Heyecanla karşıladık, coştuk.. Süper Lig kulüplerinin -en çok Dört Büyükler- içinden çıkılamaz hale gelen borç sarmalından ve UEFA kısıtlamalarından kurtulması için Türkiye Bankalar Birliği öncülüğünde “yapılandırma” sürecine katılması herkesin beklediği müjdeydi.
Futbolun güncel telaşeleri arasında “yapılandırma” da geri planda kaldı, gündemden düştü. Kulüpler akşamdan sabaha borç baskısıyla ayakta kalmaya çalışırken, yine de hakem kararları, VAR uygulamaları ve şampiyonluk tartışmalarına odaklandı.
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Hüsnü Güreli ise Yıldırım Demirören’den devraldığı en önemli proje için yoğun bir çalışma dönemine girdi... Ailede iş bölümü yaptılar. Kendi şirketinde 400 çalışanı, 2500 müşterisi vardı. İş yükünün çoğunu eşi Asuman Güreli üstlendi.
Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı, “Aslında biz bu projenin paydaşı değiliz. Ancak yeni Lisans Talimatını hazırlayıp ‘yapılandırma’ya sağlam bir zemin hazırlamamız gerekiyordu. TBB’nin çalışmalarına destek olmak amacıyla 3 ay boyunca 30 defa toplandık. Uzmanların da katılımıyla iyi bir taslak hazırladık. UEFA yetkilileriyle İstanbul ve Nyon’da 3 önemli toplantıda sunumlar yaptık, görüş alış verişinde bulunduk. Bu
Tam da beklendiği gibi... Beşiktaş, Başakşehir maçı hem futbol, hem de skor bakımından seyirciyi tatmin eden heyecan rüzgarıyla başladı ve bitti. Dahası, Şenol Güneş’le Abdullah Avcı adeta satranç oynayarak sürdürdüler maçı. Her türlü hamleyi yaptılar, riske girdiler. Mat eden Şenol Güneş oldu. Beşiktaş hak ederek 3 puanı aldı. Kendi hedefine uygun adım koşusunu devam ettirdi. Lidere kaybettirdiği puanla, bugünkü derbiye ayrı bir heyecan kazandırdı.
İki takıma da alkış ve teşekkür borçluyuz. İki taraf da saygıyı hak etti. Takım oyununun yanı sıra bireysel performanslar da etkiledi skor tabelasını. Karius, Gökhan, Vida , Caner, Medel, Dorukhan, Atiba, Burak… Sonradan oyuna katılan Kagawa, Güven… Çok iyi bir maç çıkardılar. Başakşehir’de de Emre’nin liderliğindeki takım, Edin Visca ve Robinho ile parladı. Hele on beşinci dakikadan sonra hem topa sahip olarak hem de maçın ilk golünü atarak sahanın efendisi oldular adeta… Robinho’nun golü, yine bir Edin Visca asistiyle atıldı. Geliyorum diyerek adeta bağıran bir goldü bu.. Savunmadan uzuuun atılan toplarla buluşan ağ kanattaki Edin Visca zor durduruluyordu. Kaleci Karius da bu maçın kahramanları arasında.. Visca, Clichy ve
Neresinden başlasak bilemiyorum. Elbette sporcuydu. Yıldız futbolcu, yıldız basketbolcuydu.
Ama her şeyden önce beyefendiydi. Ağırbaşlı, onurundan asla ödün vermeyen, geri adım atmayan bir beyefendi.
Çok çok iyi bir profesyoneldi. O nedenle İtalya’da bugün Serie A diye bildiğimiz büyük ligde, 7 yıl top koşturdu, 3 takımda; Fiorentina, Lazio, Venezia...
Futboldan kazandığı para o dönemin değerleriyle 500 bin lirayı geçmez. Can Bartu parayı değil, oyunu seviyordu. Özellikle yuvarlak topun santrada olduğu oyunları.
Futbol ve basketbol mesela. Dalyan’daki geleneksel turnuvalarda daha 15-16 yaşındayken 25-30’luk ağabeyleri tarafından evine gelip annesinden yalvar yakar izin alınarak hüner gösteren bir yeni yetmeydi. Aslında basketbolu seviyordu. Öyle bir gün geldi ki, hem futbolda hem basketbolda Fenerbahçe’nin ve milli takımın vazgeçilmez oyuncusu olarak forma giydi. Günün birinde İnönü’de Beşiktaş’a karşı oynayıp 2 gol attıktan birkaç saat sonra Spor ve Sergi Sarayı’na geçip, özel olarak getirilen masörün masajıyla ayakkabı değiştirip kolsuz basketbol forması giyerek Galatasaray’a da 32 sayı attı.
NBA basketbol maçlarını en baba basketbol otoriteleri bile bilmezken o
Süper Lig’in 27. haftasında artık çekinmeden dile getirebileceğimiz bir gerçek var: “Bu lig tüm liglerin en güzeli!”
Bunu niçin söylüyorum?
Süper Lig dendiğinde hepimizin aklında, bilinçaltında, vicdanında ve yüreğinde bir blokaj var. Üç büyüklerin blokajı, eh sonra Trabzonspor ve diğerleri...
Yıllar yılı yayıncı kuruluşun da, federasyonun da, medyanın da hep birlikte öncelediği alışkanlıklar, futbolseverde ‘ötekilerin’ maçlarına bakmayan bir kültür yarattı.
Bu kültürün futbolumuza olumlu katkıları vardır elbet.
Örneğin; ‘4 büyükler’ arasında oynanan derbi maçları; kimse yanılmasın bana göre Trabzonspor’un 3 büyüklerle oynadığı maçlar da derbidir. Bu maçlar rekabet kültürümüzün gelişmesine, takımlarımızın markalaşmasına, Türkiye’nin tanıtımına, futbolun şov yanına elbette hizmet etmiştir.
Ama bir ligin ‘Süper’ olabilmesi için başka şeyler de lazım.
Çaykur Rizespor- Beşiktaş maçı, tam da beklendiği gibi, göz okşayan oyun ve gollerle süslendi… Süper Lig’e verilen üç haftalık aradan sonra anlaşıldı ki her iki takımın oyuncuları “Süper Lig”i özlemiş... En azından ilk yarıda hareketli, istekli, çabuk ve bireysel becerilerle örgütlenmiş bir oyun izledik.
İlk bireysel beceri örneğini Vida sergiledi. Önce Vedat Muriç’in kaleci Karius’tan aşan vuruşunu boş kale çizgisinde yakalayıp çevirdi, sonrasında da Ljajic’in kullandığı korner atışında topu “kafalayıp” Gökhan’ın uzanamayacağı köşeye atarak arkadaşlarını rahatlattı.
Beşiktaş’ın Quaresma’nın sakatlığına rağmen sahaya çıkan onbirinde eksiklik hissetmediğine tanık olduk. Sağ ve sol kanatta sık sık yer değiştirerek oynayan Lens, sol kanatta top taşıyan Caner Erkin, önünde Ljajic ve Burak’ın arkasında Dorukhan’la etkili bir oyun sergilediler. Merkezde Medel ve Atiba da oyuna iki yönlü katkıda bulundu. Beşiktaş savunmasında Gökhan, savunma bölgesinden çıkmadan kontrollü oyuna katkıda bulundu. İlk yarının en güzel hareketi, Adem Ljajic’in uzaktan beklenmedik falsolu vuruşuyla attığı goldü.
Maçın akışını anlatırken kimseyi yanıltmayalım. Rizespor da oyuna ortak oldu. İlk yarıda
Son 20 yılın takımları, sporcuları, antrenörleri ve yöneticileriyle... Sanatçılarını, bilim insanlarını... Yazarları, ekonomistleri, CEO’ları kendi penceremden gözlerken, dost çevrelerinde sıkça söylediğim gibi politikacı olarak da Sayın Binali Yıldırım’ı takdir ve sempatiyle izlerim.
İyi bir eğitim, mühendislik diplomasına uygun bilimsel düşünce... Rüzgara kapılmayıp ayakta durabilme... Nezaket, samimiyet, hoşgörü ve saygılı yaklaşımının yanı sıra zekice yaptığı espriler, şakalar, ironik değerlendirmeler bende hep tebessüm ve anlayış duygusu yaratmıştır.
Bu saydıklarımın alışılmış güncel siyaset tartışmalarıyla hiç ilgisi yok. Siyaset, benim saygı duyduğum ama uzak durduğum bir alan. Neden? Fazlasıyla kural hatası yapılıyor, maç sık sık duruyor ve oyunun keyfi kaçıyor da ondan.
Bu arada seçim atmosferinde tarafların birbirine nezaket ve hoşgörü ile sportmence - yaklaştıklarını söylemek de o kadar kolay değil. Böyle olunca Sayın Yıldırım’ın değeri daha da önem kazanıyor.
Öte yandan... Yerel seçimlerin bence en büyük yeniliği Ekrem İmamoğlu oldu. Sanki bir maçta parlayıp enternasyonal düzeyde muhteşem bir oyun çıkararak akıl almaz gollerle maça damgasını vuran bir yıldız
Neresinden bakarsan bak, karmakarışık! Tıpkı Arapsaçı gibi... Çözümü zor, çözdükçe dolaşan, çıkış yolları zor bulunan bir sorun bu.
Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi Galatasaray, kapısı da mahkemeye açılan çelişkili bir durumun ortasında.
Onca sorun çözüm beklerken, tükenmiş kaynaklardan sonra fellik fellik 70 milyon borç aranırken; Galatasaray işi-gücü ve gündemi bir yana bırakarak Mali kongrede ortaya çıkan Arapsaçını çözmeye çalışıyor.
Olacak iş değil! Ama bu garip sonucun ortaya çıkmasında da tek aktör “liseciler” değil. Tüzükteki üyelik haklarını kullanmak isteyen 170 kadar Galatasaray Lisesi mezunu, kendilerince kabul edilmeyecek nedenlerle red yanıtı alınca elbette tepki gösteriyorlar. Tepkinin ölçüsü ve ayarı kaçıyor. Yaşlı ve tecrübeli üyelerin yorgun (!) düşüp salonu terk etmelerinden sonra baskın operasyonla ibra oylamasında 27 sayılık farkla bildiğiniz sonuç ortaya çıkıyor: İbrasızlık! Hem Denetleme Kurulu, hem de Yönetim Kurulu ayrı ayrı yapılan oylamalarda ibra edilmiyorlar. Aklanmıyorlar. İki kurul da genel kuruldan (salondakilerden-hazırundan) bekledikleri “helalliği” alamıyor. Başkan Mustafa Cengiz’le Galatasaray Yönetim Kurulu’nun ibra edilmeyeceği, aslında
Oyunun kalitesi, taktik ve teknik analizinden önce tabelaya bakalım: Harika bir başlangıç skoru, 0-2… Deplasmanda Arnavutluk’u iki güzel golle yendik. Şimdi Şenol Hoca’nın da futbolcularımızın da başı dimdik!.
Kim bilir, bu başlangıç belki de uzun süredir keyifsiz ve sıkıntılı sonuçlarla hepimizi tedirgin eden Milli Takım’da parlak bir geleceğin müjdesidir… Olabilir mi? Elbette… Neden olmasın.
Maçın on biri tartışmalarla, heyecanlı yorumlarla hepimizi meraklandırdı. Şenol Hoca, Cenk Tosun ve Burak Yılmaz’ı birlikte ileri uçta oyuna sürüyor, onların arkasında Hakan Çalhanoğlu ile bir hücum organizatörünü kullanıyordu. Tamam, iyi de… Orta alanda ne yapıyorduk? Orada Mahmut Tekdemir, Emre Belözoğlu, Okay Yokuşlu gibi hem uyumlu, hem usta, hem de yaratıcı ayaklar vardı. Hakça söyleyelim… Onlar hiç telaşlanmadan, sakin ve telaşsız bir işbirliğiyle hem tempoyu düşürdüler, hem baskı yaptılar, hem de baskıya karşı direnerek, savunmaya da yardım ederek tam anlamıyla bir komuta merkezi oluşturdular.
Milli Takım’ın sıkıntılı yanı, geri dörtlüde gözleniyordu. Yorgun emektarımız Gökhan Gönül; Kaan Ayhan, Merih Demiral ve Hasan Ali Kaldırım Arnavutluk ataklarında, evet, görevlerini