Televizyon dünyası modern insanın bir parçası… İstediğimiz kadar eleştirelim yine de ondan vazgeçemiyoruz. Üstelik eskiden sadece evlerin başköşesini işgal ederken şimdilerde gelişen teknoloji sayesinde bilgisayarlarımızdan cep telefonlarımıza her an elimizin altında. Peki, bu renkli ve bir o kadar da çalkantılı dünyaya bizi bağımlı hale getiren unsurlar neler? Kuşkusuz saymaya gerek yok. Zaten biliniyor ama bir kez daha saptayalım. Diziler, yarışmalar, eğlence programları… Kanal bolluğunda hepsinden çeşit istemediğimiz kadar çok. Seç, beğen, al… Buna karşılık hemen herkesin daha çok beğendiği ve izlence seçkisinde vazgeçemediği yapımlar vardır mutlaka. Bunları ‘özel’ kılansa kuşkusuz vitrin isimleri! Ya oyuncuyu severiz, ya da programın sunucusunu.
Nitekim televizyon dünyasında bazı isimler vardır ki, bir yandan izleyicinin gönlünü fethederken bir yandan da yer aldıkları kanalla bütünleşirler. İşte Kanal D’nin de böylesi özellikler taşıyan iki ismi mevcut. Bunlardan biri Beyazıt Öztürk, diğeri de İlker Ayrık…
BEYAZ’IN SEMPATİKLİĞİ, SHOW’UNUN KEYFİ
Sempatiklik doğuştan gelen bir şey… Bu yetenek özellikle ekranda görev alanlar için oldukça önemli. Bazısı istediği kadar
İlk kez 2013’te düzenlenen Türkvizyon, Eurovision’a alternatif gibi duran çiçeği burnunda bir şarkı yarışması… TÜRKSOY, TMB TV ve Türk Dünyası Başkenti işbirliğiyle düzenlenmekte. Özünde Türk Dünyası’nı bir araya getirme, bütünleştirme amacını taşıyan yarışmanın birincisi, Türk Dünyası Kültür Başkenti seçilen Eskişehir’de, ikincisi Tataristan’ın Başkenti Kazan'da yapılmıştı.
Bu yıl da üçüncüsü gerçekleşecek. Üstelik de İstanbul’da! Aslında yarışmanın Türkmenistan’ın Merv kentinde olması gerekiyordu. Zira yarışmanın kurallarına göre ev sahipliği yapacak olan şehrin, o yılın Türk Dünyası Başkenti seçilmiş olması lazım. 2015 yılının Türk Dünyası Başkenti de Merv. Ancak yarışmayı ağırlayacak mekân olanağının bulunmaması nedeniyle Türkvizyon bir kez daha ülkemizde... Turkcell’in ana sponsorluğunda Küçükçekmece Yahya Kemal Beyatlı salonunda gerçekleştiriliyor.
Köln’den, Bişkek’e 12 ülkede toplam 121 TV kanalında yayınlanacak olan ‘Türkvizyon Şarkı Yarışması’nda ülkemizi temsil eden isim, Görkem Durmaz. Sözü ve bestesi kendisine ait olan ‘Hırçın Sular’ isimli parçayı seslendiren Durmaz, Akdeniz Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda eğitimini sürdürmekte.
Finalinde Burak Kut’un
Televizyon dünyasının acımasız kıyımcısı ‘reyting’ olayı güzel projelerin kellesini uçurmayı sürdürüyor. Aslında ekranların kuralı da tıpkı hayat gibi… Nasıl ki yaşamda çokça emek sarf edenler, farklılık yaratmaya uğraşanlar kendi halinde kös kös dururken onun bunun emeğinden araklayanlar, bedavacılığa yatanlar baş tacı ediliyorsa… Televizyondaki tablo da aynısı. Yükselmeye layık olanlar arka planda kalıyor; kapsamlı konusuyla hakkı olan ilgiyi bulamıyor. Sıradan konuların rutinine kısılmış, aşkların komediye dönüştüğü vasat değerdeki diziler de zirvelerde geziyor.
Bu sistemin, reyting mantığına bağlı kalarak dizilerin değerlendirilmesinin yanlışlığını hep söylüyoruz. Ama kimin umurunda! Reyting eşittir reklam olduğu sürece, reklam eşittir gelir denklemi hep ağır basacağından getirisi düşük işlerin ekrandan mendil sallaması da kaçınılmaz olacaktır. Nitekim yeni dizilerin beklenen verimliliğe ulaşamadığı sezonda yılsonuna yaklaşırken fireler verilmeye başlandı bile.
Bilindiği üzere bunlardan biri de ‘Son Çıkış’… Bana göre kesinlikle ekranda olmayı hak eden işlerdendi. Peki, ne oldu da tüm toplumu ilgilendiren ana temasına karşılık izleyiciyi yakalayamadı ve onca emeği bir
Hani değişimler yaşandığında sıkça söylenir… Süreklilik esastır! Ancak bu sözün arka planında yatan bir gerçek hep gözden kaçırılır. Yönetimler, işler kişilerden bağımsız olarak devam eder de, alınan sonuçlar eş kalitede olur mu? Aynı tempo tutturulur mu? İşte bu soruların cevabıdır aslında ‘süreklilik’ mantığını bütünleyen. Ne yazık ki çoğu zaman birilerinin başladığı iş bir başkasına devredildiğinde, mutlaka birtakım sorunlar baş gösterir. Kısacası; büyüklerimizin de dediği gibi ‘Gelen, gideni aratır’!
Şimdi böyle bir başlangıç yaptık… Çünkü ‘Nihayet biz de eli yüzü düzgün, yaratıcılığı ve mantığı tastamam, aksiyonuyla çekimleriyle yabancı yapımları aratmayan, oyuncu kadrosuyla bütünü tamamlayan bir diziye kavuştuk’ diye sevinerek izlediğimiz ‘Filinta’nın senaryosunda imzası bulunan Altuğ Küçük kalemi devrettiğini açıkladı. Bundan sonra ne olacak? Meçhul.
Bu meçhuldeki tek gerçek, Altuğ Küçük'ün artık senaryoda olmayacağı! Gelelim neden böyle bir karar aldığına...
ALKIŞLARIMIZ ‘FİLİNTA’NIN BABASI ALTUĞ KÜÇÜK’E...
Bu karara üzülmedim desem yalan olur. Ancak birkaç gün öncesinden haberdar olduğum için Altuğ Küçük’ün sosyal medyadan yaptığı beyana şaşırmadım. Zira
Hayatı dört bir açıdan algılamak, doğanın inceliklerini gözlemlemek, bizden çok uzaklardakiler hakkında bilgi edinmek, yaşamın içindeki gizemlere dair aklımızı kurcalayan sorulara cevap bulabilmek belgesel niteliği taşıyan yapımlarla mümkün. Ne yazık ki, kafasını dizilerin kısır döngüsüne gömenler ya da defalarca izlediği filmlere tekrar tekrar bakmaktan bıkmayanlar için ‘belgesel’ olayı ceza yemiş televizyonların yayınladıklarından veya entel dantel geçinenlerin övgü olarak dillendirdiklerinden öteye pek geçmiş değil.
Kısacası; Belgesel kültürü izleyicimiz arasında yeterince yaygınlaşamamış durumda. En azından şimdiye dek bu böyleydi.
Ancak günümüz şartlarında durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Birbirlerinin benzeri dizilerin kabak tadı vermesi, belgesellerin kalitesini yükseltip dizi niteliğine bürünür hale gelmesi bu tür yapımların ekrandaki yerini daha sağlamlaştırmasına yol açtı. Buna bir de izleyici bilinci eklenince, sayıları her geçen gün artan belgesellerin ‘Ne izleyelim’ noktasında öne çıkması kaçınılmaz oldu. Dolayısıyla bizim de tavsiye edebileceğimiz belgeseller çoğaldı.
Oscar ödüllü yönetmen Louie Psihoyos’u tekrar karşımıza getiren ‘Racing Extinction’
Magazin ve sinema dünyasının iç içe geçmiş olması sadece ülkemizde değil tüm dünyada görülen bir durum. Zira filmler veya diziler kaliteden ziyade, oyuncuların ne kadar sansasyon yarattıklarıyla değerlendirilmekte. Bir bakıyorsunuz çok bilinen ve herhangi bir özgünlüğü olmayan işler sırf oyuncu isimleriyle ilgi çekip bol seyirci buluyor. Öte yandan gayet kapsamlı konular, kadroları popüler olmadığından hak ettiği ilgiyi göremiyor.
Angelina Jolie Pitt ve Brad Pitt çifti de bu açıdan hayli şanslı ve verimli isimler. Gerek özel yaşamları gerekse yer aldıkları yapımlarla Hollywood’un öne çıkan oyuncularından olmayı sürdürmekteler. Şimdilerde birlikte yürüttükleri ‘Hayatın Kıyısında’ filmiyle gündemdeler.
KISIRLIĞIN, KADINLIK VE YAZARLIK YANSIMASI
Angelina Jolie Pitt’in yazıp yönettiği üçüncü uzun metraj film olan ‘Hayatın Kıyısında’, 70’li yılların Fransa’sında bir kıyı kasabasına yapılan yolculuğun görüntüleriyle açılmakta. Yanmakta direnen araba çakmağı, suskunlukla gizlenen hüzün ve birbirinden kopuk karı-koca tablosunun yansıttığı aile içi gerilimden iki ayrı kısırlık aktarılmakta seyirciye.
Bir süredir roman yazmak için ilham bulamayan kocanın alkolle bütünleşen
Televizyon dünyası ve ödüller… Yolları sıkça kesişen bu ikilinin değerli olabilmesi için gerekli ortak detay, gerçekçilik! Bu çok önemli özelliğin genele yaygın olduğunu söyleyemesek bile, belli başlı işlerde karşılaşıyoruz neyse ki… ‘Kristal Fare Ödülleri’ de bunlardan biri.
Bu yıl dördüncü kez sektördeki iyileri değerlendiren ‘Kristal Fare Ödülleri’, Türkiye’nin Televizyon Oscar’ları olma yolunda hızla ilerlemekte. İddia, büyük. Lakin sağlam adımlarla yürünen yolda ipin ucu öyle hevesle tutulmuş ki, büyük iddianın gerçekleşmemesi imkânsız!
KUBİLAY TÜMEN’E ALKIŞLAR…
Medya sektöründeki şartların iş kolik olmayı kaçınılmaz kıldığı, ancak böylesi gecelerle çabaların taçlandırıldığı gerçeğinin dillendirilmesiyle başlayan 4. Kristal Fare’nin ödül dağılım bölümü, bağımsız anket modülü üstünden gerçekleştirilen ve tamamen halka dayanan oylamayla seçilen Türkiye’nin en iyilerini sundu bize… Bu başarılı organizasyonun arkasındaki isim, Kubilay Tümen.
Ödüllerin gönül rahatlığıyla alınabileceği gerçeğinde, Kral Grubu’ndan Mehmet Akbay-Gezegen Mehmet’in destekleriyle Türkiye’nin Televizyon Oscar’larına dönüşen ‘4. Kristal Fare Ödülleri’ni ‘‘Türkiye’nin bağımsız-gerçek ödülleri’’
SON ÇIKIŞ’TA SENARİSTLER NEDEN DEĞİŞİYOR?
Şimdilerde oyuncularıyla röportajlarımı paylaştığım ‘Son Çıkış’ dizisi henüz yayına girmeden dikkatimi çeken bir yapım oldu. Çünkü büyük sorumluluk gerektiren bir konuyu kapsıyordu. Bunun altından kalkabilmek için de sağlam bir senaryo gerekliydi. Nitekim ilk bölümün ardından düşüncelerimi bir köşe yazısıyla paylaşıp eksiklikleri vurguladım. Sonra dizide senarist değişikliğine gidildiğini duydum.
Dizi aşama kaydederek dokuzuncu bölüme geldiğindeyse ‘‘Son Çıkış’ta Taşlar Yerine Oturuyor’’ başlıklı bir yazı daha yazdım. Bu kez görüşlerim olumlu yöndeydi. Nitekim bu bölümün yaratıcısı, Eda-İhsan Aydın’dan da teşekkür satırları geldi.
Ancak ‘Önceki bölümleri izleyerek yaptığımız tespitler sizin 9. bölümden sonra yazdığınız yazıdaki tespitler ile aynı. Yani çok doğru tespitler yapmışsınız’ değerlendirmesiyle başlayan satırların devamında dizinin gidişatıyla ilgili yaptıkları tespitleri ayrıntısıyla paylaşan Eda Hanım, bu tespitler doğrultusunda yarattıkları gelişimi ‘8. bölümden sonra diziye son derece hareket ve heyecan getirdik. Mantıksızlıkları ortadan kaldırdık’ cümlesiyle izah etmişti. Bundan daha güzel bir şey olamazdı tabii...