben böyleyim işte. Sallandım mı sallıyorum veya sıkıldım mı sıkıyorum. Yol ayrımındayım belki de. Her şartta şurtta yazacak kadar profesyonel olmak veya duygularımı karıştırarak bazen sendeleyecek kadar amatör kalmak. Birincisi bir profesyonel yazar oğlu yazarın tarifi, adı. Ama ikincisi de Köyün Delisi’nin tadı.
Hani denir ya, neysem oyum. Soğuk, mekanik, kurulmuş gibi yazanlar, ki onlar oldukça çok. Ya da hissettiği gibi azanlar, ki onlardan fazla yok. Canım, kanım, heyecanım etkiliyor beni. Doğumu ölümü, acısı tatlısı hatta matlısı, sevinci üzüntüsü, bir küçüğün bakışı, hayatın akışı, sokak köpeğinin ağlaması, sevgilinin bağırması çağırması, işte bunlar hepsinin ortak adı. Yine söyleyeyim. Eğer varsa, Köyün Delisi’nin de tadı.
Hani derler ya, mesela tiyatrocular, "Dün babam öldü, çıkıp oynadım". Ya da mesela "Karım öldü dün, ben yine yazı yazdım, ağaçları, kuşları, böcekleri bugün". Hem korkarım böylelerinden, ama kıskanırım da. Keşke ben de doğar doğmaz vidalanıp monte edilenlerden olsaydım. No his, no duygu. Yani "no" olanlardan. Ama anadan doğma olmuşum. Belki doğarken, ters doğmuşum. Bu isyanımı hoş görün. Veya da görmeyin. Önemli de değil zaten. Önemli olan, herşeyin fazla aydınlıkta olduğu, cep telefonunun kapalısında bile arayanın bilindiği, bütün tatlı koşuşturmaların silindiği, kiranın oradan, faturanın buradan, siparişin şuradan makineyle verildiği, belki de sosyal, ekonomik sorunlar içinde bütün duyguların yere serildiği bir dünya bu.
Bunları okuyup, gereksiz şeylerle kafanızı meşgul etmeyin. Okursanız da, okur okumaz kafanızdan hemen silin. Ama bence, benim ve benim gibilerin de kıymetini bilin.
SAYIN Turizm Bakanı’na 52 haftadan 52 cümle kampanyasında bu hafta, yine Dünya Kupası var.
World: Dünya, Cup: Kupa, World Cup: Dünya Kupası, Team: Takım, Ball: Top, Trainer: Antrenör, Player: Oyuncu
Her dersten sonrası klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da sayın bakanına ufak da olsa bir katkımız olsun.
Not: Sayın Bakan, unutmayın lütfen. Zamanımız dar ve 26. haftada yazılı var.
Haftaya Lesson XX
Sienalı’nın inadı, ya da Atinalı’nın adı veya Sacramentolu’nun tadı. Anladınız herhalde kim olduklarını. Anlamadınızsa açık açık yazalım. Ergin, İbo ve Hido. İlk ikisi Saporta’ya ve Eurolig şampiyonluğuna ulaştı. Üçüncüsü de Lakers ile müthiş bir kavgaya bulaştı. Siena, Atina, Sacramento. Oraları basketbolun kurtarılmış bölgeleri. Üçü de ekranların yeni beyaz gölgeleri.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010
Özay Şendir
Öğretmenlik ve sosyal statü
24 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan ABD’ye YPG mesajı: Sineye çekmeyeceğiz
24 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Öğretmenler neden mutsuz?
24 Kasım 2024
Zeynep Aktaş
Her şey faizlere kilitlendi
24 Kasım 2024
Ali Eyüboğlu
Aşkın Nur Yengi: ‘‘Rekabet derdimiz yoktu’’
24 Kasım 2024