İlk hangi dâhinin aklına geldi de o müthiş ”Pazara gittiğin zaman bir portakalı, bir muzu, karpuzu mikrop kapmıştır diye soyulmuş almıyorsun da evrenin en değerli varlığı olan kadının neden açık ve dekolteli olmasını savunuyorsun?” özlü sözünü literatürümüze kazandırdı bilmiyorum.
Bildiğim, bunu hızla başka meyve çeşitlerinin ve farklı yayın araçlarının izlediği. Kadınlarla muhtelif zerzevat arasında benzerlik kuran kurana.
Mesela belki yazıyla anlamayız diye çekilen görüntülüsü şu sıra yine gündemde. İstasyon İlim ve Kültür Derneği’nin bir videosu bu. “Tesettür nedir ne değildir”i açıklamak amacıyla derneğin konuşmacılarından biri tarafından yapılmakta. Bir elinde bir yeşil elma var, diyor ki, “Bu kabuklar elmanın yaradılışında var”. Diğerinde de soyulmuş, aradan zaman geçtiği için de sararmış bir elma. “Bakın,” diyor, “Siz elmayı fıtriliğinden sıyırdığınız zaman ne oldu? Bütün mikropları üzerine celbetti yani kendi özelliğini kaybetti.”
Buraya kadar sorun yok.
“Şimdi,” diyor, “temsilde hata olmasın, bir bayan da yaradılışta aynen bu fıtrat üzere. Ne zaman kendisindeki örtünme fıtriliğini çözerse, o zaman bu elmaya dönüyor, kendini bozuyor.”
E temsilde hata olmadı mı yani şimdi? Bir ilkokul çocuğu bile ne kız ne erkek kimsenin dünyaya ‘kabuklu’ gelmediğini bilir. O zaman hangi yaradılıştan söz ediyoruz? Hatta buradan bakacaksak çıplak gezmemiz gerekebilir.
Ama bu ‘temsildeki hata’nın bir yüzü. Diğer yanda daha fenası var. Nasıl ‘kendini bozmuş’ oluyor kadın örtünmezse? “Erkeklerin çirkin, mikrop tarzındaki bakışlarını kendi üzerine çekerek”.
Çok tuhaf değil mi? “Erkekler mikroptur” gibi bir bakışla karşı karşıyayız. Ve ömrümüzü bundan korunmaya adamamız gerekiyor.
Peki, acaba erkeklerin bu uzaktan bir kadının doğasını ‘bozacak’ kadar kuvvetli mikroplar içeren bakışları kendilerinin fıtratını bozmuyor mu? Yoksa yaradılıştan mı kötü olduklarını iddia ediyoruz? Ne diyoruz sahi?
Uzaktan yargılamak ne kolay
Bir süredir hepimizin gözü bu davanın üzerindeydi. Sinan Çetin’in oğlu Rüzgar Çetin, alkollü kullandığı araçla bir polis memurunun ölümüne neden olmaktan 22.5 yıla kadar hapis isteğiyle yargılanıyordu. Ama bu hafta tahliye oldu. Kimse de pek şaşırmadı buna. Nasıl aynı kazada yaralanan polis memuru şikâyetini geri aldıysa, ölen İsmet Fatih Alagöz’ün eşi Özlem Alagöz de davadan vazgeçti.
Şimdi burada pek çok sorundan söz edilebilir tabii. En önemlisi, alkollü olarak direksiyona geçip aşırı hız yapmanın pek de suçtan sayılmadığı bir kez daha ispatlanmış oldu. “Rahat rahat içip arabanızı kullanınız, en kötü ne olabilir ki?” mesajı kuvvetlendi. Trafik kazalarında yakınlarını kaybetmiş insanların yarası bir kez daha deşildi.
Ama bir de işin Özlem Alagöz’e saldırma kısmı var ki inanılır gibi değil. Gencecik kocasını toprağa vermiş, çocuklarıyla tek başına bir hayat kurmaya çalışan bir kadını uzaktan “Kocasını para için sattı” diye suçlamaya kimsenin hakkı yok.
Bu davanın hayattaki en mağdur kişisi bir anda günah keçisi ilan edildi. Kadıncağız bir televizyon programına katılıp aileden para falan almadığını, sadece dava süresince bunaldığını söylemek zorunda kaldı.
Belki doğrudur, belki değildir, belki adalete inancı kalmamıştır, mahkemeden çıkacak sonuca güvenmiyordur. Ya da belki çocukları için ihtiyacı vardır, almıştır, bunu bilmek mümkün değil. Ama oturduğun yerden yargılayıp ahkâm kesmek ne kadar kolay.