‘GAZETECİ milleti değil mi?’ diye kısa yoldan çok eleştirilir bizim mesleğimiz. Bazıları çok sever de genel kanı hep tersinedir. Oysa benim çocukluğumda, insanların en çok saygı duyduğu, en çok hayran olduğu meslekti... Sonradan bu genel kanı yavaş yavaş biraz değişti. Benzer cümleler sarf edilir oldu. Ama hâlâ zor, hâlâ çok değerli, hâlâ kutsal bizim mesleğimiz. Arada birkaç ayrık otu olsa da onları temizlemek de sizlere düşüyor işte.
Bayramın birinci günü yani cuma akşamı çok geç saatlerde gazeteden çıkıp ailemin yanına giderken düşünüyordum da... İlk değildi bu. Bizim ailelerimiz de, sevdiklerimiz de, eşimiz dostumuz da beklemez bizi. Ne akşam yemeğine, ne bayramlaşma merasimine, ne alışverişe, ne ev gezmesine, ne düğüne, ne yılbaşı gecesine dair plan yapılmaz bizimle. Eşi olanların eşleri beklemeye, çocuğu olanların çocukları yalnızlığa alışıktır işte. Hele benim gibi yalnız çocuk büyüten kadın gazeteciler. Onların işi biraz daha zor oluyor. İçinizde hep eksiklik kalıyor. Kızıma ‘bekle’ deyip, düşen bir haberin peşine dalıp sokakta saatlerce unuttuğum günlerin, yıl sonu gösterisine son anda yetiştiğim gecelerin, yarışını kaçırdığım saniyelerin sayısı az değil. Ama bu meslek
BİRAZ özgürlüğümüze düşkünüzdür; biz İzmirli kadınlar... Biraz da nam salmışız zaten ‘İzmir’in kızları’ diye!
Bu özgürlüğün su yüzüne çıktığı onca mekan var ama İzmir’de özgürlük denince benim ilk aklıma gelen yer Kordon. Dışarıdan gelenlerin Kordon’u görünce hayrete düştüğüne tanık oldum onlarca kez.
Önceki gün de bizim canımız biraz özgür olmak istedi. Oturduk Kordon’a...Hava güzel, insanlar güzel, yediğimiz içtiğimiz güzel.... ‘Daha ne olsun?’ diye iç geçirirken, daldım gittim karşı masaya.
Havalı bir kız ve karşısındaki de belli ki erkek arkadaşı. Tartışıyorlar! Öyle kaptırmışım ki izlemeye, bir an patlayan tokatla sanki kendime geldim, aniden de irkildim. Yaklaşık yarım saat süren tartışmanın sonunda kız oğlana tokatı patlatıverdi ve kalktı masadan hızlı hızlı uzaklaştı. Oğlan şaşkın, etraftakiler şaşkın. Ben daha şaşkın.
‘Bu kavganın sonu ne olacak?’ diye beklerken, neredeyse çocuğun düştüğü duruma gülecektim. ‘İşte bir İzmir kızı’ dedim içimden. Patlattı tokatı ve yürüdü gitti....
Oysa önceki gün, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü”ydü. Gazetede, ajanslardan gelen onlarca habere bakarken, ‘Sahi bugün neyi değiştirmek
DOMUZ gribinden çok, Bakanlığın ilk günden bu yana uyguladığı politikaların daha korkunç olduğu söyleniyor. ‘Aşı yaptırın -yaptırmayın’ kaosundan tutun da, ‘O yaptırdı. Bu yaptırmadı’ söylentilerine kadar her şey tam bir fiyasko olarak ilerliyor.
Bir kişi hastalanınca binlerce öğrencinin gitmediği, ders yapılmama noktasında kilitlenen okullardan neredeyse sokağa çıkmama durumuna gelen kasabalara kadar yaşanan şehir efsaneleri de cabası! Hepsinin bilgi kirliliği, bilgi eksikliğinden kaynaklandığı da kesin gerçek!
Domuz gribi salgını yüzünden yaşanan traji - komik fiyaskolardan en ilginci yine Sağlık Bakanı Recep Akdağ kaynaklıydı. ‘Öpüşmeyin, sarılmayın’ uyarılarını anladık ama... Bakan Akdağ, salgınla ilgili yaptığı açıklamalardan birinde; ‘Alışveriş merkezleri, tiyatro, sinema, spor salonu gibi kapalı alanlar ve çok kalabalık ortamlara gitmeyin’ çağrısında bulununca virüs yerine tiyatro ve sinemaları yok olma noktasına getirdi.
Gişe yapma ümidi sönen sinema filmleri bir tarafa zaten can çekişen özel tiyatrolar perde açamıyor artık. Endişeleri konuştuğumuz Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Semih Çelenk, özellikle çocuk oyunlarının seyircisiz
‘KUŞ kadar aklın var’ derler... Hafif saf ve salak bulunanlar için söylenir... Alaydan ve küçümsemeden öte iltifat olmalı bu söz. Kuşlar! İnsan aklının bile yetmediği onca mucize, kuşlarda toplanmış sanki.
Düşünüyorum da... Okyanusun ortasında yapayalnız yön bulmaya çalışıyorsun.... Afrika ne tarafta acaba? Ya Amerika kıtası? Onbinlerce kilometre yolu birbirlerinden kopmadan, yönü kaybetmeden, kimseye sormadan, hiçbir alet, teknoloji kullanmadan sadece kanat çırparak mı kat ediyorlar? Dünyanın en ücra köşesinde bir yıl önce bıraktıkları yuvayı elleriyle koymuş gibi nasıl buluyorlar? Göç, kuşlara özgü mucizelerden sadece biri. Kuşların dünyası mucizelerle dolu.
Doğan Haber Ajansı muhabirlerinden Mustafa Oğuz ağabeyimizin çektiği “göç eden sığırcıklar” fotoğraflarını gördüğümde, dalıp gittim ve tüm bunlar geldi bir an aklıma. Mustafa Ağabey, doğa ve hayvanlara olan ilgisiyle bilinir. Göç eden sığırcıkları yakaladığı fotoğrafları üzerine sohbet ettiğimizde, o karelerin ardındaki hikayeleri anlattı. Sığırcıklar daha sıcak yerlere göç ederken, İzmir’e uğradıklarında en yeşil ve en çok zaman geçirebilecekleri, onların yaşam alanlarına benzeyen tek yer olan Kültürpark’a girmek
“Tiyatro, iki kalas bir hevestir.” Tiyatronun büyük ustası Haldun Taner, ‘Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’nda tiyatro aşkını bu cümlede özetleyiverir... Emek isteyen tüm sanat dallarında benzer cümleler gelir aklıma. Sanat için, her amatör ruhla yapılan girişim, “İki kalas bir heves” cümlesini anımsatır.
CHP lideri Deniz Baykal’ın bugün açılışını yapacağı, kendi adını taşıyan sanat merkezi için, dün İzmir’e geliyordu usta sanatçı Müjdat Gezen. Telefonla konuştuğumuzda yoldaydı. Bursa’daki merkezde ders vermiş, İzmir’e doğru yola çıkmıştı.
1991’de İstanbul’da kurduğu okulun bugün 5’inci şubesi Konak Belediyesi katkılarıyla açılacak olan sanatçı, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin (MSM) kuruluş öyküsünü şu cümlelerle anlattı:
“İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’nda hocalık yaparken, ‘Bir gün kendi param olursa, kendi okulumu açayım’ demiştim. Bir gün param oldu ve okulu açtım. Sonra baktım ki; Türkiye’nin her yerinden genç yetenekli arkadaşlar başvuruyor. İstanbul’a ikinci şubeden sonra, Ankara ve Bursa’ya açtık. Şimdi de İzmir’e... Bu aslında benim İzmir’e küçük bir şükran borcum. İstanbul’da yetiştim ama İzmir’de, İzmir Fuarı’nda tanındım.”
Yavaş Şehir Chiavenna sokaklarından bir görüntü...
Nefes nefese koşarken, bazen bir durup kendine bakmalı insan... Ve sormalı yine kendine “Nereye koşuyorum ben?” diye... Gazden ayağı kesip biraz aheste yaşamalı. Hızlı ve telaşlı adımlar, soluklanmadan konuşmalar, durup dinlenmeden düşünmeler, kısa ve kesik uykular, nereye kadar? Kendi hızına bile yetişemezken insan, yaşamı nasıl sindirebilir ki? Bu kadar hızlı giderken her şey, küçücük bir molada nasıl es verebilir ki? Mola bile mola olmaktan çıkar ya o zaman! O zaman yavaş yavaş hız kesmeli. Durup, “Ben insanım. Yaşamak için buradayım” diyebilmeli. Başını çevirdiğinde bir kuşun yavaş yavaş çırptığı kanatlarıyla uçabildiğini, bir balığın minik vuruşlarla derinlerde süzülebildiğini, vahşi bir ormanda yavaş salyangozların da yaşayabildiğini görebilmeli.
Böyle düşünürken ben, Seferihisar geliyor hep aklıma... Hızla yayılan ‘Yavaş Şehir’ler, ‘Citta· Slow’ düşüncesi ve salyangozlu simgesi... Usul usul yaşamak istiyor insan. Nefes nefese değil de, nefesini sindire sindire. İşte bu yüzden son günlerdeki en güzel düşünce, proje, belediyecilik... Ne derseniz deyin...Bana göre Seferihisar’ın ‘Yavaş Şehir’ projesi...
TARİHİ Havagazı Fabrikası, tarihi bir gün yaşayacak... İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Kültür Çalıştay’ında kentin önümüzdeki günlerdeki kültür -sanat kaderi çizilecek. Çalıştay yarın. 103 kişilik liste masada duruyor. Benim umutlarım da onun yanında duruyor. Umutla bekliyorum.
İlk kez 1997’de yazmıştım. Gazete Ege’deki köşemde yazmaya başladığım o günden bu yana da hiç bırakmadım. Bu kentin yolsuzlukları, güzel günleri, siyaseti, sağlığı, polis-adliyesi’yle haşır neşirken, sanatını sorgulamayı hiç bırakmadım. O tarihten bu yana hep yazıyorum, yazıyorum, yazıyorum... Bu köşede yazmaya başlayalı ise 6 yılı geçmiş. Ama ‘İzmir’in sanat beklentileri’ni dile getirmeyi hiç bir zaman bir kenara bırakmadım. Bundan hiç vazgeçmedim.
‘Bu kente yakışır kültür merkezleri, tiyatro binaları, opera binaları, sergi salonları, konser salonları’ olsun diye hep söyleyip durduk. Güzeli desteledik, eleştirilecek olandan da çekinmedik. Dileğimiz, belki yüzyıllar önceki gibi olamasa da bugün gibi de olmasın diyeydi bu kentin sanat yaşamı... ‘Bu kentte yaşadıklarımızla güzelleşsin’ diyeydi hayatlarımız.
İzmir için büyük fırsat
Yarın önümüzde büyük bir fırsat var. Katılımcılar arasında
İHALESİ, inşaatının başlaması, bitmesi, açılması uzun ve karmakarışk bir süreçti. Geçen sezon açıldı. İz bırakan etkinliklere evsahipliği yaptı.
Bu sezona ise tahmin etmediğim kadar hızlı başladı Adnan Saygun Kültür Sanat Merkezi.
Senfoni ve opera gösterilerine evsahipliği yapması, Türkiye’de az bulunan bir teknik donanıma sahip mekana İzmirlilerin ayağının alışmasını sağlıyor.
Teknik donanımı, altyapısı ve içeriğini dolduran etkinliklerle, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin vurguladığı gibi; İzmir’in ‘prestij’ mekanlarından birisi oldu.
Buraya kadar her şey iyi, hoş ve güzel.
Ancak Bedia Teyze’nin Adnan Saygun Kültür Sanat Merkezi’yle ilgili şikayeti var.
Bedia Teyze, 80 yaşında hemen hemen aynı yaşlardaki 5 komşusuyla güne gitmek ya da evde bütün gün televizyon seyretmek yerine, sanat etkinliklerini tekip etmeyi tercih ediyorlar.