Süper Lig’in deplasman galibiyetine hasret takımı Beşiktaş. Hasret ya da özlem… Böyle bir duruma düşmüşseniz, herkesten ve her şeyden çok siz istersiniz o galibiyeti… Hele derbi ile gelen moral de tavan yapmışken… Paralar ödenmişken, takım, hoca ve yönetim rahat nefes almışken.
Beşiktaş, Antalya deplasmanında işte tam da yukarıdaki tabloya uygun olarak hızlı ve özgüvenli başladı maça. Antalyaspor, Süper Lig’de çelişkili sonuçlar alan dengesiz bir ekip. O nedenle Bülent Korkmaz’ın başı ağrıyor. Tam da “dişlerine göre” bir rakip buldukları için hızlı, baskın ve etkili bir oyun tutturdu Abdullah Hoca’nın takımı. Hele ilk golün atıldığı dokuzuncu dakikada takımın neşesi tavan yaptı. Adem Ljajic’in asistinde topa kafayı çakan Domagoj Vida’ydı. Biliyorsunuz Beşiktaş’ta “kafa”yı en çok kullanan oyuncu Vida. Dün de ilk golde gösterdi kendisini. Ancak artık tek “kafacı” değildi o. Malum ya Umut da Galatasaray derbisindeki galibiyet golünü kafayla atmıştı.
Golü
İstanbul’da iki maç, 4 takım, 4 teknik adam … Süper Lig’in goller, maç skorları ve takım oyunlarının yanı sıra bize sunduğu başka şeyler de var. Onlardan biri de teknik adamların maç sonrası yaptığı yorumlar. Duruşları, açıklamaları, teknik ve taktik değerlendirmeleri, hakem kararları üzerine düşünceleri.
90 ve 90+’larıyla oynanan maçlar bitiyor. Maç sonrası röportaj ve haberler sıraya giriyor. O röportajlarda, o haberlerde öyle sözler ve düşünceler sergileniyor ki, tartışmalar maç sürelerini aşıyor. Geceyi doldurduklarını bir yana bırakın, bir sonraki maçlar gelene kadar hafta boyu tartışma ve polemikler uzayıp gidiyor. Ceviz kabuğundan gemiler yapıp okyanusları aşma iddialarıyla her yöne rota tutturuyoruz.
Bu tür “gündem oluşturan” tartışmalardan ve beyanlardan uzak dururum. Bu defa öyle değil. Çünkü 9. hafta sonunda oynanan maçlardan ikisi Beşiktaş-Galatasaray ile Başakşehir-Tabzonspor, sonrasında gerçekten dikkat çeken mesajlarla doluydu.
Derbiden başlayalım: Kadrosu
İki taraf için de “netameli” bir derbi izledik. Puan kayıplarının, yetersiz oyunların, alışılmış istatistiklere ulaşamamanın yarattığı psikoloji, her iki takımı da fazlasıyla germişti. Teknik adamlar zaten dünden gergin! O nedenle maçı yönetmek hem ikisi hem de hakem için oldukça zordu.
Yine de farklı tablolar var: Örneğin, Beşiktaş sezon başından beri belki de en hırslı, en enerjik, en akıllı oyununu oynuyor. Bu değişikliğin nedeni ne olabilir? İlk akla gelen elbette Cuma günkü ödemeler. Aylardır hak edişlerini, maaşlarını alamayan futbolcular ve personel, nihayet Başkan Çebi’nin bulduğu 8 milyon Euro ile rahat nefes aldılar. O nefes, sahada da çok koşan, çok sıkı mücadele eden Beşiktaş’a taze bir enerji vermiş olabilir mi? Elbette... Yine de hocanın ve futbolcularının, yönetim, taraftarlar ve kendileri için daha masum ve daha sportif bir bilinçle sahaya çıkmış olmalarını tercih ederiz.
Sağlam kadro, sağlam tercih... Abdullah Avcı, haftalardır sakatlık ve performans düşüklüğünden bunalan oyuncularını bir araya toplamış ve
Önce şunu anımsatmakta yarar var: Beşiktaş “namevcut” sakatlardan sonra elde kalan kadroyla çıktı sahaya... Bırakın Beraga’yı, daha alt seviyede bir takıma karşı oynasa da durum pek değişmezdi.
Santrfor olarak sahaya çıkan bir oyuncusu (Güven) vardı elbette. Ama santrforu yoktu.
Aslında formsuz, dağınık ve gamsız Ljajic de oynamazdı dün. Basit, kolay ve çabuk top kullanmak yerine üç kişinin arasına girip çalım harikaları (!) yaratma isteğiyle yanıp tutuştu... Oğuzhan da, yerli oyuncu olması nedeniyle... Beşiktaş aidiyeti cihetiyle filan, daha heyecanlı, istekli ve ateşli oynayabilir, arkadaşlarını da coşkulu bir oyuna çağırabilirdi. Ama iki yıldır yaptığını yaptı: Hayal kırıklığı.
Topla daha çok oynayan taraftı Beşiktaş (56/44)... Ama nasıl oynadılar? Kendi aralarında yan paslarla al gülüm-ver gülüm... Sıkıcı, niyetsiz, verimsiz bir oyun. Kanatlardan adam geçip etkili bir orta yapan yok. Kazanılan kornerlerde ön direk-arka direk paylaşımı yok. Beşiktaş ayağıyla atamadığı gibi kafayı da çakamıyor. Bir de topla ceza alanına girmekten korkar gibi halleri var.
Beşiktaş başkanlığına seçilen Ahmet Nur Çebi, medyanın merakını gidermek için Abdullah Avcı konusuna açıklık getiriyor: “Hocamız, tahmin ediyorum, Ocak ayına kadar bu takımı yukarı çekecektir.”
Peki Ocak’ta ne olacak?
Başkan’ın dediği gibi ya yukarı çekilecek Beşiktaş, ya da “Abdullah Hoca bir değerlendirme yapacaktır.”
Ayak üstü yapılan kısa açıklamadan sonra bakıyorum, medyada Abdullah Avcı’ya dönük tam tam sesleri yükselmeye başladı. Açık konuşalım: Medyada skor tabelasına bakarak, biraz da popülist değerlendirmelerle antrenör için kıyım bekleyen arkadaşlar var. Geçen yıl da Comolli ve Cocu projesiyle aynı rüzgarları hep beraber (!) Fenerbahçe’de estirmiştik. Şu farkla ki Comolli-Cocu ve geçen yıl yapılan transferler, “yanlış” bir projeydi. Projeler yürümezse, istenen sonuç alınmazsa, acil operasyon hamleleri devreye girer. Cocu’nun takımdan ayrılması ve Ersun Yanal’ın göreve getirilmesi böyle bir operasyondur.
Beşiktaş’ta Şenol Güneş’ten sonra
Hafta içinde gürleme... Hafta sonunda kükreme. İlk eylemi yapan kişi Teknik Direktör Fatih Terim. Futbolcularının beklenenin altındaki performansına karşı gürleyerek, sesini yükselterek, kaşlarını çatarak uyarı görevini yapıyor. Arada ocak transferinde yolların ayrılabileceği olasılıklarını da hatırlatarak... Öfkeli bir ses bu. Uyarının en sert hali.
Milli maç arasından lige dönüşte Galatasaray yine Falcao’suz. Mücevher transfer (!), Real Madrid’le yapılacak galaya mı saklanıyor, bilmiyoruz. Taraftarların merakı ve kaygısı da farklı nedenlerle sürüp gidiyor. Neyse ki, Galatasaray dün öfkeden coşkuya geçiyor. Sert ve yüksek sesli uyarı (gürleme) maç başlar başlamaz yerini keyifli bir taşkınlığa ve coşkuya bırakıyor. Eh, bu da aslan kükremesi...
Radamel Falcao mu? Kapalı salonda çalışsın, tedavi olsun, kendinden beklenenleri yapsın. Çıkacak hali varsa da Real Madrid galasına buyursun gelsin. Ötesini kimse merak etmesin artık. Dün geceki Florin Andone, kendini tabelaya yazdırdı. Artık Galatasaray’ın tabelası kolay kolay boş
Fikret Orman’ın Beşiktaş Başkanı olarak yaptığı dünkü son basın toplantısını izledim. O toplantının amacı “helalleşme” idi. Elbet pazar günü gerçekleştirilecek kongrede de delegelerle helalleşecektir. Dünkü toplantı da, kamuya ve tüm Beşiktaşlılara helalleşme mesajları içeriyordu.
Gazeteci tanıklığıyla şunu söylemek isterim: Başarıları da başarısızlıkları da vardır. Hak ettiği övgüyü ve eleştiriyi bazen fazlasıyla almıştır.
Hepsini unutup bir kenara koyalım. Şimdi söylenecek son şey: Orman, helalliği hak etmiştir. Beşiktaş tarihini onurlandıran başkanlar arsındaki yerini almıştır.
Orman’ın olağanüstü kongreye gitme kararını eleştirdim. Bu kararın bir anlamda “kaçış” ya da “teslimiyet” havası yarattığını da düşündüm.
Şurası kesin: Beşiktaş’ın ekonomik sıkıntıları ne kadar ezmişse başkanı, o ünlü “Beşiktaş Duruşu”na uymayan etik dışı tavır, davranış, fitne fücur saman altından su yürüten sözüm ona “muhalefet” de bir o kadar kırmıştır.
Özellikle de sosyal medya!
Paris randevusunun ilk 15 dakikasında oyuna ortak olma isteğimiz fena değildi. Bir ara topa sahip olma oranını yüzde 54’le elimize geçirdik. Gerçi top kullanma halimiz o yüzdeyi oyunun merkezinde, kanatlarda ya da hücumda kullandığımız anlamına gelmiyordu. Çoğunluk kazandığımız toplarla savunmada zincirleme pas yaparak oyalanmayı tercih ettik.
Savunmanın usta oyuncuları; Zeki, Merih, Çağlar ve Umut Fransız ataklarına karşı olabildiğince hatasız oynamaya çalışıyor, en azından kesici rolünü başarıyla gerçekleştiriyordu. Ama asıl kesici kalecisi Mert’ti. Fransızlar, ilk yarının son yarım saatinde baskıyla gol arayışını yoğunlaştırdılar. Griezmann, dört kez gol şansı yakaladı. Kaleci Mert çok iyi karşıladı, hem kafa vuruşlarını, hem de şutunu. Bir kez de auta yuvarladı Fransız...
Milli Takım’ın savunma güvenliğine karşılık orta alanda Okay, Mahmut ve Ozan hiç de üretken değildiler. Bu anlamda en azından yararlı ve etkili pas kullanımı açısından Emre Belözoğlu’nun arandığını söyleyebiliriz. Savunmada kesilen ya da kullanılan topların çoğunluk