Kesinleşen finali, Ayça Bingöl tarafından ‘Mahmut ile Meryem’in galasında açıklanan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, giderayak siyasi mesaj bombardımanını yoğunlaştırdı. Yaprak dökümü misali karakterlerini bir bir göndererek finale yol alan yapıma, 12 Eylül’ün ve ondan nasiplenenlerin izleri hâkim oldu.
Başlangıçtaki ürkekliğin aksine net tespitlerle yansıtılan bu mesajların cesur bir söyleme sahip oluşu, uzunca süredir izlemekten keyif almadığım diziye yeniden yoğunlaşmamı sağladı.
‘Benim İçin Üzülme’, ‘20 Dakika’ ve ‘Seksenler’in varlığının devreye girmesiyle düşüşe geçen izlenme oranlarının da etkisiyle belirsiz bırakılan final kararını netleştiren yapımın, dramatik bir aile öyküsü olmanın ötesine geçme hamlesi Türkiye’yi kana bulayanları vurgulamak üstüne…
Ali Kaptan’ın gidişiyle kan kaybeden ve durumu kurtarmaya çalışırken encik büncük çocuk öyküsüne dönüşen dizinin akıllarda iyi bir iz bırakması için doğru yöntem!
***
Tuğrul karakterinin varlığını, diziye katıldığı günden itibaren sorgulamıştım. Oldukça abartılı bulduğum karakter meğer Türkiye’yi kana bulayanların maşalığını yapmak ve insan kıyımının nasıl gerçekleştiğini göstermek için gerekliymiş!
12 Eylül’ün
Ekran başındakilere hem kazandırmak, hem de keyifli dakikalar yaşatmak sloganıyla yola çıkan ‘Bay Tahmin’, coşkusunu tüm Türkiye’ye hatta sınır ötemize yayan bir yapım olmayı sürdürüyor. Murat Özarı-Fikret Engin ikilisi, ‘bomba’ gibi girişlerini yapıp nefes kesen konuşma temposuyla daldan dala atlayışlarını devam ettirdiği sürece bizim de zaman zaman programdaki ilginç ayrıntıları vurgulamamız kaçınılmaz oluyor. Oluyor da, söze başlamadan önce bir başka noktaya değinmem gerekiyor.
***
Hani illa ki herkesin sinir olduğu, arzuladığı ya da beğendiği üç şey vardır ya… İşte ben de bomba programın detaylarına girmeden, ekranlarla ilgili sinir eden üç şeyi saptamak istiyorum.
Birincisi; daha önce farklı kanallarda defalarca oynatılan sinema filmlerinin bir başka kanalda ‘TV’de ilk kez’ ibaresiyle oynatılıp ekran başındakilerin aptal yerine konması.
İkincisi; izleyici alışkanlığını umursamadan, dizilerin yayın saatleri ve günleriyle sürekli oynanması.
Üçüncüsü; sevilen ve ilgiyle izlenen bir yapımın, bırakın gecenin ilerleyen vaktini, günün ilk saatlerinde yayına sokulması.
İşte beni sinir eden üç şey içinde ‘Bay Tahmin’ ile ilgili olanı da bu! Denilebilir ki, kaydet
Folklor ve edebiyat ürünleri, her ne kadar bir dönem göz ardı edilmiş olsalar da geçmişin cazibesinin yükselişe geçtiği günümüzde sinema başta olmak üzere televizyon, tiyatro ve benzeri dallar için verimli bir ilham kaynağına dönüşmüş durumdalar.
Modern dünyanın yorucu temposunda işlenen kalıplaşmış konuları izlemekten usananlara alternatif seçenek olarak görülen bu türdeki içeriklerin dönemin tarihi olaylarıyla zenginleştirilmeye müsait oluşu da, halk edebiyatında yer alan konulara ilgiyi katmerlemekte.
Elçin Efendiyev’in aynı adlı romanından uyarlanan ve merakla beklediğim ‘Mahmut ile Meyrem’ filmi de bu doğrultuda geliştirilen bir çalışma. Ancak basın gösteriminde izlediğim yapımda hayal kırıklığı yaşadığımı söylemek isterim. Çünkü, Azerbaycan tarihinin en parlak devri olan 16. Yüzyıldaki Safeviler döneminde geçen ve salt bir aşk öyküsü olmayıp iktidar hırsıyla kan gölüne çevrilen hanlıktaki trajediyi şiirsel dille anlatan, orijinaline kıyasla oldukça kısır bir bakış açısına sahip!
***
Elçin Efendiyev’in kitabı, Gence’de yaşayan Azeri delikanlı Mahmut ile Ermeni kızı Meryem’in aşkı, o dönemin çalkantıları ve çatışmalarıyla harmanlanıp Erzurum’a doğru yönelirken,
Dizileri kurtarmayı adeta misyon edinen FOX TV, Show tarafından gözden çıkartılan ‘Lale Devri’ne yaşam fırsatı tanıdıktan sonra Kanal D’nin ‘İntikam’ uğruna harcadığı ‘Umutsuz Ev Kadınları’na da umut oldu.
Kadere isyan ile aşka yakılmış ağıtların arasına sıkışıp kalmış genç bir adamın pişmanlıklarını anlatan ‘Bir Aşk Hikâyesi’ ve kadrosunu Özcan Deniz, Ece Uslu, Yavuz Bingöl gibi isimlerden oluşturan ‘Karagül’ dizilerini yayına sokmaya hazırlanan FOX TV’de, kendisini dışlayan kanalına nispet edercesine iyi bir başlangıç yapan ‘Umutsuz Ev Kadınları’, üst üste yayınlanan yeni bölümleriyle takipçilerinin de yüzünü güldürdü.
Bize de reyting darağacının ipinden dönen diziyle ilgili birkaç söz edip izleyici görüşlerini aktarmak düştü.
***
En son ‘Adını Feriha Koydum’da Emir’in babası Ünal Sarrafoğlu’nu canlandıran Murat Onuk’la, ‘Asi’ dizisi ve birçok tiyatro oyunuyla tanınan Tülay Günal’ı da kadrosuna katan yapıma izleyicilerden gelen tepkiler, hem diziye sahip çıktığı için FOX TV’ye teşekkür mahiyetinde, hem de hafta sonlarına keyif kattıkları için ‘Umutsuz Ev Kadınları’ ekibine…
Tülay Günal’ın Gül Çıkmazı’na yeni taşınan esrarengiz komşu Suzan’ı, Murat Onuk’un da onun
Eflatun’un, ‘Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik’ olarak dillendirdiği ve bilimsel anlamda hormonlarla da ilgisi olduğu kanıtlanan ‘aşk’, yüzyıllar boyu üstünde konuşulan, uğruna canlara kıyılan, herkesin farklı görüşlerle dile getireceği ama ortak paydada kadın-erkek ilişkisine dayanan bir duygu!
Sevgi kuramının kurucusu Psikanalist Erich Fromm, ‘Bir başka varlığa duyulan derin sevgi’ olarak tanımlamış aşkı… Sigmund Freud ise sevginin her türlüsünü cinselliğe bağladığından, aşkı da salt ‘cinsellik’ olarak görmüş.
Aşkı, ‘memelilere has bir dürtü’ şeklinde algılayan biyolojiye göre yaşamın devam etmesi için önemli bir olgu iken psikolojiye göre de sosyal ve bilişsel bir fenomen aşk.
Sosyologlara göre toplum yapısının en önemli etkenlerinden olan aşkın renklerine gelince…
Nasıl ki aşkın türlü türlü yorumu varsa, herkesin saklı duygularını açığa çıkartmak için de farklı bir renk seçimi var. Başlıca etken, kuşkusuz aşkı algılayış tarzı! Bundan dolayı kimi tozpembe renge büründürür aşkı, kimi içinde kaybolunan boşluğun karalığına…
Bazısı mavinin özgürlüğünde özümser, bazısı da sarının hasretinde… Beyazın saflığında en masumane duygularla yaşanabileceği gibi,
Tamamen bağımsız ve tarafsız olarak halkın oylarıyla belirlenen ‘Kristal Fare Ödülleri’nin ikincisi Point Hotel’deki törenle sahiplerini buldu.
Bulut İnşaat ve Kral TV’nin sponsorluğunda düzenlenen gecede fanların oylarıyla televizyonun en iyileri belirlenirken Türkiye’nin ‘Golden Club’ı olmayı hedefleyen medyafaresi.com’un kurucusu Kubilay Tümen de 10’uncu yıl gururunu konuklarla paylaştı.
Gördüğüm en hızlı ödül töreni diyebileceğim gecede, Kral TV’den yapılan canlı yayına yetişme telaşıyla konukların yerleşmesinin ardından ‘Salonu ikiye bölüp bir tarafa zenginleri diğer tarafa da SSK’lıları oturtalım’ diyerek esprili bir giriş yapan İzzet Çapa’nın ve ‘Evde çocuk bekliyor. Çabuk sunup gideyim’ diyen Esra Erol’un sempatikliği hâkimdi.
Törenin en olumlu yanı ise kişi başı 30 saniye konuşma kuralıyla hareket eden sunucuların mikrofonu eline geçirince kendini unutanlara karşı geliştirdikleri mükemmel taktikti. Öte yandan, ödüllerin hızlı ve akıcı bir biçimde verildiği gecede ‘Magazin, haberlerin kırmızı giymiş halidir’ sözleriyle kırmızı tuvaletli Esra Erol’a takılmadan duramayan İzzet Çapa’nın bu kurala uyduğu da pek söylenemez.
Öne çıkan ayrıntılar
Gecenin gündemi
ATV’nin yayına girmesi bilmeceye dönen dizisi ‘Tozlu Yollar’ nihayet ekrana geldi. Tanıtımlarının uyandırdığı olumlu kanıdan dolayı merakla beklediğim bir diziydi. Nitekim heyecan veren müziğinin yarattığı keyifle izlemeye koyuldum. Lakin ne yazık ki, umduğum gibi çıkmadı.
Dizileri daha ilk bölümlerinden eleştirmemeye özen gösteren biri olarak ‘Tozlu Yollar’ için de ikinci haftasını beklemeyi düşünüyordum aslında. Ama arka arkaya izlediğim ve bana ‘Her Şeye Rağmen’ dizisinin havasını solutan yapımın SBT ölçümlerinde aldığı sonuçları görünce, yol yakınken düşüncelerimi paylaşmak istedim.
***
1967 sonbaharında yağmurlu bir gecede, aile faciasını yazan son baskıyı satmaya uğraşan gazeteci çocukla, gazete okuma motivasyonunu yerine getirip dönem dizilerinin modasına uyan ‘Tozlu Yollar’, her şeyden önce reytingleri arasındaki uçurumla dikkat çekti. SBT’nin A/B grubunda 30’uncu, toplamında 28’inci olan dizi, TNS’ye göre A/B’de dördüncü, toplamda dokuzuncu.
Ölçümlere her ne kadar itibar etmesem de bu büyük fark, dizinin geleceğinin önsözü! Peki, belli bir kesimin merakla karışık ilgisini çeken, toplam kitleye ise daha ilk bölümünden hitap edemeyen ‘Tozlu Yollar’ neden böyle
Çoklu işleviyle toplumun her kesiminde fazlaca yer tutan ‘reklam’, her geçen gün daha çok önem kazanır hale geldi. Gerek medyanın, gerekse şirketlerin yaşamını destekleyen reklam dünyası, işlevselliğini artırıp global çapta bütünsellik oluşturmaya başladıkça yaratıcılık kavramı da daha bir önemsenir oldu. Öyle ki, çeşitli kategorilerde değerlendirilen reklamlar sinema filmini aratmayacak kalitede çekilmeye başlandı. Dolayısıyla televizyondan, basından ya da başka yollardan tüketiciyi cezp etmeyi hedefleyen parlak zeka ürünlerini ödüllendirmek de kaçınılmaz bir motivasyon halini aldı.
Küresel reklamcılığın şampiyonlar ligi sayılan ve birbirinden ilginç yaratıcılıkların yarıştığı Kıtalararası Reklamcılık Kupası The CUP (Intercontinental Advertising CUP) bu motivasyonun son noktası!
Kreatif dehaların buluştuğu en prestijli kıtalararası reklamcılık kupası olan The CUP’ta, önceki yıl içinde dört uluslararası yarışmada ödül kazanan reklam projeleri arasından ‘İyilerin En İyisi’ seçilmekte.
18 ana kategoride ödüllerin sahibini bulduğu The CUP, bu yıl da yaratıcı endüstrilerin yeni merkezi olarak görülen İstanbul’da gerçekleştirildi. 8 Mart Cuma günü İstanbulSwissotel The