Bu maçı seyredenler için sıkıntıdan başka bir şey göremediler, desek yeridir. Eskilerin deyimini biraz değiştirerek “kifayet-i mücadele” (yeteri kadar uğraştılar) kararı alınıp ikinci yarı başlatılmasa yanlış olmazdı. En azından biletli seyircilere paranın iade edilmesiyle sportif bir jest yapılabilirdi. Her neyse... İroni yaptık, hoş görüle.
Vodafone Park’ta iki takımın da hali birbirinden beterdi. İkisi de 4 haftada ancak 4 puan toplayabilmiş, kadro bütünlüğünü sağlayamamış, hayal kırıklıkları yaratmışlardı. Abdullah Avcı, dün mevcut haliyle eski takımı Başakşehir’in başında olsaydı, olasıdır ki maçı kazanabilirdi.
Beşiktaş, kötü oynayan ev sahibiydi. Bakmayın topla oynama yüzdesindeki büyük farka... Mahalledeki arkadaşınız topu size verip oyalıyor. Sonra ayağınızdan alıp en efektif, en yararlı biçimde istediklerini yapıyor.
Beşiktaş zaten kırmızı kartlar nedeniyle zor bir kadro oluşturmuş... Gökhan’la Necip’i savunmanın göbeğinde bir arada oynatmak mecburen; mecburiyetten! Yine de Necip’in her zaman hazır ve özverili
Çarşamba ve Perşembe geceleri, bizim yok saydığımız, hiç de bakmak istemediğimiz aynayı getirdi santraya... UEFA aynasında gerçeklerimizin nasıl yüzümüze vurulduğunu gördük. O aynaya sırtımızı dönemedik. Gerçeklerle baş başa kaldık.
Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi grup maçlarından sadece 1” puan çıkarabildik. O tek puanın da başarı olduğunu tekrarlayarak birbirimizi teselli ediyoruz. Oyalıyoruz, oyalanıyoruz. Sonunda hep birlikte utanıyoruz.
Rekabeti kavga stratejisiyle savaşa dönüştürmek utanç vericidir. Kulüplerimiz bunu yaptı. Başkanlarımız ve antrenörlerimiz yangın çıkardı. Şimdi ateşin bacayı sardığı alevlerin sadece komşunun evini yaktığı söyleniyor. Oysa mahalle bütünüyle ateş altında.
İhmallerle, saygısızlıklarla, akıl tutulmaları ve karşılıklı yalanlarla oluşturduğumuz masal sektörü çökmüş durumda. UEFA’daki çöküşümüz sadece tek darbeyle, bir gecelik sarsıntıyla geçiştirilemeyecek kadar tehlikeli bir süreci işaretliyor. Bir gecede, üç maçta
UEFA Avrupa Ligi ya da Süper Lig. Veyahut da Ziraat Türkiye Kupası… Hiç fark etmez. Bu sezon en azından ilk devrenin sonuna kadar Beşiktaş’ı hep aynı maceranın içinde izleyeceğiz…
İş kazalarına uğrayacaklar. Hayal kırıklığı yaşayacaklar (ve de yaşatacaklar)… Olmadık gaflarla, hatalarla trajikomik goller yiyecekler.
Şunu da unutmamak gerekir: Beşiktaş’ın hem oyunu hem de jeneriği değişti. 4 -2-3-1’den 4-1-4-1’e evrildiler. Savunmanın iki beki, Rebocho Douglas, dün ilk kez birlikte görev aldı. Beşiktaş’ın oyunlarında sürekli başrol oynayan Gökhan ve Caner yedek kulübesindeydi. Elneny savunmanın önünde tek başına merkezi oluşturuyordu. Solda çok etkili ve yıpratıcı Nkoudou’yu izledik. Sağ kanatta da Diaby görev almıştı..Hemen söyleyelim; kimse onu Quaresma ile karşılaştırmaya heves etmesin. Çok farklı oyuncular. Dorukhan ve Llajiç, hücum bölgesinde çok top kaybettiler. Ceza alanına adam eksilterek girmeleri, kalabalık savunmanın içinde çabuk oyunla paslaşarak, duvar yaparak şut sayısını artırmaları gerekirdi.
Maçın sonucu (4-0) keyifli. Ama yine de keyif kaçıran, sıkıntı yaratan bir sorun var Moldova’da. Hayır, oranın sorunu değil bu... Türkiye’nin, Türk futbolunun sorunu.
Kurulların sorunu...
Kurullara seçilen üyelerin sorunu. Özgürlüklerine sahip çıkamayan, bağımsız davranamayan, duygularını ve renklerini bastıracak bilinç ve saydamlıktan kendilerini soyutlayamayanların sorunu.
Haydi Moldova’da yaşananlardan devam edelim.
Milliyet’in Pazartesi günü yayınlanan manşetinden öğreniyoruz ki milli maç için deplasmana giden TFF Başkan ve yönetim kurulu üyeleri, yine “domestik” sorunlara kaptırmışlar kendilerini.
Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim’e verilen ve sonradan Tahkim’de 3 haftaya indirilen 4 maçlık ceza, Galatasaraylı kimliğiyle tanınan İsmail Erdem’in sözleriyle toplantıyı ateşliyor: “Fatih Terim’e bu ceza Galatasaraylı diye verildi. Ben böyle bir şeye karşıyım. Fatih Hocam’a nasıl ceza vereceğiz? Ne cezası vereceğiz? Ben bu olayın Fatih Terim’e karşı kullanılmasına ve
Bu maç için analiz ve ahkam o kadar gerekli değil…
Bir takım ligin dördüncü haftasında Diaby ve Elneny gibi son anda bulunan iki oyuncusuyla santraya gelirse…
Dünya Kupası’nda final görmüş usta stoperi Vida’yla eksilir ve yenik duruma düşerse…
Geçen yılın parlak oyuncuları Ljajic ve Güven’le hayal kırıklıkları yaratırsa…
Hücumda etkinlik gösteren, kanattan yüklenip gol arayışına katılan iki beki, Gökhan ve Caner’le savunmayı unutuyorsa…
Kanattan ezber ortalarla rakip stoperlere idman veriyor ve adam eksilterek ceza alanına giremiyorsa…
Ne Abdullah Avcı’nın yeni oyun sisteminden, çok paslı kurgulardan söz edebiliriz. Ne de Burak Yılmaz’ın dönüşüne umutla bakabiliriz.
Süper Lig’in üç haftasını geride bıraktık. Televizyon kanallarından maç özetleri, radyo yayınları sorununu çözemedik.
Ama bugün bir bir umut var.
beIN Sports’un Global Yayınlar CEO’su Yusuf El Abadi, İstanbul’a geliyor. Hareket şu; Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir, bazı yönetinm kurulu üyeleriyle birlikte El Abadi’i beIN Sports’daki makamında ziyaret edecek, “Hoş geldin” diyecek.
Özdemir’in asıl amacı, nezaket görüntülü bu buluşmanın “Hoş Geldin”le başlayıp tatmin edici bir “Güle Güle” ile bitmesi. Yayıncı Kuruluş Kulüpler Birliği anlaşmazlığında “uzlaşma zemini” oluşturup yüzde kulüplerin yüzde 10 indirim yapma kararını oluşturan Özdemir’in, bugünkü stratejisi de Yayını Kuruluş’tan makul bir indirim sağlamak.
Bunu başardığı takdirde en başta TRT, A Spor, CNN Türk ve diğer kanallar, o kanallardaki spor programları Süper Lig’i yurt ölçüsünde daha geniş kitlelere ulaştıracaklar.
Hatırlamakta yarar
Önce ulusal marşlar. Konuk takım Andorra’nın “El Gran Carlemany” marşı çalınıyor… Milli Takım İstanbul’a döndü ya, kapalı gişe stadı doldurduk ya… Bir coşku, bir coşku sormayın. Ama coşku utanca dönüşüyor. Tribünler maç boyunca homudanıyor, ıslık çalıyor, şarkısını söylüyor. Hiç kaale almıyor Andorra’yı... Hadi hepimizi mahçup ediyorsunuz da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da mı görmüyorsunuz? Spor Bakanı Kasapoğlu’nu da mı görmüyorsunuz? Onların önünde bu saygısızlığı sergilemeye ne hakkınız var. Sizin devlete de saygınız yok anlaşılan. Saygıyı öğreninceye kadar gelmeyin bu statlara… Efendi gibi gelenler tribünleri saygı ile doldurur nasıl olsa!
(Kaderin cilvesine bak : Fransa Arnavutluk maçında yanlışlıkla Andorra marşı çalınmış. Arnavutlar çok şaşırmış. Asıl yuhalama orada olmalıydı. Arnavutlara karşı ayıp eden Fransızlar için. Neyse… Adamların marşı yanlış da olsa orada dinlenmiş!)
HHH
Maça dönersek… İlk yarıda sahada iki Andorra vardı. Birincisi konuk
Geçen kış geldiler. Projelerini anlattılar, beni çok heyecanlandırdılar.
Spor tarihimizin önemli sayfalarını açıp yeniden okutacaklardı.
Süleyman Seba eşsizliğini, Metin-Ali-Feyyaz efsanesini birinci ağızlardan, yeniden dile getireceklerdi. Son yıllarda gelişen “Oral History” (Ağızdan Tarih) örneği sunacaklardı.
Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün iletişim ve organizasyon desteğiyle “bütçesiz” bir film çıktı ortaya.
Bu projenin “paltolu” tek tanığıyım. Herkes incecik kazaklarla, gömleklerle rahat rahat güzel dekorların içinde “ifade” (!) verirken, bendenize böyle bir rol düşmüştü. O nedenle bu mevsimde filmi terleyerek (!) izledim. Keyiflendim, gurur duydum. İstatistikler ve sayılara boğulmuş günümüzün futbol kültürüne gerçek öykülerle, tanıklıklarla, mutlu mutsuz olaylarla “insanı” anlatan filmi alkışladım.
Kolej Havası bir Güverte Film yapımı... Yapımcı Suzan Güverte, yardımcı yapımcı Mehmet Ali Yemişçigil, yönetmen Sertan Ünver.