‘Hataları saklamak, düzeltmekten daha çok acı verir’ demiş Benjamin Franklin… Gel gör ki bizde de en yaygın alışkanlık, hataları saklamak. Hani kırılan kolun yen içinde kalması gerektiği mantığı var ya… İşte o hesapla, cümle hataları görünmez kılmak vazife edinilmiş adeta. Hal böyle olunca örtbas edilmeye çalışılan hataların tekrarları ve yarattıkları yıkımlar kaçınılmazlaşıyor. Artık kimin nasibine ne kadar düşerse…
Nitekim hızlı kararların alındığı dizi âlemimizde de bu tablo sıkça çıkıyor karşımıza. Yanlış hesabın Bağdat’tan dönmesi gibi, yanlış mantıklarla yaratılan işler de bir çırpıda reyting kapısından tersyüz ediliyor. İstenildiği kadar pohpohlansınlar, yersiz övgülerle şişirilsinler nafile. Hayvan terli misali, basitliklerden fayda çıkartmaya çalışılmasını yemiyor artık izleyici! Nasıl ki son örneği, bize bir kez daha ‘Ders olur mu’ sorusunu sordurtan ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nde yaşandı.
Şimdi bu apar topar final ders olur mu olmaz mı bilmem ama… Ders olacağı meçhulde kalsa bile, yaratılış mantığı ayan beyan ortada olan dizinin örnekliği, emeklerin heba edilmemesi adına, önemli bir konu. Bundan dolayı senaryosu Birol Güven’e ait olan dizinin içine düştüğü hatalara bir kez daha ayna olmak gerektiğini düşünüyorum.
SEVDA’NIN BAHÇESİ’NİN FİNALİ NEYİN İSPATI?
İlk bölümünün ardından gerçeklerle yüzleştirici mahiyetteki yazımla ele aldığım ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ malumunuz dört bölümde finale yollananlar kervanında katıldı. Peki, onca şakşakçılıkla büyük hayallere dalınarak başlatılan yapımın bu olumsuzluğu yaşamasındaki sebep neydi? Neden izleyiciden beklenen ilgiyi göremedi? Reytingleri niye yerlerde süründü?
Aslında bu soruların cevabı, uzun uzadıya sorgulamayı gerektirmeyen türden. Zira sebep daha en baştan ortadaydı. Ama uyarılara kulak vermek yerine, magazin ağzıyla basitliğe övgü dizme alışkanlığı devreye sokulup ‘Biz bu işi basitliğinden ötürü sevdik’ tarzı söylemlerle dizinin gerçekleri gözlerden kaçırılmaya çalışılınca, körler sağırlar birbirini ağırlar, durumu oluşturulduğundan bir bakıma dizinin kuyusu, bizzat yaratıcılarının eliyle kazılmış oldu.
Oysa ‘‘Sevda’nın Bahçesi’nde Tutmayan Taktik’’ başlıklı yazımda detaylandırmıştım, diziyle ilgili gerçeklerde neyin ne olduğunu. İnsanların genelde algıladığı kurgu dilini okumayı çok iyi bilen ve bu mantıkla işlerini gerçekleştiren Birol Güven’in taktiklerini yansıtan bir çalışma olarak gördüğüm dizinin, senarist-yapımcı sıfatındaki Güven’in sürekli kullandığı kalıplar çerçevesinde yaratıldığına dikkat çekip ‘‘Gel gör ki, bu taktik genelde ‘komedi’ tarzı işlerde geçer akçe olmakta. Senaryo dramatikliğe soyunduğunda, izleyiciyi kalıplaşmış basitliklerle kafalama taktiği kolay kolay tutmuyor’’ diyerek, bu kolaycılık yönteminin böylesi bir dramada tutmayacağını vurgulamıştım. Nasıl ki sözlerimde ne denli haklı olduğumun ispatı, dizinin ‘Aşkım hamileyim’ sözleriyle noktalanan dördüncü bölümde finalsiz final yapmasıyla açığa çıktı!
Bunun ötesinde öyküsünü bir neticeye vardıramadan yollanan ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ni çelmeleyen en önemli olumsuzluğun, içeriğin başka yapımlarla benzeşmesi olduğunu da hatırlatmak isterim. 2007 yapımı ‘Annem’den esintiler taşımakla birlikte senaryonun asıl anımsattığı iş, yakın zamandaki Güneş’i Beklerken dizisiydi. Bu da zaten bildik olan bir şeyi farklı ambalajla yedirmeye çalışma dayatmasına dönüştü. İlk bölümden bana ‘‘Sevda’nın Bahçesi’nde Güneş’i Beklerken’’ duygusu yaşatan yapım, karakterlerinden öykü gelişimine öylesine benzerlik gösteriyordu ki, sahneleri izlerken özgün bir tat yakalamak hayli zordu. Menüde farklı seçenekler varken izleyici de bunu yemedi haliyle.
Öte yandan Sibel Can ismi üstünden öne çıkmaya çalışmak da dizinin büyük hatası oldu. Çünkü Sibel Can’ın sürekli aynı tarzda karşımıza çıkartılan Emre Kınay ile yıllar sonra yeniden birlikte rol alması değil, sunulacak karakterin yapısı ilgilendiriyordu izleyiciyi. İşin oyunculuk yönünü bir yana bırakırsak, Sibel Can’a yakıştırılan mahzun-mağdur karakterin yapısı, kendine has cazibesi olmayan bir fiyaskodan ibaretti. Bundan dolayı da şarkıcı-oyuncu modası bu kez tutmadı.
Ayrıca mantık hatalarının bolca sergilendiği ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ndeki algısal özellikteki mesaj dayatmacılığının da diziye olumsuz etki yaptığını söyleyebiliriz. Sezonla birlikte doluşan yeni rakipler nedeniyle düşüşe geçen ‘Çocuklar Duymasın’da bu tarz mesajcılık komedi sosuyla bir ölçüde arada kaynayıp gidiyordu ama burada iyice itici kıvamdaydı. Misal… Hamdi üstünden mülteci destekçiliğine soyunmuşçasına yaratılan sahnelerdeki yersizlikler tempoyu nahoşlaştırmaktan öte anlam taşımıyordu!
Tüm bu arazların dışında, gerçekçi yorum yapmaktan kaçınmayı ve basitliğe alkış tutmayı marifet sayanların da ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nin felaketinde rol oynadıklarını vurgulamak lazım. Yanlış, yanlıştır arkadaş… Yanlı eleştiri yapmak da bu yanlışı desteklemekten, hataların görülüp düzeltilmesini engellemekten öte bir şey değildir. Bu böyle biline.
SONUÇTA; Tüm bu saptamalarımdan görüleceği üzere, ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’ akıbeti baştan belli olan, ölü doğmuş bir projeydi.'Ya tutarsa' dendi ama tutmadı!
İlk bölümün ardından kaleme aldığım yazımın finalinde de bu hakikatin tespitini, ‘‘Kimse alınıp gücenmesin. Benzerlik ve yersizliklerle iyice tarumar olan Sevda’nın Bahçesi’nin özü, özgünlükten uzak… ‘Ha Ali Veli, ha Veli Ali’ kıvamında… Taktik de, ‘Bozdur bozdur harca’ mantığında. Harcamasına harca da… Bir çırpıda Aylin’in Bahçesi’ne dönüşen Sevda’nın Bahçesi’nde, Güneş’i Beklerken kafasını yaşatmaya çalışınca, kolaycı taklitlerin orijinallerin yerini asla tutamayacağı gerçeğini de akıldan çıkartma. Hani ‘Seksenler’ misali yaratılan ‘Doksanlar’ın tutmayıp yalan olması gibi. Taktik her zaman işlemiyor sonuçta’’ şeklindeki cümlelerimle yapmıştım zaten.
Nitekim haklı çıktığımı görmem için çok beklemem gerekmedi. Söylem tarzından karakter yapısına birbirinin benzeri işler üretmenin her zaman işe yaramadığı, bu mantığın sürekli tekrarlanma durumunda kofluktan başka bir netice vermeyeceği, dört bölümle havlu atan ‘‘Sevda’nın Bahçesi’’nde kendini çabucak gösterdi. Geçmiş olsun.
Bundan kelli… İsteyen masallarla avutur kendini… İsteyen dinler gerçekleri. Bozguna uğramanın resmi olan bu örneği yaratan hatalı mantığı mimlemek bizden… ‘Bozdur bozdur harca’ taktiğinin artık kolay kolay işe yaramayacağının ispatı olarak değerlendirmek dizicilerden. Hadi bakalım…
Anibal GÜLEROĞLU