Hani kelimelerin tersi olumsuz kelimeler vardır ya: unutmak-unutmamak gibi. Gönül bunu adeta unutmak-affedememek şeklinde tanımlıyor.
Unutmamaktan daha yüksek ve derindir aslında affedememek. Affetmesen de unutabilirsin mesela. Ya da unutmasan da affetmiş olabilirsin birini.
Ancak “affedememek” bambaşka bir duygu halidir. Üstelik “affetmek” kelimesinin olumsuzu da değildir. Zira olsa olsa “affetmemek” olurdu. Affetmemek, kuralcı bir unutmama halidir. Bilinçlisindir, kızgın ve affetmemeye kararlısındır. Oysaki affedememek, senin iradenden, kararlarından ya da kızgınlıklarından apayrı bir varlık gösterir. Aksine çoğu zaman kızgın değilsindir ya da unutmak istemeye dair kararlar bile almışsındır. Ama zihnin hükmedemediği bir durumdur affedememek!
Bazen de kendini affedemezsin kimi zaman. Yaradılışın gereği hatalar yapar ve bu hataları unutur ya da unutmazsın, ama “affetmek” yoktur kendine dair hatalarında. Dedim ya, yaptığın hatayı, ya unutursun ya unutmazsın. Ancak bazı yanlışların vardır ki, onları gönlün “affedemez”. Bu halin içten içe kemirmesidir pişmanlık hali. İnsanın kendini affedememesi, pişmanlığın beslendiği tohumdur. Bu yüzden pişman olduğun şeyleri unutamazsın ve iç benliğin dış benliğini affedemez.
Bir de “gönül koydukların” vardır hani! Sevdiklerin! Öyle bir yaradır ki onun açtığı, kurşunu içeride kalmıştır; ne mümkün onu yok saymak! Kurşun kalbinin tam üzerinde, nadiren sessiz kalır, çoğu zaman kalbine baskı yapar. Zamanla çürür, çürüdükçe kanırtır etrafını ve acıtır zamanla orantılı artarak.
Verdiklerin kadardır canının yanması ve affedememe ateşi. Verdiğin kıymet kadarını almadıysan eğer, görmediğin kıymet kadardır yüreğinin bileğine taktığın.
En basiti çok sevmişsindir. Ne demek sevmemesi! Üstelik kaç gece onu düşünerek uyumuşsundur. Beklemişsindir, ömürden giden kaç gün ya da kaç ay hani! Durakta otobüs gelmediğinde küfrettiğin halinden kaç kat fazla kızgınlığının olması normal değil midir?
Emek harcamışsındır; bu zor hayatta karşılığında maaş bile ödememiştir hayat! Sevda işçisi olmuşsundur, en zor vardiya değil midir? Saçı süpürge etmek olmasa da özenmişsindir hani, ona dair ne varsa. Mesela güzel giyinmişsindir, o hep beğensin diye. Yeni kıyafetler almışsındır, sofralar kurmuşsundur, hediyeler almışsındır. Ya her şeyi bir yana bırak, ruhunu adamışsındır değil mi?
Sadece sarılmasını istemiştin belki. Belki şu koca çukur hayatın içinde onun kalbinin çukuruna sığınmak istemişsindir. Ömür yormuştur da onun kuytusunda gezegenleri umursamayacak kadar uyumayı hayal etmişsindir. Öyle ya, onun kuytusunda olmayınca şu gezegenlerin her bir hareketi seni vurmuştur. Yok Ay tutuldu ya da Güneş Jüpiter’in arkasına sakladı; ne olduysa yalnız başına yakalayıp sallamıştır seni. Büyük duygularla büyük severken, küçücük şeylerle mutlu olmayı bekleyecek orantısızlıkta yürürken sen, o nasıl da yolun başında durmuş ya da seninle yürümekten caymıştır.
Kimsenin tavuğuna kışt dememiş, başkasının mutluluklarına fesadi duygular beslememişsindir. Niyeti iyisindir de iyi mi yazılmamıştır bu kader!
Nasıl bir vicdandır bu hayattaki de karşılığını vermemiştir. Bazen o kadar yükseğe çıkar ki ruhun, gördüğü muhatap hayatın kendisidir ve hayatı affedemezsin. Herkese reva gördüğü mutluluğu sana çok mu görmüştür, sorup durursun hani.
Bazen hayata küsersin bazen kendine ve bazen aşka... Affedememe halinin umutsuz sakinliğidir bu hal. Öfkesinden arınmış, kabullenmiş ve fakat mutsuzluğuna düşmüş evresidir geldiğin nokta.
Kendiliğinden unutmak mümkün olsaydı keşke! Ne bileyim, o yüreğini yakmadan on dakika önce onu kalbinden iradenle sen atmış olsaydın da az evvel yaptığı vız gelseydi. Oturttuğun yerden sen kaldırsaydın ya da mesela o günün sabahında adı aklında uyanmamış olsaydın da zaten hiç değeri kalmamış olsaydı. Hayatta kilit soruları sormak mümkün olsaydı da yolun başında joker hakkını kullanıp, bir bilgi edinebilseydin. Bilseydin başlamazdın, sevmezdin ya da sevdiklerinden canını yakanlara hiç değer vermezdin. Faydasız kangren yeri kesip atmak gibi kesip atmış olsaydın, o yaraları büyütmeden bedeninde.
Aşka dair o muhatap, keşke sadece “gitmiş” olsaydı. Kalbindeki sevda yansımasını da alıp götürüyor ya, o boşluğu kimseye anlatamıyorsun işte. Kan şekeri düşünce bir anda insan yığılıveriyor hani açlıktan, işte öyle bir anda kalbinin aşk şekeri düşüyor sanki. Hafif hafif olmadan, bir anda kepçeyle kalbinde ne varsa alıp götürmüşler gibi. Sevsen kendine ayıp, kızsan hak etmiyordur, düşünsen değmiyordur ama yine de ondan kalma o boşluk, orayı dolduran eski halini affedemeyip duruyordur.
Peki oysa ki gerçek nedir?
İnsanlara verdiğin değeri sen vermiştin aslında. Tahtları sen kurdun, sen oturttun birer birer. “Sultanım” ya da “padişahım” dedin ve dahi o istemeden ikramlara, fedakarlıklara, cefalara sen kollarını sıvadın. Affedemediğin bu hal ne ise, o hep öyleydi de sen onu öyle okumadın. Onu sen başka tanımlamalarla tanımadın, tasvir ettin ve bu tasvirler üzerine gönül tahtına oturttun. O, tahtı yıkıp kalbini yakıp, kendini de oradan alıp gitti ya hani, sen kalbinde yarattığın “ona” kızdın aslında. Gerçek haline değil, senin görmeyi seçtiğin imajına göre kızdın aslında. “Nasıl böyle yapar” sorusunun cevabı belliydi hep ve hep o öyleydi, henüz görmüştün gerçeği apaçık. Apaçık görene kadar o boşlukları sen tasvirlerinle doldurmuştun. O senin yazdıklarını silip gerçekliklerini yazıvermişti sadece. Onun en gerçek halini bilseydin, kalbine yazmazdın adını biliyorsun.
Peki bilmediğin ve bilemediğin için “affedemeyeceğin” şey ne olmalıydı aslen?
Açıkça gözünün önünde idiyse elbette ki kendi hesaplaşmanı yap; ama yaşandıkça açığa çıkanların affı da ahı da yoktur. Hayatın “ayıplı mal” durumu yoktur ki iade edesin. Sadece gerçekleri yazdıklarınla değiştirip, oyunu tekrar yazacaksın; bundan başka duygunun kendine kötülükten başka bir şey olmayacağı da aşikardır, unutma!
Hayatı mı affedemiyorsun sana reva gördüklerinden mütevellit? Hayat bir oyun. Sen böyle oynamak istedin, istediğin sahneyi oynamak elindeydi çoğu zaman. Sen kendin seçtin bu rolü. Sen drama oynamak istedin. Sahnede en çok romantik repliği, en ağlayan aktörü seçen sendin, fark et artık.
Affedememe halinden çıkmanın yolu, affetmeye çalışmak değildir! Rolleri, oyunu yeniden belirleyecek ama en önce kalbine yazdığın hayali tasvirle, sana sunulan gerçekleri değiştirecek ve bu sahneye bundan sonra öyle bakacaksın.
Her gerçek, merhem gibidir. İlk an, öldürecek gibi yakar derini ve ruhunu ama hastalıkların şifası gibidir.
Gerçeklerin yalanı affetme huyu yoktur bir kere, yalanı da seçsen gerçek belinin boşluğundan etini sıkıp hatırlatır kendini.
Affedememek gerçeği göremeyen gönlün labirentidir, üstelik sonu yok, hezeyanı çoktur.
Boşverin, ne varsa da affedin geçin:)
Betül Yergök /Mentalizasyon
mail: info@mentalizasyon.com
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon