Bilinçli olsak da olmasak da her şey bir ispat sorunuydu. En başta, nefes bile derinden geliyordu çoğu zaman ya, kendi varlığını ve senin varlığını ispatlamak istercesine...
Türlü türlü dirilişi vardı ispatın. Çocukken, ilk önce emeklemeyi ve emekledikten sonra yürüyeceğini ispatladın, seni sevenler öyle iri iri gözlerle sana bakarken. Sana yaşamın hep “emeklemekle” geçeceğini ispatlayamazdı hayat işte, sen henüz o kadar küçükken. Parmaklarını buruşturup yazdığın defterler boyu okuyabildiğini ve dahi beşten başlayıp yüz alabildiğine kadar çıkan puanlarınla da umutların boş olmadığını ispat ettin, yüzüne bakan bekleyişlere karşı.
Yalnız bir yere gidebilmeyi ya da ilk zorlukta annenin omzunu tutarak güçlü olmayı gösterdin ve belki o mağrur duruşunun ilkiydi o defa.
Bilmem o okulun adı nedir ama, ilk kez bir muhataptan sebep kalbinin atışı, sana aşkın varlığını ispatladı ya; sen de sevebilmeyi gösterdin, kitapların o boş, ilk sayfasına yazdığın satırlarla. Henüz o yıllarda, çok sevince mücadelenin en hasını vermeyi ispatlayamazdın belki ama o günler de yine de kalbinde birinin adını tutmayı ispatladın en safiyane halinle.
Gözyaşların ispatladı bu hayatta hüznün var olduğunu; ya bir
“Kendimi on yıl sonra bir sahilde otururken görüyorum” derdik belki de…
Peki bu soruya bu şekliyle verilen cevap tatminkar mıdır? Yeni sorulara gebe bırakılabilir mi? Doğrusu nedir?
Bir klişe olsa da en hakiki sualdir belki ama bence eksikliği tamamlandığında…
Bana kalsa “On yıl sonra kendini hangi hayal ya da hedeflerini tamamlamış olarak görüyorsun?” derdim.
Çünkü ben on yıl sonra kendimi bir sahilde keyifle otururken görüyorum. Önemli olan oraya oturana kadar hangi hayallerime kavuştuğum ya da profesyonel bakış ile hangi hedefleri tutturduğum önem arz edecektir.
Çalışma hayatına dair kim bilir yönetici olmak üzere bir iş görüşmesi yapsam ve “On yıl sonra bu şirketi en tepe noktaya getirmiş, yerime birini yerleştirmiş ve bırakıp köşeme çekilmiş, huzurla bir sahilde kahvemi içiyor olarak görüyorum” desem cevapların en etkileyici hali olurdu belki de.
Ama bizler on yıl sonra kendimizi kapitalist sistemin içinde hala yer edinme ve yer tutma tarifleriyle görüyoruz. Kimse on yıl sonra tüm hayal ve hedeflerine ulaşmış olmayı hayal etmiyor ilginçtir.
Sormaya başladıysan illet gibi en pis sorudur bu! Üstelik bir kez sorduysan, artık bu sorgulama hayat boyu sürecektir. Bir “neden” aramak kişiyi gerçeğe, doğruya ve kendine götürür, hep söylerim.
Bu sorunun en zor cevabı teğet geçişlere dairdir. Öyle hemen bulunmaz, demlenir ve ardından beklersen de cevabı gelir.
“Bu çok saçma, niye oldu şimdi bu?” diye sorarız başımıza gelen bir olay ya da geçip giden bir kişi için. Hayatın nedenini bilmek kadar, olan bitenin sana geliş amacını sorgularsan, şahanedir cebe cevabı koyup yürümek. Ama zordur aramak, bulunca ne yapacağını bilmek!
Her şeyin bir oluş ve her kişinin bir geliş sebebi vardır. Biraz örneklendirelim edebiyat yapmadan evvel: Örneğin bir tesadüf gerçek aşkı getirmiş olabileceği gibi, gerçek bir aşk için seni hazırlamak üzere de gelmiş olabilir. Çünkü henüz doğru kişiyle kavuştuğunda olman gereken doğrulukta olmayabilirsin ve evren seni buna hazırlamaya da yeminlidir bilmelisin. Bu sebeple hayatına öyle tesadüfle biri girer, ansızın çıkıp gider. Sen sorarsın “nedendi?” diye. Sende neyi onarmak ya da değiştirmek üzere geldiğine bakman ve değişimi alman gerekir. Bazen kendiliğinden değişirsin, örneğin orantısız fedakarsan ve terk
Herkes bir an da olsa yalnız kalmayı, kendiyle olmayı sever. Ama bu çoğu kişide uzun süreler değildir. Her bireyin kendi bireyselliğinde, yalnızlığı yaşama biçimi değiştiğinden, bu biçime göre geçen süre de farklılık göstermektedir.
Biz mutfağın penceresini açıp derin tarafına bakalım bu durumun.
Yalnız olmayı sevmek ve fakat hayatta yalnız olmak istememek üzerine konuşmak ve bu duygu halinde neler yaptığımıza bakarak ayna tutmaktır bugün tercihim.
Yalnız olmak ile yalnız yaşamak ayrı kavram ve hislerdir. Aslında kimse yalnız da yaşamıyordur büyük çoğunlukla. Yani bu hayatta gerçekten hiç ama hiçbir kimsesi olmayan kişi sayısı parmakla sayılacak kadardır. Sevdiklerimiz vardır, uzakta da olsa ailemiz, telefonun ucunda dostlarımız vardır ve fakat buna rağmen yalnız yaşadığımızla ilgili bir sorunumuz vardır.
Elbetteki evlileri değil bekarları ilgilendiren bir konudur ama temelinde toplumsal alışagelmiş kodlamaları konuştuğumuzdan, herkesin dikkatini çekmesini de başarabilirim. :)
Yaşadığımız toprakların ruhumuza işlediği kodlar var: işte belli bir yaşa gelince evlenilir, çocuk yapılır, ev alınır, araba alınır, düzgün bir işte çalışılır, devlet memuru olmak iyidir gibi gibi sıralar,
Şimdilerde herkeste bir hayat motivasyonu eksikliği, yarımlık, tatsızlık ve bilinmezlik hakim. Kimden haber alsak, aynı duygu durum belirtileri duyuyoruz. Tamam itiraf edelim az biraz bizde de var bu haller :)
Peki neden bu haldeyiz?
2018, adeta gezegenlerin şımarık çocuklar gibi hiç durmadığı bir yıl oldu. Özellikle yaz başından bu yana birinin retrosu, diğerinin tutulması, bir başkasının yeniayı derken, maalesef inanın ya da inanmayın bu doğanın hareketliliğinin etkisini hissetmiş ve hissediyor olduk.
Astroloji bilmeye veya inanmaya gerek yok üstelik. Nasıl ki bahar havası bir sıcak bir soğuk derken insanı hasta ediyorsa evrendeki gezegenlerin hareketliliği de kozmik bir enerji dalgalanması yaratıyor ve etkisi de öyle gripten daha ağır vurabiliyor.
Bir önceki yazımızda bahar depresyonundan bahsetmiştik. İşte şu anki durumlar biraz daha düşünce ve duygu karmaşası yaratıyor.
Sanırım bu köşede okurlarıma en çok mevcut halleri makulleştirip gelecek günlerdeki etkileri fısıldamayı seviyorum. Bir danışanım ve dostum bugün “gelecek misafiri nasıl karşılayacağımı öğrettin.” Diye şahane bir söz söyledi. İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz olağan durumu kabul etmeye ve gelecek etkileri de
Futbol ile hiç alakam yok aslında, neden sevildiğini dahi anlamayacak kadar. Ebetteki ben onların coşkularını ve şarkılarını seviyorum. Beşiktaş’ın tam göbeğinde olmamdan mütevellit çArşı’ya karşı da öyle normalinden bir sempatim var.
Öyle kafamın her an ve hikayeden kendime ders çıkarmaya çalıştığı günlerden birinde, tam da merkezine düşmüştüm bir dünya maçının. Onlarca Beşiktaş taraftarı ile maç izliyorken bulmuştum kendimi. Onlar bağırıyor ben korkuyor, onlar sinirleniyor ben korkuyordum. Bir anda coşkulu bir şarkı söylemeye başlıyorlardı ve ben, böyle tam ortalarına atlayıp en çok bağıranı olmak istiyordum.
Tüm bu birbirine zıt duyguları bir arada yaşarken fark etmiştim bazı şeyleri…
Taraftar maçı izliyor, inanıyor, coşuyor; ben ise onlardan bir hayat dersi alıyordum. Birbirlerine sarılmış bağırıyorlardı. Takımlarına inanıyorlardı, heyecanlıydılar, mutlu ve inançlıydılar. İnanmakla kalmayıp, daha çok güven gösterisinde bulunsalar, o enerji, stadı ele geçirip neticeyi kucaklarına koyacaktı sanki.
Bence öyle de olmalıydı. Çok güzel inanıyorlardı. Hayalleri vardı, sadece kazanmak değil dört gol atıp maçı iyi fark ile bitirmek gibi… Düşündüm…
Neden kendimizin, hayatlarımızın ve
Yazarlığımın farkı şuydu hayata dair: Ben bilindik şeyleri ya da bilinmeyip dışardan görüş beyan edilen konuları bizzat yaşayarak yazıyordum. An geliyor, içine düştüğüm zaman için aynı gölgeye girmişlere ışığı bulup “Bu taraftan” demek üzere düşürüyordum sözcüklerimi klavyeden kalplerinize.
İşte mevsimlerden sonbaharın girişinde “merhabalaştığım” bahar depresyonuyla dönüp dolaşırken, bir dost “hepimiz öyleyiz, yaz bize yolu” dediğinde, önce ışığı görmediğimden dem vursam da hızlıca yola koyulup önünüze geçmek ve ışığı bularak sizi de yanımda götürmek istedim.
Güzel ya da durgun geçirdiğimiz yazın üzerine, mevsim de öyle gözyaşıyla arada kendini göstermeye başlayınca, soğuk almış gibi depresyonu da kuluncumuzdan alıyoruz ne yazık ki. Üstelik bu bahar yorgunluğu ve mutsuzluğu için malzeme olacak reel bir sorun da olması gerekmiyor. Bazılarınız, birçoklarından epey şanslı ve mutludur belki de ama herkes aynıdır yine de bu mevsimde.
Hiçbir şey yolunda değildir!
Sanki hayat yıkılmıştır içimizde, diz çökmüş ve “halim kalmadı” demiştir. Abartmayalım belki, yazan kadar yoğun yaşamayanlar vardır :)
Günümüzde yaşadığımız global etki ve sorunlara hiç girmeksizin baharın garabetinden devam