Skor tabelasına değil, oyuna bakmamız gereken bir maç… Hakem de dahil, gündemin tüm olumsuzluklarına karşın Beşiktaş - Alanyaspor maçı keyif vericiydi.
Galatasaray yenilgisinin öfkesini (hakem) ve mahcubiyetini (oyuna ortak olamama durumu) geride bırakmak isteyen Beşiktaş’ta takımca bir “gönül alma” iradesi izledik… Taraftarın çilesini takdir ediyor ve oynadıkları oyunla bir şekilde özür diliyorlardı.
Karius’un kurtarışları, zoraki sağbek Adriano’nun iki şutu, Vida’nın savaşçı performansı, Mirin ve Caner’in dikkati bir istek ve enerji gösterisiydi. Orta alanda Atiba ile Dorukhan sanki usta-çırak mesaisiyle dükkanı çalıştırıyorlardı. Quaresma, rakibe üst üste çalım atıp “madara etmek” (!) yerine daha sade, daha verimli oynama niyeti sergiledi. Sol ayağıyla attığı gol taraftara ve Şenol Hoca’ya adanmış bir armağandı.
Sol kanata atanmış santrfor Güven ise, oyunun hemen her rolünü, sahanın her yanını coşkuyla oynamaya çalıştı. Özgüveni, sürekli gol arayışı ve hamleleri göz okşadı. Maçın en güzel hareketlerinden biri de “ usta” Burak’ın ceza alanı içinde genç Güven’le yardımlaşması oldu. Güven’in şutu da rakibe çarpınca Ljajic’in işine yaradı. Ljajic ve sonradan oyuna giren
Cemal Ersen’in haberiyle başlayalım: Son 11 yılda oynanan 66 derbi maçının 52’sini Cüneyt Çakır, Fırat Aydınus ve Bülent Yıldırım yönetmiş.
Üç hakeme yüzde yetmiş beşten daha fazlası. Ötekilere yüzde yirmi beşten daha azı.
Durum açık ve net: Futbol hakemliğinde adil bir paylaşım yok. Yıllardan beri FİFA kokartına layık görülüp UEFA takdirine sunulan hakemlerimizi maalesef MHK yeterince takdir etmemiş. Cesur görevlendirmeler yapamamış. Ezber uygulamalarla derbiler bilinen üç hakeme kalmış.
Cemal’in verdiği orandan bakarsak… Hakem havuzu dar ve sığ. Asıl kıyamet de burada kopuyor. Biz gereğince ilgilenmiyoruz ama, ortada dağ gibi bir gerçek var: Hakemler de bu darlıktan ve sığlıktan memnunlar!. Açıkça dile getirmeseler de havuzun genişlemesini, derinleşmesini istemiyorlar. Bu konuda yapılan çalışmalara yeterince destek verilmiyor. Uzak kalınıyor. Hakem camiasında lobiler çok etkili.. Şimdilerde bazı lobiler ağırlıklı olarak havuzun genişletilmesine karşı tezler geliştiriyor, kulislerde sessiz etkinlikler sürdürüyor. Medyada da aynı “darlığı ve sığlığı” savunanlar var.
Darlık ve sığlığın “sayısal” verilerle dökümü de yapılabiliyor. Süper Lig’de görev alan hakemlerin ortalama
Futbol da tıpkı hayat gibi… Çok büyük umutlar ve beklentilerle koşa koşa seyrettiğiniz maç, size sadece hayal kırıklığı yaşatabiliyor. Sezonun en başarılı, en iyi oynayan takımlarından ikisi hem de şampiyonluğu belirleyebilecek bir maçta beklenen oyunu çıkaramıyorlar. Dengesiz, kısır, zamana oynadıkları bir oyun sergiliyorlar.
Bu oyun zaman zaman “teatral” bir hal alıyor. Tam da İngilizlerin “play acting” dedikleri cinsten. Futbol oyununa teatral roller de karışıyor. Özellikle hava toplarında, ikili mücadelelerde kendini yere atan atana… Hakem Bülent Yıldırım da bu oyuna gayet güzel (!) çanak tutuyor. Bol bol sarı kart. Bol bol faul kararları. Rol kesip yere yatanlara ilk yarıda bir kez olsun, “kalk da oyna” demiyor, diyemiyor.
Yine de eğri oturup doğru konuşalım… Galatasaray ilk yarıda yüzde 60 top hakimiyetiyle oynuyor. Beşiktaş’ın top kazanma top çalma kaygısı (!) yok. Galatasaray Feghouli, Belhanda, Onyekuru ve önde Diagne ile basıyor. Bu çabuk ve organize ataklarda Beşiktaş sağ kanadı en az üç kez gafil avlanıyor.. Galatasaray’ın dört kornerine karşılık Beşiktaş tek köşe vuruşu kullanamıyor ilk yarıda.
İlk yarının bitmesine 1 dakika kala Feghouli, Diagne, Onyekuru
Hakem havuzumuz yetersiz... Cüneyt Çakır’la rekabete girişecek üst düzey hakem varlığımız da farklı nedenlerle elimizden kayıp gidiyor. O yüzden Cüneyt Çakır, hemen her derbi maçında eleştirilere rağmen en güvenilir aday konumunda.
Süper Lig’in hafta sonundaki “kördüğüm” maçı Galatasaray - Beşiktaş derbisi de MHK’nın masasında. Bu maç için de en uygun hakem Cüneyt Çakır.
Üç hakem öne çıkıyor: Cüneyt Çakır... Fırat Aydınus... Bülent Yıldırım...
MHK’nın kulağı UEFA’da... Şampiyonlar Ligi’nde 2015 Juventus - Barcelona (1-3) finalini yöneten Çakır’a yeniden bir final maçının verilmesi UEFA ilkeleri uyarınca- beklenmiyor. Ancak yarı final rövanş maçlarından biri (7/8 Mayıs) verildiği takdirde derbinin ince tartısı devreye girecek. Çakır’ın Salı günü (7 Mayıs) oynanacak yarı finalde görevlendirilmesi durumunda; iki gün önceki (5 Mayıs Pazar) Galatasaray- Beşiktaş karşılaşmasında düdük çalması mümkün değil. Ancak 8 Mayıs Çarşamba oynanacak yarı final maçını alırsa, derbi için yol açılabilecek.
Diş macunu gibi tüketmekte olduğumuz Çakır’ı rahat bırakıp alternatiflere bakalım: Fırat Aydınus, bu ülkenin en iyi hakemi. Ancak sarsıntılı bir kariyeri var. Yardımcısıyla küfürlü bir
Neresinden bakıp, nesini yazalım? Süper Lig’de şampiyonluk hesapları yeniden yapılır, üçlü finiş senaryoları tartışılırken, en avantajlı takım olarak gösterilen Galatasaray, Konyaspor deplasmanında alışılmadık, hayal kırıklığı yaratan bir oyun ve sonuçla şok yarattı.
Konyaspor zaten 10 maçtır kazanamayan bir ekip... Aykut Kocaman ve futbolcuları, haftayı yenilmeden kapamayı kâr sayıyorlar. Öte yandan kontrollü oyun ve savunma futbolu da tam Aykut Kocaman’a göre “biçilmiş” kaftan.
Terim’in ekibi, her şeyden önce yavaştı, ağırdı, etkisizdi. Önceki maçlarda fırtına gibi esip rakibinin üzerinde hızlı hücum ve önde baskıyla etkinlik sağlayan Feghouli, Belhanda ve Onyekuru, yakışıklı (!) golcü Diagne ile birlikte Konya’da geziye çıkmış gibiydiler. Günün tartışılan adamı golcü Diagne’nin hâlâ ilk on birde maça başlamasıydı. Kendisinde bir ayrıcalık ve öncelik hissederek, hemen her ikili mücadelede faul alma gayretiyle oynadığı algısı, taraftarları da etkilemiş görünüyordu.
Galatasaray savunmasında da bir gariplik var. Marcao’nun yokluğunda Fatih Hoca’dan stoper emanetini alan Donk hem soğukkanlı, hem de gamsız. Ama asıl şaşılacak durum Fernando, Ndiaye dahil hemen hemen tüm savunmanın
Göztepe Süper Lig’in ikinci yarısında başına onca iş açtıktan sonra sanki kötü bir rüyadan uyanmış gibiydi. Başakşehir önünde hem aksiyoner (etkili), hem de reaksiyoner (tepkili) bir oyun tutturdular. Lider’e karşı çok iyi hazırlanarak geldikleri belliydi. Yedinci dakikada Titi asistiyle Jerome’un attığı gol, haftalardır bekledikleri bir galibiyetin işareti olabilir miydi? Golün üstüne yatmadılar, kendi kalelerine yaslanmadılar… Sahanın her yerinde olabildiğince savunma yapıp kazandıklarıyla da kontralara çıkmak istediler. Serdar Gürler ve Halil’le kanatlardan yüklenmeye çalıştılar. Bu arayışlar Başakşehir savunması önünde pek etkili olmadı. Ama Castro ve Jerome’un yakaladıkları toplarla depara kalkıp kaçırdıkları öyle goller vardı ki, parmak ısırtırdı.
Peki Başakşehir nasıl oynadı?
Abdullah Avcı Hocamız’ın elbet bir bildiği vardır ama, Robinho’nun santrfor göreviyle oyuna sürülmesi bence verimli olmadı. Göztepe savunması için, özellikle Titi ve Reis için Robinho hiç de zor bir rakip değildi. Dahası pas trafiğinde topla buluşmasını da önleyerek adeta durdurdular Brezilyalı’yı.. Adebayor kenarda beklerken, Robinho’nun dün taşıyamadığı santrfor yükü, kendi takımının sırtındaki
Haftalar ilerleyip sona yaklaştıkça Şenol Güneş’in veda turları renkleniyor. Beşiktaş zirve mücadelesini bırakmadan koşuyor. Ama öyle, ama böyle! Son Sivasspor maçında olduğu gibi örneğin… Organize oyunla değil, büyülü bir vuruşla (Burak Yılmaz) alıyor sonucu.
Beşiktaş önündeki hedeflere ne kadar yakın, ne kadar uzak? Göreceğiz.
Şenol Güneş’ten sonraki teknik direktörleri de önce tartışacak, sonra öğreneceğiz.
Başkan Fikret Orman’a bakarsanız, kapıyı herkese açık tutuyor. Bazısını “liyakat seviyesinde” adlandırıyor da. Herşeyden önce kimseye söz vermeyen, bağlanmayan, seçeneklerini sınırlandırmayan bir tavır bu.
Orman’ın zihninde hangi adların öne çıktığını bilemem. Ama Beşiktaş’ın formasını giymiş, antrenörlüğe soyunup kariyer yapmış, orada da başarı göstermiş hocaların öncelikli olduğu kesin. Samet Aybaba, Rıza Çalımbay, Mehmet Özdilek, Ertuğrul Sağlam… Okan Buruk... Hepsi de değerli hocalar. Beşiktaş için kalpleri sevgi ve istekle çarpıyor. Hepsine selam olsun!
Ama biri var ki en az ayakları kadar, zihniyle, kişiliğiyle, vizyonu ve duruşuyla listeye girip “Ben buradayım, hazırım!” diyor.
Kim bu adam ARSY… Merak mı ettiniz? Açalım: Ali Rıza Sergen Yalçın.
Duruşuna, gayretine, samimiyetine bakarsanız Gary Medel’i Beşiktaş’ın “köyiçi” çocuğundan ayıramazsınız. Şilili çook uzaklardan geldi ama Beşiktaş’la özdeşleşti…
Dünkü maça da böyle başladı ve abarttı. Adriano’nun sakatlığı (!), Caner’in cezası nedeniyle zorunlu olarak solbekte görev üstlendi, elinden geleni yapmaya çalıştı, tamam. Ne var ki hata yapma endişesiyle gereğinden fazla gerildi. 40. dakikada Paul Papp’la girdiği ikili mücadeleden sonra rakibine abartılı ve aşırı sert davranması, göğsünden itip kakması, sorumsuzluktu. Kalkavan sarı kart gösterdi ama, Medel son beş dakikayı da itiş kakışla tamamladı. İkinci yarı başlarken, gördük ki Şenol Hoca, Medel’i tutup, Necip Uysal’ı sürdü sahaya zorunluluktan… Doğru da yaptı hoca… Sahada tutsaydı Medel belki kırmızıyı görecekti.
Beşiktaş hem zor bir süreci yaşıyor, hem de gerçek bir hedef mücadelesi veriyor. Dokuz maçlık seride tek beraberliği var, sürekli kazanmış. Sivas’ta da niyet, galibiyet!
O nedenle işte Ljajic’i ve Kagawa’yı birlikte oynattı hoca. Ljajic solda, uçlarda, orta alanın hemen her yerinde koşarak liderliği üstlenirken, Kagawa’dan 10 numara performansı izleyemedik. Akan oyunda Burak, Kagawa, Lens üçlüsü