Bize uzak; kültürünü tanımadığımız bir ülke Venezuela. Millî günü dolayısıyla Venezuela mutfağının lezzetlerini tattık, karınca da buna dahil.
Erken bir saatte telefonunuza, “Sabah sabah karınca yuttum!” mesajı gelse ne düşünürsünüz? Aklınıza ilk önce, mesajı gönderen kişinin daha gözünü açmadan geniş geniş esneyince yanlışlıkla karınca veya başka bir börtü böcek yuttuğu gelmez mi? Açıkçası mesajı gönderen Özyeğin Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü Başkanı Özge Samancı olmasına rağmen, bir gastronomi deneyimi olarak karınca tadımı yaptığını anlamadım. İster istemez daha kahvesini içmeden esnerken başına gelenler gelmiş diye düşündüm. Hâlbuki gerçekten limon tadıyla ünlü Amazon karıncalarından yemiş. Hem de Venezuela’nın Ankara Büyükelçisi José Gregorio Bracho Reyes’in elinden. Doğrusu kendisi biraz tereddüt etse de Le Cordon Bleu Türkiye Direktörü Defne Ertan Tüysüzoğlu çok
Londra’da Türk mutfağı temsilcileri giderek çeşitleniyor. Eskiden daha çok Türk nüfusa ve meraklı İngiliz müşterilere hitap eden mekânlara zaman içinde daha üst segment mekânlar eklendi. İşte geçmişten bugüne bir özet.
Geçen ay Londra’ya yaptığım kısa ziyaret sonrasında geçmişten günümüze Türk mutfağının Londra’daki temsilinin geçmişi üzerine biraz kafa yordum. İlkokuldan beri düzenli olarak, neredeyse her yıl gittiğim bu kentte, doğrusu bu ya Türk lokantalarına gerekmedikçe hiç gitmezdik, hep Çin mutfağı gibi yabancı lezzetleri keşfetme peşinde koşardık. O zamanlar Londra yemek açısından dünyanın en heyecanlı yeri sayılmazdı. O yıllarda merkezde Efes restoran Türk mutfağının az sayıdaki temsilcilerinden biriydi, sonra Efes 2 açıldı. 1989’da Âdem Öner ve eşi Pırıl’ın Highbury Park’ta açtığı İznik, tam anlamıyla bir ekol oldu. Her gece üşenmeden yaktığı sayısız mumlarla aydınlatılmış kandilleri, rengârenk lambalarıyla masalsı bir hava ve romantik
Akdeniz’in etrafındaki ülkelerin yemek ekseninde kesişme noktası çok. Özyeğin Üniversitesi Gastronomi bölümü 7 Temmuz’da bu konuda önemli bir konferansa ev sahipliği yapacak. Yemek tarihi meraklıları kaçırmasın
Medeniyetlerin beşiği Akdeniz’de yemeğin tarihi çok derinlikli bir konu. Tarih boyunca sayısız kültürün gelip geçtiği Akdeniz’in etrafındaki ülkelerin yemek ekseninde kesişme noktası çok. Savaşlar, fetihler, göçler kadar ticaret ve kültürel ilişkiler de bu hareketliliği etkilemiş. Amerika’nın keşfinden ve Afrika kıtasının etrafından yeni deniz yollarının açılması sonrasında Akdeniz havzasına yepyeni ürünler gelmiş, giderek hareketlenen ticaret sayesinde özellikle yemek konusunda Akdeniz ülkeleri arasında pek çok ortak nokta oluşmuş. Bu yemek ortaklığı sadece benzer bir iklim ve ortak bir denizi paylaşmaktan değil, egemen ülkelerin kültürel etkilerinin birbirlerine ister istemez yansımasından da kaynaklanıyor.
Mısır Çarşısı’nın hikâyesi
Çok gerilere gitmeye de
The World’s 50 Best Restaurants listesi açıklandı. Dünyadaki en iyi 50 restoran listesinin bir de 51-100 ikinci listesi var. Ancak dünya listesi ile bölgesel listeleri karşılaştırınca ortaya kafa karıştırıcı bir tablo çıkıyor. Acaba 50 Best sıralamasının matematiği nedir?
İspanya’nın Valencia kentinde düzenlenen törende dünyanın en iyi restoranlarını seçen 50 Best Restaurants ödülleri sahiplerini buldu. Instagram ortamı aynı insanların aynı mutlu mesut paylaşımlarıyla doldu taştı. 50 Best ödüllerinin âdeta kemikleşmiş bir grubu var; dünyanın dört köşesinde, her seferinde farklı yerlerinde verilen ödüllerde bir araya geliyorlar. Dünyanın en iyi restoranları aynı zamanda oy verici olan bu camiadan soruluyor. Bu kez ilk 50 sıralamasında Türkiye yok, ancak ikinci bir liste olarak açıklanan 51-100 arası sıralamadaki 63’üncü sırada Neolokal ile şef Maksut Aşkar, 66’ncı sırada TURK ile Fatih Tutak yer almış. Bu kez 1’inci sırada, Güney Amerika’da, Peru Lima’daki Central ile şef Virgilio Martínez ipi
Kentin yaşam hızı yüzünden, kahvenin o âdeta zamanı yavaşlatan, kokusuyla insanı kucaklayan battaniye gibi sarıp sarmalayıcı özelliği unutulmaya yüz tutarken Beşiktaş Çarşı’da restorasyonla hayata döndürülen eski Rum Okulu binasından kahve kokusu geliyor.
Kahve çağındayız. Yoğun şehir hayatımızda kahve çalışan zihinler için vazgeçilmez bir yakıt haline geldi. Kahve içmeye eskiden zaman ayırmak gerekirdi. Oturup keyfine varılan, tek başına içilse bile anın tadını çıkarmaya vesile olan bir içecekti. Kahveyle zaman yavaşlar, âdeta durma noktasına gelir, sonra kafeinin verdiği enerjiyle hayat tekrar canlanırdı. Hele tek başına değil, arkadaşlarla dostlarla içiliyorsa kahve, gene apayrı bir zaman aralığı isterdi; bir sohbet aracı olarak o kahve içme zamanı uzar da uzardı. Oysa şimdi gençler, ellerinde kartondan bir kahve kabı, sanki kahvenin farkına varmadan içiyor, hareket halindeyken bir kahve dükkânından bir karton bardak alıp yollarına devam ediyorlar. Kahve zincirleri kent hayatının her köşesinde bulunur hale geldi.
Ebru Baybara Demir çeyrek asır önce çıktığı yolda ilk günkü azmiyle ilerliyor. Dünyanın en önemli gastronomi ödüllerinden 2023 Basque Culinary World Prize ödülünü aldı. Sondan geriye sardığımızda sürecin nasıl ilmek ilmek dokunduğu görülüyor
Ebru Baybara Demir dünyanın en önemli gastronomi ödüllerinden olan ve toplum yararına projeler üreten şeflere verilen Basque Culinary World Prize 2023 ödülünü aldı. Bu belki de şimdiye kadar BCWP tarafından verilen ödüller içinde en önemlilerinden biri, hatta José Andrés’in 2020 yılında aldığı World Central Kitchen ödülüyle aşık atacak tek ödül. Ünlü Amerikalı İspanyol şef Andrés, önce felaket bölgelerinde ve sonra pandemi döneminde kurduğu yardım mutfaklarıyla bu ödüle layık görülmüştü. Ebru ise sadece son deprem dönemindeki faaliyetleriyle değil 25 yıllık bir süreçte yaptıklarıyla ödülü aldı. Son dönemde deprem sonrası felaketzedelere yaptığı
12 Haziran’da deprem bölgesine yardım için Londra’da bir yemek konferansı ve bağış etkinliği düzenleniyor. Konferansın mimarları Cemre Torun ve Mehmet Gürs’ün amacı, depremden etkilenen coğrafyanın yemek kültür mirasını tanıtmak.
Londra’nın eski Balık Pazarı tarihi Old Billingsgate binası 12 Haziran tarihinde bir deprem yardım etkinliğine sahne olacak. Cemre Torun ve Mehmet Gürs’ün düzenlediği “Cradle of Food/Yemeğin Beşiği” başlığını taşıyan etkinlik depremden etkilenen Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye coğrafyasındaki yemek kültürüne dikkat çekmeyi amaçlıyor. Gün boyu sürecek olan etkinlikte sabah ve öğleden sonra iki oturumda bir dizi konuşma yer alacak. Konferansların arasındaki öğle yemeğinde ise katkı veren katılımcıların birlikte hazırlayacağı ve sunacağı yemeklerin paylaşılacağı sofralar kurulacak. Bu sofralar bölge mutfağını bilen yerli ve yabancı şefler ile onlara yardımcı olacak katılımcılardan oluşuyor. Yemekler ise herkesin evde yaptığı geleneksel yemekler üzerine odaklanmış, bu konuda Gaziantepli Filiz
Uçak yolculuğunda daha keskin ve kuvvetli lezzetlere ihtiyaç duyuluyor. Bu yüzden umami yoğun mutfağımız uçak yolculuğunda iyi bir seçenek
Hava yolculuklarında yemek servisinin geçmişi iniş çıkışlarla dolu. Uçakta yemek servisi teknolojiyle koşut olarak gelişmiş. 1929 yılında Pan-Am hava yollarının ilk uçuşunda tek servis sakızdan ibaretmiş. Sonra, zamanla sandviç, kek, meyve ve içecek verilmeye başlanmış. Sıcak yemekler 1940’larda devreye girmiş. Bu gelişme biraz da İkinci Dünya Savaşı’nda ordu için geliştirilen tekniklerin sivil havacılığa yansıması olarak gelişmiş. Havada yemek servisi asıl altın devrini 1950’lerden sonra yaşamış. Yolcuların arasında servis arabasıyla gezen şık hosteslerin porselen yemek takımlarından servis ettiği yemeklerle uçak yolculuğu aynı zamanda lüks bir deneyim haline gelmiş. Öyle ki bazı uzun uçuşlarda yolcuların tıpkı bir lokantadaki gibi oturabilecekleri yemek salonları, sosyalleşebilecekleri barlara yer verilmiş. Elbette bu ihtişamlı dönemin sonu gelmekte gecikmemiş. Uçak yolculuğunun daha geniş kitlelere