Fillerle kadınların nasıl bir ortak yanı vardır dersiniz? Bilim diyor ki, filler hiçbir şeyi unutmaz. Tecrübe diyor ki, kadınlar da öyle. Ne iyilikleri, ne kötülükleri. Affeder belki ama unutmaz.
İşte bu bellekleriyle fillere benzeyen, her şeyin bir günde geçmiş sayıldığı dünyada unutmamakla ödüllendirilmiş ya da lanetlenmiş türün üç temsilcisi; üç
farklı yaştan üç yaralı - bereli kadın, büyük şehirde bir apartmanda yan yana
dairelerde yaşar.
Ortadaki, muhtemelen 30’larının sonlarında, hayatının 10 küsür senesini kendisini sevmediği açıkça görülen bir adama vakfetmiş, tam artık nikah masasına oturma vakti geldi derken kucağında gelinliğiyle terk edilmiş. Bir de üstüne üç vakte kadar adamın başkasıyla evleneceğini öğrenmiş. Sorun onda değil kendisinde yani. Şimdi de yarı ağlayıp yarı gülerek, kendisini evin içinde oradan oraya atarak arabesk şarkılarda
Ülkede kadına uygulanan ayrımcılık bir yara olarak her gün daha fazla kanarken, kadın sporcularımızın başarılarında da gözle görülür bir artış var. Basketboldan tenise, atletizmden cimnastiğe habire dünyanın bir köşesinden başarı haberleri alıyoruz. Futbol olmadığı için biraz geç alıyoruz evet ama neticede alıyoruz.
Bu yaz 15’indeki Ayşe Begüm Onbaşı’nın cimnastikteki başarılarına sevinmişken, şimdi de Peru’daki Dünya Poomse Şampiyonası’nda altın madalya alan tekvandocu Kübra Dağlı yüzümüzü güldürüyor.
Fakat kadınların bütün başarıları gibi bir yandan kara kara düşündürerek güldürüyor. Çünkü ortada ‘erkek alanı’ kabul edilen bir yerde parlayan bir kadın varsa, ona çelme takmak farzdır. Ki bu ‘erkek alanları’ spordan siyasete, bilimden teknolojiye hayatın her yanını kapsar, sınırları ihlâl etmemek için evin içinde kalmak en garanti yoldur. Aksi halde yaptığınız işte elde ettiğiniz başarılara sevinmeden önce giyiminizin kuşamınızın, oturuşunuzun kalkışınızın, özel hayatınızın hesabını bir vermeniz gerekir.
Mesela mayo giyen kadın atletlerimiz ya da şortlu voleybolcularımız başarılı olduğunda “Bir madalya uğruna Türk kızlarını soyuyorsunuz” diye kıyamet koparanlar oluyor ya,
Trans cinayetleri ya da translara uygulanan ayrımcılık, baskı ve şiddet konusunda sicili hiç parlak bir ülke olmadığımız açık. Bu meselede ikiyüzlülükte de açık ara önlerdeyiz evelallah ve bunu konuşmaya bile yanaşmıyoruz çoğunlukla.
Hal böyleyken, trans onur yürüyüşünün tehditler alıp, güvenlik gerekçesiyle iptal edildiği bir ortamda, Athena’nın ‘Ses Etme’ gibi bir klip yapması az buz şey değil. Nitekim kaç gündür bu konu, bir transseksüel öldürüldüğünde ya da baskılara dayanamayıp intihar ettiğinde konuşulmadığı kadar çok gündemde.
Sen yıllardır bu ülkede geniş kitlelerce dinlenen bir grup olacaksın, Türkiye’yi Eurovision’da temsil edecek, kaç senedir de en çok izlenen yarışma programında jüri üyeliği yapacak kadar ünlü, medyatik, popüler; nasıl adlandırırsanız adlandırın; ‘ortada’ olacaksın ve klibinin merkezine bir transseksüeli koyacaksın.
Onun bir gününü, herkes gibi ev hali, annesi, arkadaşları, bir de gece kulübündeki hayatı olduğunu gösterecek; her an evine dönerken saldırıya uğrayabileceğini, üstelik canını tehdit edenlerin de asıl onu gördüğünde bıyık burarak, aç gözlerle bakanlar olduğunu teşhir edeceksin. Hakikaten takdir edilesi.
Ayrıca Gönenç Uyanık’ın yönetmenliğinde
İlk hangi dâhinin aklına geldi de o müthiş ”Pazara gittiğin zaman bir portakalı, bir muzu, karpuzu mikrop kapmıştır diye soyulmuş almıyorsun da evrenin en değerli varlığı olan kadının neden açık ve dekolteli olmasını savunuyorsun?” özlü sözünü literatürümüze kazandırdı bilmiyorum.
Bildiğim, bunu hızla başka meyve çeşitlerinin ve farklı yayın araçlarının izlediği. Kadınlarla muhtelif zerzevat arasında benzerlik kuran kurana.
Mesela belki yazıyla anlamayız diye çekilen görüntülüsü şu sıra yine gündemde. İstasyon İlim ve Kültür Derneği’nin bir videosu bu. “Tesettür nedir ne değildir”i açıklamak amacıyla derneğin konuşmacılarından biri tarafından yapılmakta. Bir elinde bir yeşil elma var, diyor ki, “Bu kabuklar elmanın yaradılışında var”. Diğerinde de soyulmuş, aradan zaman geçtiği için de sararmış bir elma. “Bakın,” diyor, “Siz elmayı fıtriliğinden sıyırdığınız zaman ne oldu? Bütün mikropları üzerine celbetti yani kendi özelliğini kaybetti.”
Buraya kadar sorun yok.
“Şimdi,” diyor, “temsilde hata olmasın, bir bayan da yaradılışta aynen bu fıtrat üzere. Ne zaman kendisindeki örtünme fıtriliğini çözerse, o zaman bu elmaya dönüyor, kendini bozuyor.”
E temsilde hata olmadı mı yani
Otel odalarında genel olarak bir “Kimler geldi, kimler geçti” duygusuna kapılır insan. Kim bilir ne mutlu mutsuz anlara, kavgalara, barışmalara tanık olmuştur o duvarlar, o yatak, o koltuk. Garip bir ortak yaşam alanıdır; farklı çağlarda yaşamış insan hayatlarının kesiştiği.
Hani aynı anda bulunmaz, birbirini görmezsin de, sanki nefes alışını duyarsın senden önceki konukların.
Hele ortada Pera Palace Hotel Jumeirah gibi adımını attığın anda zamanda yolculuğa çıkmış gibi hissettiğin bir otelse söz konusu olan, kahramanlar da farklı oluyor haliyle. Ben diyeyim Greta Garbo, sen de Agatha Christie dolaştı bu koridorlarda, izleri sinmez mi duvarlara?
Zamanın başka türlü aktığı bir otelde ‘Pera’nın Zamanı’ diye bir oyun oynamak şahane bir fikir bu yüzden.
Altıdan Sonra Tiyatro’nun 120’yi aşkın yıllık tarihini bir tiyatro oyunuyla kutlamak isteyen Pera Palace’la iş birliğinden çıkan oyun, otelin merdivenlerinde ve çeşitli odalarında geçip, görkemli balo salonunda sona eriyor.
Her odada farklı bir hikaye
Fikir de son derece hoş: Bazı odalardaki konuklar zamanın içinde
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi hocalarından Prof. Recep Seymen’in dersinde çekilmiş bir video düştü hafta sonu sosyal medyaya. Kendisini LGBTİ yürüyüşünü tehdit eden Alperen’lere verdiği destekle olsun, eşcinsel bir erkekle üç kadınla evlenen bir erkeğin aynı derecede ‘sapkın’ olduğunu iddia ettiği değerli açıklamalarıyla olsun, Doğu’daki çocuk evliliklerine karşı çıkanların Batı’daki erken yaşta girilen cinsel ilişkilere neden ses etmediğini sorgulamalarıyla olsun, medyada görmeye alışığız.
Eski rektör Yunus Söylet’le karşılıklı davaları, MHP Güngören Belediye Başkan adaylığı da cabası. Popüler bir profesör olduğu kesin.
Derslerinden dışarı sızan belge ve bilgilerden anladığımız kadarıyla iki tane ana meselesi var: Batı ülkelerindeki sevişme yaşı bir, eşcinsellik iki. Bunlar İktisat Fakültesi öğrencilerine neden lazım diye sorarsanız, cevabı herhalde hocamızda gizli.
Bildiğimiz, o bunları anlatmayı seviyor. Yeryüzü Kadınları Platformu da bu kıymetli incileri paylaşarak üniversitedeki cinsiyet ayrımcılığını ele güne göstermeyi.
Son olarak da işte, Ensar Vakfı’nda olanları ‘kazadır’ diye nitelendiriyor sayın Seymen. Aslında belli ki daha önceki derste
Önümüzdeki hafta BKM’de yeni bir oyun başlayacak: Yunus Emre Gümüş’ün yazdığı, Özen Yula’nın yönettiği ‘Kadınlar, Filler Ve Saireler...’ Üç farklı kuşaktan üç şahane oyuncu, üç yalnız kadını oynuyor oyunda; Vahide Perçin, Yasemin Çonka ve Açelya Topaloğlu.
Seyircili genel provasında izlediğim oyunla ilgili söyleyeceklerim bir başka yazıya; üç oyuncuyla kadınlık hallerini konuştuğumuz röportajda, konu yeni sezonda rol alacakları dizilere de geldi. Vahide Perçin ‘Anne’ dizisi ile gelecek ekranlara.
Yasemin Çonka nasıl dizilerde sürekli hüzünlü abla oynuyorsa, Vahide Perçin de hep anne. Aslında 35’ini bulan her kadın oyuncu gibi anne. “Maalesef bir şey denendiyse üzerinizde, o kalıyor” diyor Vahide Perçin; “Mesela bizim yaş dilimimizde aşk bile yaşayamıyorsun.”
Bu, onun gibi hem çok güzel, bir de üstüne son derece karizmatik kadın oyuncularla sık sık konuştuğumuz bir konudur. Hiç anlayamazsın neden o kadınların ‘sadece’ anne rollerine hapsedildiğini. Tamam anne olsunlar da beraberinde duyguları da olabilir, kocaları ya da boşandıkları eski kocaları ortalıkta cirit atarken onlara da fedakârca evde oturmaktan fazlası düşebilir.
Her koşulda kutsal aile yuvasının bekçisi olmaya mahkum
Çocukların, çok küçük değillerse ülkede olup bitenden habersiz büyümesi gerektiğini düşünmüyorum. Zaten saklamak da çok mümkün değil. Elbette 15 Temmuz gecesi yaşananlar da uygun bir dille, anlayabilecekleri şekilde anlatılmalı, öyle bir şekil varsa tabii. En azından korkutmadan, sıra arkadaşına düşman etmeden, kamplaştırmadan.
Mesela İskenderun’daki bir ilköğretim okulunda din kültürü ve ahlak bilgisi dersi öğretmeninin yaptıklarını yapmadan. Söz konusu derste çocuklara sorulacak soru “Recep Tayyip Erdoğan’ı mı seviyorsun, FETÖ’yü mü?” olabilir mi? Bunun ne ilgisi var din kültürüyle, ahlak bilgisiyle ve onlar çocuk neticede, ne bilsinler? Neyi öğretmeye ya da daha fenası onlar hakkında neyi öğrenmeye çalışıyorsunuz? Bu çocukları terörize etmekten, güvenlerini sarsmaktan başka bir işe yaramaz ki.
Ardından da hangi partiyi tuttukları soruluyormuş aynı hoca tarafından. Ak Parti mi, CHP mi, HDP mi? Nedir bu, futbol takımı mı? Yetişkin insanların bile oylarını kendilerine saklamak, destekledikleri partiyi açıklamamak gibi doğal bir hakları varken, daha oy verme yaşına gelmemiş, muhtemelen konuyla ilgili pek de fikri olmayan çocukları partilere bölmeye çalışmak hangi öğretmenin