Başlığı çok değişik yerlere sürükleyerek bir karma tablo çıkarmaktır niyetim. Niyet de bu ya, koşulları, koşullu olmaları ve alışılmışlıkları hayatın her noktasına temas ettirerek aynaya bakalım hadi.
1. Kategori: “Koşul olunca hemen uyumlananlar”
Bu kategori en tehlikeli grup olabilir aslında. İnsanın önüne hayatta birçok kez bir şart, koşul ya da basamak çıkar ve o engeli aşması ya da aşamayı geçmesi gerekir. Bu yüzden böyle bir durum olduğunda, insan doğası alışkındır hemen o koşulu geçmesi gerektiğini kabul etmeye. İstisnaları ayrı tutarsak, duvarın diğer tarafına geçmek isteyen zihin, beden ve ruh, kendisine verilmiş bir görevi tamamlamaya meyilli ve koşulludur aslında. Bu kategorinin tek tehlikesi “suç ve yalan” türetme olasılığıdır.
Örneğin kendini kıskanan partnerinin kıskançlığını alışagelmiş kabul etse de partner, bu kıskançlıkla mücadelede yalan söylemeye yeltenir ve bu da alışagelmiş bir düzen almaya başlar. Yine parası olmayan bir evsizin vitrinde gördüğü döneri yemek için yazılmış miktara sahil olması koşulu ve açlığının onu suç işlemeye yöneltmesi gibi koşula göredir forma girme realitesi. Burada en ilkel kodlamalarımız tehlike arz ediyor esasen: “hayatta kal”
Bu
Elbette ki anlatmaya sığmayacak kadar kapsamlı bir konudur beyin titreşimleri ve beden sağlığı etkileşimi. Ama ben en olağan, anlaşılabilir genelleme ile anlatıp, önemsenecek bir değişim yaratma peşine düşmeyi denerim.
Bedenin bir bütünsellik içinde olduğunu biliyor isek, bedenin bu orkestrasında notadan çıkan bir enstrümandan sonra bütün enstrümanların senkron kaçırabildiğini de benzetme ile söyleyebiliriz. Beynimizin bedenimizdeki tüm sinir sistemleriyle senkronizasyonu iletişim ve titreşimler üzerinedir. Hatta örneğin bağırsak, bedende ikinci beyindir, bağırsağın mide ile de doğrudan senkronu vardır. Kalbin damarlarla, damarların bedendeki tüm damar ve kas sistemiyle bağlantısı vardır. Hal böyleyken bedendeki bir negatif titreşimin beden sağlığında nelere yol açabildiğini anlamak zor değildir.
Ufak birkaç sistemsel aktivasyonları örneklendirelim:
Gastroentestinal sistemin duygulara karşı hassasiyeti vardır. Kaygı, kızgınlık, yetersizlik, duygusal eksiklik gibi tüm duygular negatif titreşimlerle mide rahatsızlıklarına yol açmaktadır.
Hassas bağırsak sendromu, bağırsakların merkez sinir sistemiyle ilişkisini sağlayan sinir sistemi olan Enterik sinir sistemi ile beyin arasındaki
Geçen haftalarda ilişkilerde kadınları irdelemiştik biraz. E konu aşkta cinsiyetse, erkekler daha önemli bir alanı kaplıyor, irdelemeye doyamayız zira:)
Yeni yaşam düzeninde kadın ve erkeğin yaşam şekli değişince, dünya değişince, hatta kadın-erkek sayısal oranları bile değişince ilişkilere bakış açısı da değişti haliyle. Bu sebeple yeni yaşam düzenine göre erkeklerin birçoğu, “ilişki istemeyen” bir tavır içine girdi. Erkeklerin ilişki istemeyen hale gelişine ise “şimdiki erkekler” diye başlayan cümleler kuruluyor. Ama aslında “şimdiki erkekler” diye tarif etmekte yanlışlık var. Bunun nedenini şimdiki zamanın erkek modelinde değil, şimdiki zamanın düşünce kalıpları ve bakış açısı değişimlerinde bulmak gerekiyor. Hadi gelin bu detayları geçip, biraz daha eğlenceli bir seyahat yapalım ilişkisiz erkekler konusunda:
Erkeğin yaradılışında sahiplenme dürtüsünün olması şimdiki yaşam düzeyinde kaçış dürtüsünün kök noktası oldu. Bu yüzden ilişki demek, erkek için “sorumluluk” anlamı taşımaya başladı. Belki de tam da bu kök üzerine türlü türlü reaksiyon noktaları oluştu aslında.
Bir kesim erkekler, “ilişki sorumluluğu istenmeyenler” kategorimizde yer alıyor. Bu kesim erkekler, ilişkilerdeki
Hani kelimelerin tersi olumsuz kelimeler vardır ya: unutmak-unutmamak gibi. Gönül bunu adeta unutmak-affedememek şeklinde tanımlıyor.
Unutmamaktan daha yüksek ve derindir aslında affedememek. Affetmesen de unutabilirsin mesela. Ya da unutmasan da affetmiş olabilirsin birini.
Ancak “affedememek” bambaşka bir duygu halidir. Üstelik “affetmek” kelimesinin olumsuzu da değildir. Zira olsa olsa “affetmemek” olurdu. Affetmemek, kuralcı bir unutmama halidir. Bilinçlisindir, kızgın ve affetmemeye kararlısındır. Oysaki affedememek, senin iradenden, kararlarından ya da kızgınlıklarından apayrı bir varlık gösterir. Aksine çoğu zaman kızgın değilsindir ya da unutmak istemeye dair kararlar bile almışsındır. Ama zihnin hükmedemediği bir durumdur affedememek!
Bazen de kendini affedemezsin kimi zaman. Yaradılışın gereği hatalar yapar ve bu hataları unutur ya da unutmazsın, ama “affetmek” yoktur kendine dair hatalarında. Dedim ya, yaptığın hatayı, ya unutursun ya unutmazsın. Ancak bazı yanlışların vardır ki, onları gönlün “affedemez”. Bu halin içten içe kemirmesidir pişmanlık hali. İnsanın kendini affedememesi, pişmanlığın beslendiği tohumdur. Bu yüzden pişman olduğun şeyleri unutamazsın ve iç
Mizaha bile hep konu olmuş ve çokça bahsi geçmiş olsa da bambaşka açıdan biz kadınların her şeye nasıl da olağanüstü anlamlar yüklediğini, yaradılışını anlatmak isterim.
Sanırım bu yazı daha çok erkekler için “Ah, işte tam da bu” diyeceği cinsten olacak.
Her ne kadar yıllara sari yaşanmışlıklar sonucunda, erkeklerin üretici, kadınların tüketici olduğu gibi bir algı ortaya çıkmış olsa, gerçek böyle değildir.
İlkel dönemlerden bu yana belki birçok icadı erkek yapmıştır ve evet erkek “avcı” olarak yaradılışa sahiptir. Ancak aslında yaşamsal serüvendeki çözümcül üretkenlikler çoğu zaman kadının eseridir.
Daha insani hallerimizden başlayacak olur isek; ebeveynlerden anne, daha çocuğu konuşmuyorken bile ihtiyaçlarını anlayabilir. Doğal bir annelik içgüdüsü ile çocuğunun aç olduğunu ya da gazının olduğunu bilir. Hikayelerin en komik anları da zaten hep babaların çocuğu kucaklarında tutup “Hanım, ne istiyor acaba?” soruları ve çocuğunun tam olarak sorununun ya da ihtiyacının ne olduğunu anlayamaması değil midir? Babalık, erkek için bir misyondur, içgüdüsü yoktur. Bu kötü bir şey değildir. Nedenini belki de salt çocuğun annenin bedeninde varlık göstermiş olmasından doğan bir bağlılığa ve onun
Öz varlık için en anlamlı konuyu ele almak istedim bu hafta: Kendini bulma ve tekamül.
Kendimizi eğitirken, değişimler yaşarken veya yaşamak isterken, bir şeyleri de değiştirmek isterken, gelecek hayalleri kurarken ve yahut bir aşka dair kendi penceremize döndüğümüzde “olmak” ile “oldurmak” arzularının çokluğundaki yanlışlığı ele alıyoruz bir bakıma.
Yaşımız ilerledikçe, hayallerimiz ve davranışlarımız değişim gösterir. İşte bu yüzden, hayallerimize göre bazı şeyleri oldurmak isteriz ya da davranışlarımızdaki ve dünyadaki değişimler üzerine de “olmak” isteriz.
Bu sorun en çok kendisiyle baş edemeyenler ve kendisini keşfedemeyenler için ağır boyuttadır. Ama sorunun şekli ve büyüklüğüyle ilgilenmeyeceğimizi, bilhassa kaynak yanlışlığı çözümleyeceğimizi de bilmelisiniz.
Örneğin çoğunuz ve belki de hepiniz, kendinizle ilgili değişimler için, şöyle cümleler kuruyorsunuz: “Kendimi bulmak istiyorum, gerçekten ne istediğimi bilmek istiyorum. Ona göre ne yapmam gerektiğini bilmek istiyorum. Yaşayacaklarımdan pişman olmak istemiyorum. Hayal ettiğim gibi yaşamak istiyorum…” Şimdi bu kalıp his ya da düşünceyi ele alarak anlatalım. Bir ağızda söylediğiniz bu ve buna benzer cümlelerde, hem
Her insan bedeninde hem dişil hem de eril enerjiye sahiptir. Herhangi bir durumda birisi daha baskın olarak hayat bulabilir. Bir kadın bedeni çoğunlukla dişil enerjiyi ön çemberini yükleyebilmiştir ve öyledir. Ama bir savaş ortamda yani güç gerekecek herhangi bir durumda da eril enerjisini ortaya çıkartır. Bir erkek bedeni de çoğu zaman eril enerjisi açıkta hareket etse de örneğin bir kayıp ve ağır acı halinde dişil enerjisini eril enerjisiyle yarışacak kadar meydana sürer.
Hatta bilimsel teoriler, partnerlerin dominant karakter eşleşmelerinde kimi zaman dişil ve eril enerjilerin yer değiştirdiği de belirlenmiştir. Zaman zaman bu nedenle eşler boşanmaktadır, realitede başka sorunlar dile getirilse de. Bu mesela dişil enerjide olması gereken dişinin eril enerjisinin baskın yaşaması gibidir. Bu halde karşısındaki erkek bedeninde, eşleşmenin doğal süreci gereği eril enerji gerilemeye ve dişil enerji yükselmeye başlar. Bunun da nedeni kadınların anne halinde çocuklarına eril enerjiyle sahip çıkması, çocukların da anne figürüne karşı dişil enerjiyle durması yani duygusal ve hassas olması gibi durumlardır. Bu nedenle de partnerlerden kadın, partneri erkeğe eril enerjisini çokça
Müzik kutuma baya hüzün kokan şarkıları listelemişim. Bu sebeple bu yazımın biraz hüzün içereceğini söyleyebilirim. Haydi başlayalım.
“Umut edebilmek” ne güzel şeydir bu hayatta. Başlı başına her şeyden evvel, yarınlar için umutlar eker ruhumuz her bir an. Bizi, bu yaşama umudu yaşatır aslında. Çünkü varoluşumuzdaki en ilkel komut, “hayatta kal” komutudur. Hayatta kalabilme umududur, bilmesek de hücrelerimizde dolaşan ilk umut.
Umut olunca da “beklenti” diye fiziksel bir durum ortaya çıkmaya başlar. Umut ve beklentiyi belki aynı şeylerdir diye düşünebiliriz ama, aynı değildir. Umudun 90 derecede kaynamasıdır beklenti. Umuda çok bağlanırsak kaynamaya başlar ve beklentiye dönüşür de bizi durdurmaz eder hani. Örneğin flört halinde olduğumuz kişiyle güzel bir ilişki umut etmek duygusuna çok sıkı sarılırsak, bunun gerçekleşmesini beklemeye başlarız. İşte tam bu noktada belirtmeliyim ki; umut etmek güzel ve zararsızdır, ancak o, beklentiye dönüşünce içinizde bir çıban büyümeye başlar. Bir an evvel olmalıdır çünkü, umudu beklentiyle koyulaştırdığınız istek. Bu halde de büyü bozulabilir, davranışlarınız değişir ve olanı oldurmayabilir. Mesele burada kişinin kendi benliğindeki dayanma