Müzik kutuma baya hüzün kokan şarkıları listelemişim. Bu sebeple bu yazımın biraz hüzün içereceğini söyleyebilirim. Haydi başlayalım.
“Umut edebilmek” ne güzel şeydir bu hayatta. Başlı başına her şeyden evvel, yarınlar için umutlar eker ruhumuz her bir an. Bizi, bu yaşama umudu yaşatır aslında. Çünkü varoluşumuzdaki en ilkel komut, “hayatta kal” komutudur. Hayatta kalabilme umududur, bilmesek de hücrelerimizde dolaşan ilk umut.
Umut olunca da “beklenti” diye fiziksel bir durum ortaya çıkmaya başlar. Umut ve beklentiyi belki aynı şeylerdir diye düşünebiliriz ama, aynı değildir. Umudun 90 derecede kaynamasıdır beklenti. Umuda çok bağlanırsak kaynamaya başlar ve beklentiye dönüşür de bizi durdurmaz eder hani. Örneğin flört halinde olduğumuz kişiyle güzel bir ilişki umut etmek duygusuna çok sıkı sarılırsak, bunun gerçekleşmesini beklemeye başlarız. İşte tam bu noktada belirtmeliyim ki; umut etmek güzel ve zararsızdır, ancak o, beklentiye dönüşünce içinizde bir çıban büyümeye başlar. Bir an evvel olmalıdır çünkü, umudu beklentiyle koyulaştırdığınız istek. Bu halde de büyü bozulabilir, davranışlarınız değişir ve olanı oldurmayabilir. Mesele burada kişinin kendi benliğindeki dayanma noktasıdır. Suyun kaynama derecesi kadar dayanmanın bir bitiş çizgisi olmalıdır. Ve bu çizgiye gelindiğinde bundan kimse sorumlu değildir ve o çizgiye gelindiğinde bitmişliği kabul etmek ve suyu soğumaya bırakmak gibi hayatı da kendi benliğe dair özgür kılmak gereklidir. İşte bu bitiş çizgisi umudun bitiş ve beklentinin hiç başlamadığı bir çizgidir.
Bu yüzden sadece “umut” ile kalmak lazım gelir. Beklentinin zararı büyüktür zira. Umut etmek seviyesinde kalırsanız eğer, umut ettiğiniz şey olmazsa umut etmeyi bırakır ve sahneden kendi isteğinizle inersiniz çoğu zaman. Ama umudunuza sıkı sıkıya bağlanıp, onu bir de beklentiye çevirmişseniz, geçen zaman aleyhinize işler; umut, yerini umutsuzluğa bırakabilir ve olumsuz bir sonuç halinde umutsuzluk ve kayıp, ruhunuzda ağırlaşır. Adeta nakavt olmuş gibi hissedersiniz. Umudu beklentiye dönüştürüp bağımlı hale gelmek, aslında kumar bağımlılığı gibidir. İlk kaybettiğiniz elde kalkamaz, krizler geçire geçire oynamaya devam edersiniz oyunu. Hani kumar bağımlısı evini ocağını bile satar ya, beklenti ve umuda sıkı sıkı bağlandıysanız artık bağımlı olmuşsunuzdur ve var gücünüzle onu oldurana kadar onurunuzdan gururunuzdan, kendinize verdiğiniz değerlerden vazgeçersiniz. Kumarbazın sattığı her eşya gibidir kendi özünüzden beklenti uğruna verdiğiniz her şey.
Umutla giriştiğiniz genel, özel ya da iş, konu her ne ise beklentiye dayalı bağımlılık devreye girerse, o yoldan umutsuzluk içinde kaybolarak geçersiniz. Bunun için çokça kez yazdığım gibi motiflerinizi değiştirmeyi, bağımlı olmak yerine kendinize değer vermeye çalışmanızı tavsiye edip bu kısmı kapatacağım.
Beni hüzünlendiren daha kadim bir kısım var zira: “Umutsuz Beklentililer”
Vardır elbet içinizde böyle olanlar. Yani umutsuzdur, ama bu umutsuzluğunu bile yıkabilecek şekilde bir olayın gerçekleşmesini bekler insan bazen. Azdır ama vardır bu düşünce ve hissetme biçimi. Çok iyi bilirim, zira birkaç değişik hikayede tatmışlığım var.
İnsan umutlarını kaybederse, hayatta kalma komutunu almak da istemez. Bu yüzden bütün savaşları ve topraklarını kaybetmiş komutanla aynıdır tüm umutlarını yitirmiş insan. Zordur hani kaybetmeyi kabullenmek. Kazanmak için umut yoktur, ama bir mucize bekler içten içe.
Hayat da böyledir; umudun kalmaz bazen, ama bir mucize bekler yüreğin.
Sevdiğini ölümle uğurlamak böyledir. İyi bilirim. Sevdiğini toprağın altına koyarsın, onun yaşamasına dair umudun da ölmüştür onunla birlikte. Yasın bitmez, acın dinmez, “hayatta kal” komudunu duymak istemezsin, öyle savrulursun ama hayatta kalırsın. Sonra umutsuzluğuna alışırsın belki biraz; ama mucize bekler zihin, kavuşmayı bekler gönül. Bunu yok edemezsin. Acını dindirecek bir ilaç beklersin: rüyanda görmeyi, ona dair yeni bir şey öğrenmeyi beklersin. Beklemekle geçer ömrün ve belki en kötüsü ölmeyi beklersin. Annemin evladını benim abimi beklemekle yıllar geçirip de zihnimi büyütmeyi başarınca dizginleyebilmiştim umutsuz beklentili halimi. Bir baktım ki her kayıp insana bir umutsuzluk bir de beklenti ekiyordu. Kaybetmeye alışmak imkansızdı zira.
Kendimi bir usta gibi eğitmeye başladığım yılların sonunda abimi sadece çok sevmeyi öğretmiştim kendime. Severken ağlamamı engelleyemezdim; ama umutsuzluk ve beklentiler olmaksızın en saf halimle onun yanımızdan ayrıldığını kabul edip, varlığını anmayı ve bu olanların kainatın bir gerçeği olduğunu düşünmeyi, hikaye bu ya elbet bir gün kavuşmayı, kainata ve yaradılışımıza inat isyan etmemeyi, kadersel biçilmişlikleri kabul etmeyi öğrenmiştim. Böyle daha iyi yaşadığımı söyleyerek benzer acıları yaşamışlara tavsiye ederdim soran olursa.
Bir de aşka dair "umutsuz beklentililer" vardır. Bu kişiler için duygusal nakavt gerçekleşmiştir. Hikaye bitmiştir ve belki bunu kabul etmişsindir de, ama bu kabul etmek o kadar zor ve ağırdır ki, gerçekten tam anlamıyla kabul edememişsindir. Bu, o acıyla olgunlaşma üzerine tamamlanabilecektir. Son kül de yaprak gibi yere düştüğünde kabul edebilirsin aslında belki de. Meseleyi kapatamadığından dolayı kendine sinirlenir, iradeni sorgularsın. Umudun yokken neden hala beklediğine akıl sır erdiremez dostların ve belki de sen de dahil. Cevabı basittir aslında: umutsuzluğuna dair yanılmış olmayı beklersin. Hatta belki de umutsuzluğuna dair yanılmış olmayı umut edersin. Umutsuzluğun üzerine umut yaratmak, durumun ne kadar vahim olduğunu gösterir bakarsan.
Umutsuz bekleyenler suskundur çoğu zaman. Dile dökmeye utanır kimi zaman. Bazen kendine de itiraf edemez. Bu durumdan çıkmak için daha çok acıtır kendi canını, günün olası herhangi bir zamanında. Yanlışlar yapar; unutmanın yollarını ararken yanlış sokaklara sapar durur. Evin her yeri yanıyorken her yerde koşmak gibidir belki.
Sorsalar acının tek umudunu, “kendine geri kavuşmaktır” derim. “Ehvenişer” kelimesini çok severim, kötünün iyisi anlamındadır. Bu hayatta bir sevdaya dair umutsuz beklenti duyduğum ağır bir dönemde kendime biçmiştim bu sözü: “ehvenişer ben”. Çünkü insan, acıdan arınıp kendini bulmayı hedefler. Ama insanın bu halde ruhunda bir paradoks vardır: umutsuzluğu vardır, umutsuzluğunda yanılmış olma umudu ve beklentisi, acıdan öyle ya da böyle çıkıp ehvenişer kendini geri bulma umudu ve beklentisi. Bunu yönetmek zordur bilirim. Ama en acılarından birini yaşamış biri olarak evvelki hikayemden kendime ders çıkardığım gibi dersimi paylaşmasını da iyi bilirim.
Böyle zamanlarda da insanın mutsuzluğunun özellikle çekildiğine inanmışımdır. Çok sevdiğiniz birini kaybettiğinizde yahut herhangi ağırlıkta bir sebeple sevdiğiniz tarafından terkedildiğinizde ağır bir mutsuzluğa girersiniz. Günlerce ya da haftalarca süren mutsuzluktan sonra kısa ya da uzun bir sakinlik dönemi geçirmeye başlarsınız = “mutsuzluk nekahet dönemi”. Bunun nedeninin bir bedenin taşıma gücü ve süresiyle alakalı olduğu kesindir elbet. Pilin bitmesi, gözyaşının kuruması, dermanın kalmaması, uykunun gelmesi gibi tabirlerle ifade edebileceğimiz gibi bir acıyı en taze haliyle uzun zaman çekebilmenin mümkün olmadığını kabul etmek lazım. Acı gitmez ama bilinmeli ki sadece sessizleşir. Arada siz gözyaşınızla varlığını hissedersiniz ve bazen de bir an olur o en acı sesiyle fısıldar ve kaybolur.
Tek, net ve gerçek diyeceğim şudur: “Kabul edin”
İçinizin acıdığını, umutsuzluklarınızı ve beklentilerinizi kabul edin. Utanmayın, sıkılmayın, kendinizi suçlamayın, beklentilerinize bağlanmayın ve kendinizi içinde bulunduğunuz durumla serbest bırakın. Acı mı çekeceksiniz, bilinçli ilerleyin bu zaman içinde. Zaman sizi iyileştirsin diye zamana ve kendinize şans tanıyın. Her acının dindiğini ve sakinleştiğini ve bunun ancak içinde kalıp serbest bırakınca olduğunu söyleyebilirim.
Kaybetmeyi hissedin, kaçan kendinizi hep yakalayıp tutun ve “serbest kal” diyin; hissettikçe kabullenirsiniz ve iyileşmeye başlarsınız. Kayıplarınıza dokunun, hissedin, gözleriniz susmaz belki o anlar bilirim; ama siz acınızı serbest bırakın, o günü gelir sizin için susar.
Betül Yergök /Mentalizasyon
mail: info@mentalizasyon.com
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon