Bu yazımızda düşünce yapımızı eğiterek geliştirmenin bir yolunu yani holistik bakışı anlatacağım. Ancak bildiğiniz gibi kuramsal anlatımlardan çok hayatımıza katma biçimimize göre, iletişim ve ilişkilerimize yansıyan yönleriyle, yani daha “bizden” anlatacağım.
Öncelikle kısaca bir iki tanımı ve tarifi açıklayalım: Holistik, “holos” kelimesinden türemiştir ve yetersiz olmakla birlikte “bütünsellik” anlamıyla açıklanır. Holistik insan, bütünsel bakış sahibi olan insandır. Holistik düşünce, teleolojik evrim ve postmodern bilimsel yaklaşımın konusudur. Holistik bakış, yaşadığımız tüm kainatı bir bütün olarak görebilmeyi, yaşanılan her bir vakaya bütünsel bakabilmeyi, ama bunu yaparken de bütünün tüm detaylarını anlayabilmeyi sağlayan bir yöntemdir. Tarif olarak ise “helikopter bakışı” ya da “kuş bakışı” tarifleri kullanılmaktadır.
Peki doğuştan holistik değil miyiz, nedir holistik insan olmak?
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, ruh ve zihin motiflerimiz, yaradılışımızda taslak halinde hazırlanmıştır. Aslında varlığımıza geliştirilebilir kod ve motifler yerleştirilmiştir. Ancak her birimiz ana motiflerimizi farklı farklı işlemiş, bazı yetileri zayıf bazı yetileri güçlü hale
Yeni bir yıla başlarken yapılan ritüeller vardır, yapanlar bilir. Yine 2019 yılı için umutlarını gerçekleştirmek isteyenler, her zamanki gibi yapan ya da ilk kez odaklanarak dileklerde bulunacaklar olabilir. Bu ritüeller de çokça örnekle her yerde anlatılmıştır. Bildiğiniz gibi her zaman farklı pencerelerden bakmanızı sağlamayı seviyor ve tercih ediyorum. Bu sebeple gelin bambaşka bir deneyim yaşayalım birlikte:
Doğru olmakla birlikte genelde sadece oturup hayaller ve umutlar kağıda dökülür. Her zaman dediğimiz gibi, bir dileğin olması onu sadece dilemekten değil, inanarak gönülden arzulamaktan geçer. İnanmanın ise kolay olmadığını her zaman söylemişimdir. O yüzden sizi güzel bir yolculuğa çıkararak hedeflerinizi belirlemeye yönlendirmeyi ve bunu inanarak yapmanızı sağlamayı kendime vazife bilirim.
Peki nereden başlayalım?
Gelin önce 2018’in hesabını görüp kapatalım derim. Bugün önce şu 2018’e bakıp, ardından ona arkamızı dönüp, yüzümüzü şahane bir yeni yıla çevirelim.
Önce “şükürlerimizle” başlayalım. Benim size vereceğimden fazla “şükürler”, her birinizin bir yıllık hikayesinde saklıdır. Bu sebeple şükürlerinizi tam olarak yapın. Bunu yaparken de lütfen doğru yapın. Bir şeye
Yaratılışımızın sihrine göre taşıdığımız bedenden ayrı, her birimiz birer ruha sahibiz. Ruh denilen varlığımızın ise algısı, daha çok hissetme üzerinedir. Evren teorisi bile, inanmak, istemek ve hissetmek gibi duygular üzerine kurulmuş; çekim yasası, karma teoremi gibi ritüellerle de bu his ve inançların duygu cevapları açıklanmıştır. Yani Evren Teorisine dair çoğunlukla soru ya da cevaplar ya da sonuçlar da “duygu” üzerine olmuştur.
Astrobilime göre, dış dünyaya yansıttığımız dış benliğimizi ve duygularımızı tanımlayan burçlarımız, doğum haritasında duygu sonuçlarını gösteren evler vardır ve bunlarla kişinin tüm fiziksel ve duygusal yaşantısı açıklanmaktadır. Gezegenler dolaşırken ya da ay tutulurken vs. duygusal etkileşimler yaşamaktayız. İşte bu olanlar da bizim yaratılma şeklimiz dışında, tüm kainatın yaratılmasındaki titreşimler üzerinedir ve kainatın hareketleri bile “duygu” denilen noktalarımıza temas etmektedir.
Nörobilimde ise, (anlatmıştım) beynin limbik sistemindeki amigdala kaçakları ya da kayıp-kazanç dürtüleri, dopamin ya da serotonin seviyeleri duygu noktalarından yaşamımıza dalmakta; hüzünlerimize, gözyaşlarımıza, mutluluğumuza, hırsımıza, egomuza, öfkemize ve sair
Geçtiğimiz hafta “geçmişi silmek” başlığı atarak, neden kolay unutamadığımızı ve bunun yöntemlerinin nasıl olduğunu kısaca anlatmıştım. Gelen yorumlar ve talepler üzerine yazının devamını getirmeye karar verdim. Öncelikle bir konuya açıklık getireyim: Bilinçaltının ve geçmişin silindiğini iddia etmedim; ki bu yazımda epey belli. Unutamayanlar listesinin başlarında bile yer alabileceğim halde böyle bir iddiayı zaten atamam. Kaldı ki bunu iddia edenlere de inanmam. Yazımda özetle geçmiş ve bilinçaltını silmek ya da sıfırlamak mümkün olmadığından, hayatı kolaylaştıracak biçimde geçmişin etkilerini azaltmak üzere hesabı kapatmayı anlattım.
Okurlarımızdan “unutmayı” ya da “hesabı kapatarak hafiflemeyi” daha detaylı anlatmam konusunda istekler aldım. Öncelikle zaman ayırıp okuyan, özümseyen ve iletişime geçen herkese çok teşekkür eder, buna karşılık vererek yazımı genişletmeyi borç bilirim. E bir de aynı yollardan geçmiş biri olarak bundan haz da duyarım yalan değil.
Hani deriz ya “zaman her şeyin ilacı” diye, çok doğrudur ama bu söz gönül içindir. Ancak bu zaman işlerken beynin kayıp-kazanç dürtüsünü devre dışı bırakmadığımız sürece, o dürtüler zamanın doğru ilerlemesini
Şimdilerde, bütün yaşam öğünlerinde, “geçmiş” yanı başınızda biliyorum. Detayını vermeyi hiçbir zaman veremeyeceğim astrolojiye göre, yine gezegenler geçmişi hatırlatarak size günü zehir etme peşinde diye duydum. Üstelik bu yine bir süre de böyle sürecek gibi. Astroloji üzerine aldığım bu habere göre eski aşklar, eski anılar, eskide olmuş ama kapanmamış hesaplar, işer, masanın altından çıkıyor ve iyi-kötü neticelenmeler olmakla birlikte, e biraz can sıkıcı yanlarını ortaya çıkarıyor. Her zaman yapmayı sevdiğim şeyi yapıp, hazır geçmiş geçmemeye inatlaşmışken, “geçmiş” nasıl geçirilir diye akıl tutulmalarımızı yazmak istedim.
Biten ilişkilerden kurtulamadığından şikayetle gelen danışanlarımın çoğunlukla zaten gerçekten bitirmediğini tespit edip söylediğimde bu tespit, danışanlar tarafından zor anlaşıldı. İnsanın anlaması zor ama anlaması kolay bir izahı var aslında:
Şimdi anlatacaklarımı daha iyi anlamanız için kendinizi merkezde tutarak şeffaf ya da renkli bir çember olarak düşünmenizi istiyorum. Çemberiniz katmanlardan ya da tek katmandan oluşabilir. Ama merkezde kendinizi hissedin ve çemberin sınırını da hayal edin. Bir balonun içinde gibi düşünebilirsiniz. Bu balonu, sizin enerji
Kendine yarattığın korku ve kaygıları düşün, ondan daha niceleri var.
Yürürken düşmekten korkarsın, belki bu hayatta hangi yolu yürüdüğünü bile bilmiyorken...
Mutsuz olmaktan korkarsın ama aslında mutluluk olasılıkları yaratmak ve ona doğru koşmak yerine mutsuzluk imkanlarını tekrar tekrar zihninde canlandırırken hem de...
Para kaybetmekten korkarsın, oysaki parayı yanında götüremeyeceğin bir son veya yaşarken tadına bile varamayacağın yoksunluk olasılığı varken...
Birini unutmaktan korkarsın, yarın aslında unutma ihtimalinden beter akıl yitimi yaşayabilmek bile mümkünken...
Sevdiklerin seni şımartsın istersin; bu hayatta kendini şımartmışlığın, hatırlamayacağın kadar az ya da yokken…
Başarısız olmaktır en büyük takıntın, en azından bir gün daha yaşamayı ve bir tebessüm etmeyi bile başarmaktan tat almayı bilemeyecek kadar...
İstanbul’da gitmen gereken yere varmak için navigasyonu açarsın, alternatif yollara bakarsın, bildiğin kestirmelere dalarsın, hedefe ulaşmak için olasılıklar yaratırsın da; bu hayatta ulaşmak istediğin bambaşka hayal ve hedeflerden hangisi için bunu yaptın? Hangi aşk için, hangi kariyer ya da iş için alternatif arayışlara girdin, hedefe ulaşmak için tüm olasılıkları z
Sıcağı sıcağına yazmayı tercih ediyorum genelde, öyle herkes gibi havaların ya da gezegenlerin etkisiyle. Ne bileyim hava yağmurludur, sonbahardır mevsim ve belki yer yer güneş açıyordur ve aklımıza olmadık şeyler geliyordur diye bekliyorum eş zamanlı olarak.
Sonbaharın hafif solgun bugününde, kalemim “gerçek aşkı” yazmaya doğru meyletti ve sanki en çok daha bana inat, muzur bir tebessümle…
Gerçek aşkları okumuş, seyretmiş ve bir tanesini de yaşamış biri olarak, kalemim bu konuda susar mıydı bilmem ama bilmeyenlere gerçekten gerçek aşkı anlatmak istediği kesindi.
Hani aşklar için çarşaf çarşaf liste yazarız ya oturup: Sevmek, sadakat, saygı, güven, gezmek, vakit geçirmek, ilgi görmek, ayrılmamak, evlenmek… Diye başlar ve belki de cinsiyete göre beklentiler (ki bu kadın) bile ekleyebiliriz.
Gerçek bir aşkın elinde yalnızca iki şey vardır: Sevmek ve Vazgeçememek.
Gerçek bir aşığın aşık olunandan ayrıdır sevdası. O sever ve sevgisinden de vazgeçemez. Bu aşk, karşı tarafın ne sadakatiyle ne geçirilen vakitle ne de güvenle artar ya da azalır. Kıvamında ya da yoğunluğunda ölçü değildir hiçbiri. Belki olsa olsa sadece acısında ölçüdür olan bitenler.
Gerçek bir aşık, aşık olunanın çemberinden
İnsan, kendi öz benliğini bulmaz ve hiç duymazsa ya da duymazlıktan gelirse, kendi iradesiyle yarattığı yalanları yaşar.
Bir beden ve bir ruhun içinde çokça hal, çokça değişkenlik taşıyoruz. Özgüven, zayıflıklar, yükselen ego, yalnızlık, neşe, hava, nahoşluk, istemler, hayaller, başarı, hayal kırıklığı... Kısacası ne ararsan var. Kusursuzca yapamadığımız ise, hepsini tüm olağanlıkta görmek ve bir de onları olduğu haliyle kabul etmek, yaradılışın olağanlığı saymak. Öz benliğimizde olan biteni görmemek, iç gerçekliğimizi bilmemek, dış benliğimizin de mekanik tepkimelerle çalışmasına sebep olur. Ruhu duymamak, sadece bedensel yaşam biçiminde kalmak ve sadece bedeni ihtiyaçları ya da rutinleri bilmek gibi sonuçlar doğurur. Yaşadığın bir an veya bir olay karşısında hissettiğini düşündüğün duygunun, çoğunlukla gerçek hissin olmadığını çok iddialı bir biçimde masaya koyabilirim. Çünkü büyük oranda (ki bu dünyanın geldiği hızlı yaşam stilinden kaynaklanmaktadır.) duygusal ve eylemsel tepkilerimiz, alışagelmiş, görülmüş, başkaları tarafından denenmiş, genellikle mekanikleşmiş tepkiler oluyor. Soluksuzca koşarken beynin çokça düşünceyi üretemeyip, bedenin eforuna odaklanması gibi aslında. O