‘Ya tam açacaksın yüreğini ya da hiç yeltenmeyeceksin. Grisi yoktur aşkın. Ya siyahı ya beyazı seçeceksin’dese de Şems-i Tebrizi, inişli-çıkışlı evrelerle dolu hayatta her şeyi bu kadar net kestirip atmak mümkün olamıyor ne yazık ki! Aşkın siyah-beyaz ikileminde grilikler de yaşanabiliyor. Ancak insanların bunu fark etmesi ve olayın özünü anlaması biraz zaman alıyor. Tıpkı senarist değiştirme modasına uyarak yeni bir sürece başlayan ‘Siyah Beyaz Aşk’ dizisinde olduğu gibi.
Sema Ergenekon-Eylem Canpolat ikilisinin kaleminden çıkarak ekran yolculuğunu başlatan yapım, başlarda siyahın ve beyazın net ayrımını sunmuştu bize. Tabii bu meyanda kimi sert sahnelerinden ve bir doktorun zoraki çalıştırılmasından ötürü de şikâyetlere maruz kalıp kadın eliyle kadına şiddet sergilenmesi gibi ithamlarla karşılaşmıştı. Bu da ‘Siyah Beyaz’ ikilemini doğurmuştu haliyle. Sevmeli miydik, kızmalı mıydık bu diziye?
Dahası dizinin kalıcı olamayacağı yönünde görüşler de havada uçuşmuştu başlarda. Tüm bunlara karşılık ‘Siyah Beyaz Aşk’, griliğin açtığı yoldan ilerleyerek meramını anlatma mücadelesini sürdürdü ve kendini fark ettirmeyi başararak yükselişe geçti. Tebrikler...
SİYAH BEYAZ AŞK’IN
Gelen gideni aratırmış derler… Her zaman bu durum gerçekleşmese bile bu sonucun doğduğu haller de az değil. Nitekim ekrandaki değişimlerde de benzer sonuçlar doğabiliyor çoğu zaman. Kaldırılan yapımın yerine konan ya içerik açısından daha geride kalıyor ya da reyting getirisiyle gideni aratıyor. Yenilere yer açmak için eldekileri birer birer yolcu etmeye başlayan Kanal D’nin, ‘Çocuklar Duymasın’ın yerine ‘Hayati ve Diğerleri’ni getirmesiyle ortaya çıkan reyting tablosu da böyle oldu.
‘Savaşçı’nın zirveye demir attığı Pazar akışında 3.08 reytingle Total’de 14’üncü, 3.04 reytingle AB’de 10’uncu olan ‘Hayati ve Diğerleri’ ne yazık ki beklenenin gerisinde bir başlangıç yaptı. Gerçi bu sonuçlarla Show’un ‘Klavye Delikanlıları’nı, TRT 1’deki ‘Aslan Ailem’i geçti ama bunun büyük başarı sayılamayacağı muhakkak!
Öte yandan henüz ilk bölüm olması itibariyleyeterince fark edilememe ihtimali de mevcut. Neticede henüz kim kimdir tadında bir giriş yapıldı ve bir suçun çözüm sürecinde karakterlerin meramı da özet şeklinde anlatıldı. Yani daha komedisinin tadını tam hissettiremedi izleyiciye. Dolayısıyla aceleci karar verip dizi için ‘Başarısız’ diyerek kestirip atmamak lazım. Birkaç bölüm
‘Yapılamayacağı düşünülen bir şeyi yaparak, insanlığın güç alanını genişleten her şey değerlidir’ demiş yazar ve eleştirmen Ben Johnson. Bu sözün, ilerici-yenilikçi mantık doğrultusunda gerçeği yansıttığı aşikâr... Ancak vasatlıklara takılıp kalarak kalite olayını pek de önemsemeyenler için yapılamayanın-yapılmayanın denenmesinin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini de kabul etmemiz lazım.
Nasıl ki bizdeki dizi algısı da bu yönde yol almakta! Yeni sezonda fark yaratmaya müsait yapıdaki işlerin hak ettikleri ilgiyi yeterince göremedikleri için birer birer hayal kırıklığı tablosu sergilemeye başlamaları bu hakikatin kanıtı. Süreç de belli zaten. Yayına ara vermek ve pat diye final haberi yaymak. Yani bir bakıma kayıt dışı harcanmışlıklar yaratmak!
Nitekim gününde verilmeyip şaşırtan ve dört haftalık yenilenme molası denilerek ekrandan çekilen ‘Yüz Yüze’ dizisi mesela… Bu söylemin ardından ekran yolculuğuna noktayı koyduğu haberinin gelmesi çok gecikmedi. Oysa gerek kadrosunun, gerekse ‘Poyraz Karayel’den gelen senaryo yazarının verdiği güvenle büyük başarı hedefleyerek çıkmıştı ekrana. Ama bir başka yazımda belirttiğim yanlışlarından ötürü ilk bölümünden yakalayamadı izleyiciyi.
Sezon kavramının ortadan kalkmasıyla birlikte yeni yapımların ekrana çıkmasında zaman mefhumu da kalmadı. Yaz aylarında başlayanlar kışa sarkarken sıfır kilometre işler de, çekim ve piyasa durumuna göre izleyiciyle buluşmakta. Tabii bu süreçte yeni dizi sayısının eskiye kıyasla çoklaştığı da bir gerçek. Nasıl ki herkesin aynı derecede beğeni kazanamadığı gibi!
Kimi, beklentisini karşılayan ve hak ettiği oranda ilgi görüyor... Kimisi de, ederinin altında bir değerlendirmeyle karşılaşıp hayal kırıklığı yaşıyor. Bu sonuçların doğmasında zamanlama kadar içeriğin izleyici tarzına uygunluğu da etkili kuşkusuz. Yani hep işaret ettiğimiz üzere, ekranda ayakta kalmak kalite gücünden ziyade yapımın ilgi çekmesini sağlayan özelliklere bağlı… Oyuncu popülerliği, konunun abartılmış dramatikliği gibi. Bu özelliklerin hakkını veremeyen dizinin, yapımı ve kurgusal nitelikleri en üst seviyede olsa dahi sıralamada dişe dokunur sonuçlar elde edemiyor ve kısa sürede ekrandan çekiliyor.
Dolayısıyla bir diziyi ele alırken taşıdığı niteliklere bakmak yeterli. Biz de bu mantıkla yakında Star ekranlarında yerini alacak olan ‘Babamın Günahları’na fragmanlarına dayanarak ön değerlendirmede bulunalım…
‘Hataları saklamak, düzeltmekten daha çok acı verir’ demiş Benjamin Franklin… Gel gör ki bizde de en yaygın alışkanlık, hataları saklamak. Hani kırılan kolun yen içinde kalması gerektiği mantığı var ya… İşte o hesapla, cümle hataları görünmez kılmak vazife edinilmiş adeta. Hal böyle olunca örtbas edilmeye çalışılan hataların tekrarları ve yarattıkları yıkımlar kaçınılmazlaşıyor. Artık kimin nasibine ne kadar düşerse…
Nitekim hızlı kararların alındığı dizi âlemimizde de bu tablo sıkça çıkıyor karşımıza. Yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesi gibi, yanlış mantıklarla yaratılan işler de bir çırpıda reyting kapısından tersyüz ediliyor. İstenildiği kadar pohpohlansınlar, yersiz övgülerle şişirilsinler nafile. Hayvan terli misali, basitliklerden fayda çıkartmaya çalışılmasını yemiyor artık izleyici! Nasıl ki son örneği, bize bir kez daha ‘Ders olur mu’ sorusunu sordurtan ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nde yaşandı.
Şimdi bu apar topar final ders olur mu olmaz mı bilmem ama… Ders olacağı meçhulde kalsa bile, yaratılış mantığı ayan beyan ortada olan dizinin örnekliği, emeklerin heba edilmemesi adına, önemli bir konu. Bundan dolayı senaryosu Birol Güven’e ait olan dizinin içine düştüğü hatalara bir
Yeni sezonla birlikte doluşmaya başlayan yapımlar ve hız kesmeden hazırlanan projelerle, diziden ibaret hale gelen televizyon dünyası kendisinden ne çok konuşturmakta değil mi? Herkes bir ucundan konuya dalıp tutturuyor türküsünü. Oysa basitliğe övgü dizenlerin de desteğiyle, klişe ve kopyacı işlerin tam gaz yol aldığı; oyunculuğun, izdivaççılardan-oradan buradan devşirmelerle ayağa düşürülmeye çalışıldığı televizyonun ötesinde… Sanatın gerçek yüzü olan tiyatro cephesi de var bu ülkede ve şu günlerde hayli yoğun bir tempo içinde.
Tiyatro da nereden çıktı demeyin. Televizyonun kısırdöngüsüne kapılmış olanlar her ne kadar görmezden gelse de… Shakespeare’in ‘İnsanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı’ şeklinde ifade ettiği tiyatro, bağ bozumu tanrısını onurlandırmak adına Atina’da düzenlenen antik çağ şenliklerinden günümüze, seyircilerle oyuncuları canlı biçimde karşılaştıran bir ifade aracı olarak toplumlardaki yerini korumakta. Çünkü tiyatro, televizyona kıyasla güdümlülükten uzak ve sansür açısından daha avantajlı. Bundan dolayı söylenecek sözü olanlara, toplumsal adaletsizlikleri vurgulamak isteyenlere en özgür zemini yaratma gücüne sahip. Ne de olsa tiyatronun özü,
‘Bir sırrı devamlı surette saklamak, insanın ruhunu en çok olgunlaştıran şeydir’ demiş ünlü yazar Honore de Balzac… Sır saklamak zor iştir gerçekten de… Saklamanın yarattığı baskıcılıkla, insan ruhunu esir alır. Hele bu sır birilerinin yaşamını etkileyecek türden hayat sırlarıysa daha da büyük yük bindirir insanın omuzlarına… Her an açığa çıkma korkusu ayaktaki pranga gibidir, açığa çıkmayan sır olmaz, gerçeğinde!
Tüm bu olumsuz yönlerine karşın sırların insan hayatına kattığı heyecanın apayrı bir çekiciliği olduğunu da kabul etmek durumundayız. Sırlarla gelişen konulara sahip olan dizilerin basit öykülere tercih edilmesi de bundan.
Nitekim yeni sezonla birlikte yapımlarını ekrana çıkartmaya başlayan kanallar, sadece aşk üçgenleriyle gelişen konulardan doğan bıkkınlığı kırıp fark yaratmak için sırlardan, geçmişten gelen gizli kapaklı işlerin intikamcılığından, çifte hayatların sürdürüldüğü entrikalı aksiyonlardan güç almayı seçmişler… Star TV’nin yakında izleyiciyle buluşturacağı, televizyon alışkanlığımıza yepyeni bir tat katacağını umduğum ‘Hayat Sırları’ da bunlardan biri! İzleyicisine sunabileceği neler var elinde derseniz… Tanıtımı üstünden ön değerlendirmede bulunarak
Çağımızın en önemli silahlarından biri, algı yaratmak! Amerika’dan çıkan ve dünyayı sarıp sarmalar hale getirilen bu iletişimsel taktiğin temelinde, insanları etki altına alabilecek, gizli veya aleni propagandalarla yapılan, psikolojik operasyon yatmakta. Bunun için günden güne geliştirilen algı yönetimi teknikleri mevcut. İnsanları ikna konusunda her şekilde etkili olan medyadan, internetine çeşitli mecraları hedefine varmak için kullanan algı yönetiminde, kurgu dünyası yani televizyon ve sinema yapımları da bu yöndeki operasyonları yürütme araçlarının önde gelenlerinden.
Nitekim Amerikan yapımlarıyla adapte edilen yaşam ve konuşma tarzının nasıl yaygınlaştığı meydanda. Yanı sıra Hollywood filmlerindeki kahramanlık motivasyonları da, Amerika’nın dünya kurtarıcısı olduğu yönünde fikirleri kitlelere yayma, reklam yapma hususunda tam gaz devrede. Bunun örnekleri saymakla bitmez. Anlayacağınız bir ülkenin kendi gücünü ve kültürünü başka uluslara adapte edebilmesinin ya da yönetimlerin kendi görüşlerini farklı düşünenlere benimsetebilmesinin yolu, algı yönetimini başarıyla uygulamasından geçiyor.
Hal böyleyken kurgusal yapımlar da eğlendirmenin ve vakit geçirtmenin ötesinde bir