Mizaha bile hep konu olmuş ve çokça bahsi geçmiş olsa da bambaşka açıdan biz kadınların her şeye nasıl da olağanüstü anlamlar yüklediğini, yaradılışını anlatmak isterim.
Sanırım bu yazı daha çok erkekler için “Ah, işte tam da bu” diyeceği cinsten olacak.
Her ne kadar yıllara sari yaşanmışlıklar sonucunda, erkeklerin üretici, kadınların tüketici olduğu gibi bir algı ortaya çıkmış olsa, gerçek böyle değildir.
İlkel dönemlerden bu yana belki birçok icadı erkek yapmıştır ve evet erkek “avcı” olarak yaradılışa sahiptir. Ancak aslında yaşamsal serüvendeki çözümcül üretkenlikler çoğu zaman kadının eseridir.
Daha insani hallerimizden başlayacak olur isek; ebeveynlerden anne, daha çocuğu konuşmuyorken bile ihtiyaçlarını anlayabilir. Doğal bir annelik içgüdüsü ile çocuğunun aç olduğunu ya da gazının olduğunu bilir. Hikayelerin en komik anları da zaten hep babaların çocuğu kucaklarında tutup “Hanım, ne istiyor acaba?” soruları ve çocuğunun tam olarak sorununun ya da ihtiyacının ne olduğunu anlayamaması değil midir? Babalık, erkek için bir misyondur, içgüdüsü yoktur. Bu kötü bir şey değildir. Nedenini belki de salt çocuğun annenin bedeninde varlık göstermiş olmasından doğan bir bağlılığa ve onun ürünü olan içgüdü oluşumuna bağlayabiliriz.
Kadın varlığı, içinde annelik içgüdüsü, kadınlık içgüdüsü ve bununla başlayan bir düzine içgüdüyle doludur. Bu sebeple evlatlardan kız olanı, annesi ya da babasının üzüntüsünü ya da beklentisini erkek evlattan daha çabuk anlar. Bu yüzden anne ya da baba hasta ise genelde kız evlat bakar.
Bu sebeple kadın, bir erkeğin kendisinden hoşlandığını daha lep demeden anlar ya da aldatıldığını. Mesela kadın ve erkeğin aldatmasındaki fark bile buradan çıkar: Erkek içgüdüsüz aldatır, tamamen testosteron hormonları yükselir ve bir avcı gibi çiftleşmek ister. Ama kadın cinsel bir içgüdü ile aldatır erkeğini. Aslında belki de bu yüzdendir kadının aldatmasının ağır gelmesi. Çünkü doğa kabul etmiştir, kadının “bağlılığını”. Zira kadın dediğin ailesine, evladına ya da partnerine bağlanır. Avatar filmindeki Eywa gibidir kadın ve o tüm enerjisiyle kıymet verdiklerine görünmez bir enerji kablosuyla bağlanır, onu da kolay kolay koparmaz. Belki de bu yüzden etkisi büyük olur eylemin.
İçgüdülerle donatılmış kadınlar, işte tam da bu yüzden tüm içgüdülerini her türlü durumda kullanır ve fazladan anlam yüklemeye yatkındır. Hani şu iş hayatında “mesleki deformasyon” diye bir şey var ya, işte kadınlarda da “içgüdü deformasyonu” oluyor maalesef. Çünkü kadının, anneliğinde ya da ne bileyim gerektiğinde devreye sokması gereken içgüdülerini, olmadık yerde piyasaya sürdüğündendir problemin kadına da erkeğe de sirayet etmesi.
Kadın, insanların (dikkatinizi çekerim kadın ya da erkek fark etmez) sözcüklere döktüğünden fazlasına bakar. Erkek dediğin öyle mi? İroni yapacaksan bile ipucu vermelisin, o derece “ne dersen onu anlar”. Yani daha doğrusu erkek, olan biten ya da söylenen ne varsa masada duranlara bakar, gözüyle gördüğünü, kulağıyla duyduğunu kabul eder. Bu da öyle meziyet değildir; siz erkekler, arkanıza özgüvenle yaslanmayınız! Bu bir tercih değil, içgüdüsüz yaratılma biçiminizin ürünüdür :) Aslında burada bir hatayı düzelteyim, erkeklerin içgüdüsü yok değildir; tehlikede “avcı ve savaşçı” içgüdüsü belirir mesela. Sadece kadınlardakiyle kıyasa tabi tutuyor olalım.
Neyse, devam.
Kadın bu hayatta her konuda “anlam arar”. Anne olduysa çocuğunun davranışlarından ihtiyaçlarının anlamını çözer. Ergin çocuğunun yanlış bir şey yaptığını mesela genelde anne yakalar. Neden mi? Şüphe doğmuştur ve arayışa geçmiştir de çoktan, ondan. Kız evladı, anne ve babasının evliliğindeki tüm anlamlara bakar, kardeşlik ilişkisindeki anlamlarına, ebeveynlerinin ihtiyaç ve küskünlüklerinin anlamlarına bakar ve bilir. Kadın eş ise, erkeğinin ofiste bir “halt” yediğini bilir mesela, ya da erkeğinin davranışlarındaki sevgiden tutun, ilgisizliğe, sıkılmasına, şımarmasına ya da aldatmasına kadar “ciğerini bilir” işte:)
Çünkü kadın sessizliğin içindeki sesleri duyabilmek, söylenmeyeni anlayabilmek üzere gizli bir yeteneğe sahiptir ve buna türlü durumlara göre de dediğim gibi içgüdü tarifleri yaparız.
Peki, kadın bu içgüdüleriyle alt yazıları nasıl yazar?
Evimde yazı çalışmaları yaparken genelde başıma gelen türlü şeyler oluyordu, onu anlatmak isterim benzetme adına. Bir keresinde televizyonun sesini unutup tüm akşam sessizce bakıp durmuştum, haber, dizi, klip kalanı… Olan biteni sessiz halinde anlamaya çalışmıştım. Yalan değil, huy edindim, arada yapıyorum, çok iyi geliyor. Ama duymadığım şeylere alt yazı bile yokken replik üretmek genlerimde var işte :) Birinde de Türkçe dublajlı bir filmi Türkçe altyazılı izlemiştim. Tamam çok önemli değil bu hata ama altyazı okumaktan filmi izleyemediğimi söylesem, buna gülersiniz herhalde. Yakın dostum da bir gün eşiyle Danca bir filmi İngilizce altyazıyla izlediklerini ve anlamadıklarını anlatmıştı. İşte kadınların ilişki ve flörtteki anlam yükleme hallerini bunlara benzetiyorum.
Sanırsın adam Ayapaneco dilinde konuşmuş ya da davranmış gibi, “ne demek istedi” der kadın. Evet bir kadının bir kadına ilişki kritiğinde sorduğu ulvi soru budur: “Sence ne demek istedi?” Çünkü lisanı yetememiştir, kendisi gibi içgüdülerle donatılmış bir dişinin bakışını da eklerse çözecektir bu işi.
Ayapaneco dili tükenmesi an meselesi olan bir dil olup; en çok ilgimi çeken yönlerinden biri, bir fiil kökü sonuna bir buçuk milyon tane farklı ek alabiliyor olmasıdır. Üstelik sadece harfler değil, ses ve tınlamaları da olan bir dildir. İşte tam da bu yüzden kadının erkekle olan iletişimini analizinde bu dili işletime soktuğunu düşünüyorum.
Bir örnekle gidelim. Kadın, flört ettiği erkeğe “Bu akşam görüşecek miyiz?” sorusunu soruyor. Erkek “Bu akşam maçım var” diyor. Şimdi sahne kadının zihninde: Erkek neden böyle demiştir, gerçekten maçı var mıdır, yoksa görüşmek istememiş midir, artık eskisi gibi sevmiyordur, ilgisizdir, bir kadın olabilir, kaçan kovalanır gibi olumsuz tercüme yapmış olabileceği gibi; yanındaki kadın dostu bu sözleri söylediğinde de tam olarak aksine erkeğin onu çok sevdiğini, maçı olmasa koşa koşa geleceğini, arkadaşlarını ekemeyeceğini, zaten onun da arkadaşlarını ekmesini istemeyeceğini, maçı bitince de yorgun olabileceğini, yoksa maç sonunda gelebileceğini… gibi gibi bir düzine şahanelikler sıralayabilir. Üstelik bütün bu olasılıkların hepsi “Bu akşam maçım var” cümlesinden türetilir.
Kadın erkek iletişim ilişkisinde tehlikenin kendisi zaten bu alt yazı yazma hali olsa da başlı başına; daha vahimi de buradan sonradır. Zira altyazıyı kadın sadece yazmakla kalmayacaktır. Olumsuz yazılmış altyazılar sonucunda, kadın erkeğinden şüphe duymaya başlayabilir ve izlemeye alabilir, baskı yapabilir ya da sitem ve tartışmalar yaratabilir. İlgisizlik şikayetleri belirir, hastalık misali. Erkeği aptala çevirir mesela; erkek ne yapsa olmaz, anlatsa altyazı olumsuz devam eder, çiçek alsa kadının düşüncelerini doğrulamış sayılır, susup otursa da ilgisizdir. Erkek, bunlardan başka da çözüm üretemez hani. Belki de böyle bir durumda erkeğe ne yapması gerektiğini de söylemek gerekir diyeceğim ama söylenince yapılan şeyin sonucu da kadında duygusal katliam yaratmaktadır:) Erkek olasılıklardan bambaşka bir şey bulmalıdır ve bu neredeyse imkansızdır.
Bir de kadınların olumlu anlamlar yükleme hali vardır. Erkek öyle olağan davranmıştır ama kadın daha flörtün başında ilişkiyi aşırı ciddiye alır. Zira erkek “Bu akşam maçım var” demiştir. Gayet de çok seviyordur, ciddi bakıyordur ilişkiye, maça gideceğini bile haber vermiştir:) Abandıkça abanır erkeğine ve daha flört aşamasından ilişkiye geçemeden erkeği “illallah” dedirterek kaçırır yanından.
Erkek aramaz, çok sevdiğinden kendini frenliyor olur. Erkek arar, aşkından ölüyor olur. Erkek aceleden kısa bir cümle yazar, ilgisiz olur; müsait olmadığında yazmazsa sevmiyordur. İlişki güzel güzel gidiyordur, “ee evlenmeyecek miyiz?” sarsıntıları başlayınca kadında, erkek “oyalıyor” olur. Erkek kadından emin olup da ilişki daha çok uzun sürmeden evlenme teklif etmiş olur ise de “bunun altında bir bit eniği” aranır.
Yani erkeklerin zordur işi!
Erkeklerin işi zor da kadınların kolay mıdır? Aslında bütün bu kaosu kadın boş yere yaratır. En başta dedim ya, şahane içgüdülere sahiptir kadın aslında. Sakin kalsa olanı biteni anlıyordur. Ama sakin kalsa! Sakin kalmayıp, altyazı yazmaya, okumaya, aşırı anlam aramaya kapılırsa aldığı sonuçlar kötü olur. Acele işe şeytan karışır yani:) Oysaki altyazıya gerek olmamıştır, adam maça gidecektir işte, ve başka ne görülmesi gerekiyorsa görülecektir hayat akarken. Hatta daha da şahanesi daha olacaklar olmadan hissetme yeteneği de varken, sezgilerin belirebilmesine olanak sağlanmalıdır yani.
Erkeğin fiillerinin bir buçuk milyon çekimi yoktur anlayacağınız. Tektir ve nettir esasen. Ne dediyse odur işte. Burada her iki cinsin birbirine bakışının tam tersi olması gerektiğini söylemeliyim. Aslında erkek, kadının fiillerinde bir buçuk milyon çekim olasılığını aramalı ve üretmelidir; ve kadın erkek için “ne dediyse, ne yaptıysa o” demelidir. Çözüm bu kadar basittir.
İçgüdü deformasyonu olmadan, altyazısız yaşayın derim son olarak. Erkeklere ne istiyorsanız onu doğrudan diyip, ne diyorsa onu size verildiği şekliyle alıp kabul edin. Yani siz kadınlar, erkeklere de bu kadar zulmetmeyin.
Şimdi son lafımdan erkekler nasıl da kendini anlayan bir kadın bulduklarını sandılar değil mi? Yoo, o iş tam olarak öyle değil. Bu iş burada bitmedi, daha siz “sorumluluktan kaçalım abi” erkeklerini de yazacağım:)
Betül Yergök /Mentalizasyon
mail: info@mentalizasyon.com
İnstagram/Youtube: @mentalizasyon