Her problem içinde bir fırsat saklar

9 Ekim 2009

‘HER problem kendi içinde bir fırsat saklar ve problem fırsatın yanında cüce kalır’ demiş usta...
Aslında önemli olan da bu sanırım. Problemin içindeki fırsatı yakalayabilmekte saklı, çözüm.
Problemsiz hayat olmuyor, problemsiz insan olmadığı gibi.
Ama sonuçta kazananlar, hep, probleme değil onun etrafındaki fırsatlara odaklananlar olmuyor mu?
Bir kere de bunu deneyin hayatta.
Sorunların, mutsuzlukların arasına gömülmeyin. Savurun üzerinize çöken çöplükleri.
Neyse derdiniz ondan korkup, geriye çekilmeyin. Üzerine gidin.

Yazının Devamı

Büyük ağızlılar küçük beyinliler ve “Şerefine İnsanoğlu”

2 Ekim 2009

BÜYÜK ağızları vardır onların... Büyük ağızlarının ardında da küçük beyinleri... O küçük beyinleriyle her şeyi bildiklerini, çözümlediklerini sanırlar. Hasetleri, çekememezlikleri; önce küçük yüreklerinde çırpınır ‘pır’ ‘pır’, sonra da büyük ağızlarına vurur. Tükürükler içinde, öfke, kin saçarak konuşurlar. Bilmeden, çok bildiklerini sanırlar. Küçük yürekli oldukları için yüz yüze gelip, açık açık sormayı beceremezler. Kendi kendilerine fikir yürütürler. Onlara göre her başarının, her yükselişin nedeni kendi yaşadıkları benzer birşeylerdir. Bilgisiz ve beceriksiz oldukları için sadece kendi deneyimlerinden yola çıkıp, sonuca bağlarlar.
Emekten, alınterinden bihaberdir onlar. Dedikoduyla, ‘o dedi’ yle, ‘bu dedi’ yle, ‘onun nedeni ne’ yle, ‘bunun sebebi bu’ yla geçinirler. Kendi başarısızlıklarının gerçek nedenini de bu yüzden görmezler.
Gözleri mi? Gözleri bir işe yaramaz ki. Ne görür, ne duyar onlar. Onlar sadece küçük yürekleri ve büyük ağızlarının esiridirler. Büyük ağızlı ve küçük yüreklilere acımayın. Onlardan korkun. Çünkü onlar; ne düşünebilir, ne emek harcayabilir ne de hissedebilirler.
Onlar sadece ve sadece; konuşur, konuşur, konuşurlar...
Oysa önce insanız
Ben,

Yazının Devamı

Gençler ders almıyorsa yetkililer alıyor mu?

25 Eylül 2009

ONU tanıyordum... Bir zamanlar sakin, telaşsız, sessiz, o küçücük beldede uzun yıllarını geçiren herkes birbirini bilir zaten. Bir kere yüzünü asık görmedim. Hep cıvıl cıvıldı. Gözleri parlardı. Daha çok narenciye işi yapılan ve bir zamanlar küçücük bir köy olan Özdere’nin yeni nesil gençlerindendi o da. Ailelerinin çoğu zaman özel okullarda okumak için İzmir’e gönderdiği; köy kızı gibi sade, evine, yaşantısına bağlı ama onun yanında da giyimiyle, kültürüyle, eğitimiyle şehirli kızları aratmayan bir Egeli genç kızdı o... Yeri geldi mi bağda bahçede annelerine babalarına yardım eden; şalvarı, tülbenti geçiriveren, yeri geldi mi denizkızlarını aratmayacak kadar usta yüzerek herkesi hayran bırakan, yeri geldi mi de turistlerle sohbet eden diğer gençler gibiydi o da. Daha çok marketlerinde karşılaşırdık. Ve oranın tabiri gibi, “Bizim kız”dı o da...
Bayramı zehir eden, Çeşme’deki kazada sönen hayatlardan biriydi Suna Ağır... Fotoğraflarını gördüğümde “Tanıyorum!” dedim. İçime bir sıkıntı çöküverdi. Tıpkı bugüne kadar Çeşme’de eğlence dönüşü kaybettiğim onca tanıdık gibi... Çocukluk-gençlik arkadaşlarım, onların kardeşleri, kuzenleri, ağabeyleri, erkek arkadaşları, nişanlıları,

Yazının Devamı

Bu bayram...

18 Eylül 2009

Bu bayram daha çok ihtiyacımız var sanki... Sabahında, güne radyodan yükselen mutlu şarkılarla başlamaya... İyi dileklerle öpücük kondurmaya... Tanıdık tanımadık herkese kapımızı ardına kadar açık bırakmaya... Misafir buyur etmeye, misafir olmaya... Bu bayram daha çok ihtiyacımız var ‘bir’ olmaya. Unuttuğumuz vicdanlarımızı, bir yerlere sakladığımız iyi niyetlerimizi bulup yeniden günışığına çıkarmaya.
Artık bayramla ilgili haberlerde bile; şekerin çikolatanın, tatlının pahalılığı, fitre vermeye kimsenin hali olmadığı, alışveriş öncesi çarşı pazarın boş dükkanları var. Bayram kredisi, kredi kartına dikkat haberleri de cabası. Bayramların neşesine inat eder gibi üstelik! Bayram yaklaştı mı kara kara düşünür oldu herkes artık. Heyecanı, tadı tuzu çook gerilerde, eskilerde kaldı. Ben yine de “Olsun!” diye düşünüyorum. Bayramı bayram gibi yaşamalı.
Başucunda yeni ayakkabısı, hala bayram sabahını heyecanla düşleyen çocuklar olduğu düşünülmeli. Birkaç lira cep harçlığı ya da onun yerine mendil, şeker bekleyen çocuklar olduğunu görebilmeli. Pencerenin önünde, kapı zilinin çalmasını dileyen büyükler olduğunu bilmeli. Bu bayram yine eski bayramları hayal etmeyi bırakıp, yeni bir bayram

Yazının Devamı

Havagazı Fabrikası’nda artık hareket var!

4 Eylül 2009

KOYU mavi İzmir akşamlarında köz rengiyle yükselen bir dekor sanki... Osmanlı İmparatorluğu’nun hızlı bir sanayileşme süreci içerisine girdiği 1840-1860 yılları arasında kurulan ve bugünün sembolü Havagazı Fabrikası... Sanatın eleştirdiği sanayileşme süreci ve sanayi devriminin bir simgesi gibi kentin tam ortasında duran bu mekan, şimdi kaderinin tam tersi, her gece başka bir sanatsal etkinlikle ayakta duruyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin restore ettirdiği eskinin bu karanlık ve yıkık dökük hatırası, her gece farklı bir etkinlikle renkleniyor. Bir süre önce Havagazı Fabrikası’nda dikat çeken bir etkinlik olmadığını, hatta kültür sanat merkezi diye adlandırılan mekanda, düğüne bile rastlanabileceğini eleştirmiştim. Daha üzerinden bir ay bile geçmedi ki; Havagazı Fabrikası’nda dikkat çeken değişiklikler olmaya başladı.
Sıcak bir İzmir akşamında Suavi’nin müziği ve dostların sohbetiyle huzur bulmuştuk mesela... Başka bir akşam da tarihi mekanda siyah-beyaz film karelerinde günün yorgunluğunu unutmuştuk. Şimdi sabırsızlıkla, kış gecelerimize nasıl girecek bu mekan diye düşünüyorum usul usul... Ama ondan önce, Eylül var önümüzde. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sinematek

Yazının Devamı

Yolların anımsattıkları

28 Ağustos 2009

KÖY yollarından geçiyorum. Her akşam, günbatımında... 10-15 dakika önce çıktığım şehirden başka bir dünyanın içine düşüyorum sanki... Evler, o evlerin kapı önlerinde oturan kadınlar... Sokakta eski bir topun peşinde koşan çocuklar... Kahveler, o kahvelerin koyu gölge bahçesinde koyu sohbetteki erkekler.
O anlık geçişlerde tek akılda kalan; sakinlik, huzur ve o yaşantıdan yansıyan hoşgörü sanki.
Fırının önününde çocuklar görüyorum, sıcak pide için bekleşiyor. Köylü kadınları görüyorum, komşusuna tepsi içinde, başının üstünde yemek taşıyor.
Artık topluca yaşama ve yaşadığın topluma saygı duyma, sadece köylerde var. Köy kahvesinde birlikte televizyon seyredip herkesin yorumuna saygı duyma, köy çeşmesinde sıra beklerken sabır gösterme, dere kenarında birbirine yardım edip, birlikte çamaşır yıkama, köy pazarında birbirinin malına sahip çıkma, kış için erişte, salça, biber hazırlama... Çoktan unutmadık mı bu eylemlerin yüklemlerini?
Yollar insana unuttuklarını anımsatıyor çoğu zaman. Bu yollar ve yolculuklar da bana çocukluğumda yaşanan ve ondan öncesi de anlatılan ‘ramazan’ları anımsattı. Hoşgörü ayı diye anıldığından, kimse birbirini kırmamaya, saygı göstermeye daha özenirdi.

Yazının Devamı

‘İncelik’li bir akşam yemeği

21 Ağustos 2009



“İNCİNDİM, incitildim derinden/Terkettim kendimi/Tesadüfen karşılaştım içimde/Kendimle yeniden’ diyor Sertab Erener. Çoğu zaman incelikler yüzünden yanlış bile anlaşılır insan (!) Ya da herkesi düşüne düşüne kendini kırdığının farkına varır.
‘Siz yine de incelikli davranın/Benim kadar değilse de/Ben bu yüzden, incelikler yüzünden/ Belki daha çok üzüldüm’
Aynı şekilde Hacı Bektaş Veli’nin ‘İncinsen de incitme’ sözünü de unutmamak gerekiyor.
Küçücük de olsa mutlaka her inceliğin, verdiğiniz değerin bir gün yerine ulaşacağından emin olun...
14 Mayıs’ta, uzun zamandır görmediğim inceliğin, zarif bir yemekte farkına vardım. Durduk yerde, hiç olmadık bir zamanda düşünülmek nasıl da mutlu ediyormuş! Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İzmir’deki kadın gazetecilere Balçova Termal Crea Clup’ta yemek verdi. Bu yemeğin altında belki çok şey arandı. Kadınlara ayrılmış özel bir güne rastlamıyordu o tarih. Bana kalırsa da sadece bir ‘incelikti’. Önce ‘Neden gazeteciler kadın ve erkek diye ayrıldı?’ diye düşünmedim de değil. Ancak yemeğe gittiğimde farkına vardım. Başkan Kocaoğlu’nu ilk kez bu kadar rahat, güleryüzlü gördüm.

Yazının Devamı

Etraf erkek Hürrem’lerle dolu

18 Ağustos 2009

İKTİDARA giden her yol sizce mubah mıdır? Ünlü İtalyan siyasetçi, tarihçi, yazar Machiavelli’ye göre öyle! Onun yaşadığı 16. yüzyıldan itibaren de işine gelen herkes bu felsefenin ardına sığınmış. Gözünü iktidar hırsı bürümüş; ister tarikat, ister devlet, ister sıradan bir hayatın her bireyi ‘Amaca, zafere, iktidara yürürken her yolu mubah’ görür.
Aynı tarihlerde yaşamış, hem kendi dönemi hem de sonrasına damgayı vurmuş Hürrem Sultan’ın Machiavelli ile tanışıklığı var mıydı, bilmem ama onun bu felsefesinden etkilenmiş olma ihtimali yüksek.
Lehistan Krallığı’nın sınırları içerisinde bulunan Rohatyn’de doğan, Tatar akıncılar tarafından kaçırıldıktan sonra Kırım Hanı tarafından Osmanlı sarayına sunulan Aleksandra Lisowska’nın (Hürrem) yaşadığı dönemle, Machiavelli’nin iktidarla ilgili incilerini döktüğü dönem ne tesadüf ki birbiriyle çakışıyor. Avrupa’da bilinen adıyla Roxelana yani Osmanlı’nın Hürrem Haseki Sultan’ının yaptıklarını bilmeyen yoktur. Kanuni Sultan Süleyman, iktidar mücadelesi ve savaşları verirken, haremden nikahına geçen Hürrem Sultan ise dudak uçuklatan planları, oyunlarıyla ortalığı birbirine katar. Kelleler gider, zehirler akıtılır... Hürrem, haremden yola

Yazının Devamı