‘Televizyon, psikiyatri üzerine çok şey başarmıştır. Hem psikiyatriyi tanıtmış, hem de ihtiyaç yaratmıştır’ demiş Alfred Hitchcock… Televizyonun insanların alışkanlıklarını değiştirmediğini ancak onları evde tutmaya yaradığını vurgulayan gerilim filmleri ustasının tespitleri ne kadar da doğru değil mi? Sürelerinin uzunluğunu, özetlikten çıkmış bölümlerle daha da çekilmez hale getiren diziler, başka eğlence olanağı olmayınca el mahkûm izleniyor ama o süreçte sıkıntıdan patlamak veya sinirlenmek de kaçınılmaz oluyor sonuçta. Hele içeriklerin birbirine benzeşmesi, saçmalıkların alabildiğine sergilenmesi tam anlamıyla psikiyatriye ihtiyaç yaratan unsurlar niteliğinde. Dahası kanal değiştirilse dahi aynı türden yapımlarla karşılaşıldığından izleyicinin payına düşen ya ekranı tümden karartma ya da çaresiz katlanma olmakta.
Ancak günümüzün internetle gelen hızlı değişim sürecinde bu sorunun çaresi olabilecek alternatiflerin hızla yayıldığı da bir gerçek. Nasıl ki dijital platformların sunduğu geniş seçki yelpazesi bu anlamda tam bir kurtarıcı!
Gerek kalite, gerek özgünlük, gerekse özgürlük açısından televizyon dünyasına kıyasla daha avantajlı olan bu platformların yabancı örnek
‘Kendi küItürü iIe iIgisi oImayan insan, üIkesinin yabancısıdır’ demiş yazar Ludwig Tieck. Yılların birikimiyle yaratılan ve içinde yaşanılan toplumun özelliklerini yansıtan kültür, birlik ve beraberlik olgusunu pekiştirmek adına, bu denli önemliyken ne yazık ki özentilerle sulandırılmış popüler kültür merakının ağır basmaya başladığı günümüzde, tarihsel miras olarak gelip bizi diğer toplumlardan ayıran özgünlüklere gereken özen gösterilmemekte. Yaşam tarzlarından yeme-içme olayına, sosyal hayattan konuşma biçimlerine toplumsal kültür ötelenmekte.
Nitekim aynı tabloya televizyon yapımlarında da rastlıyoruz. Özellikle aşağı yukarı aynı cümlelerle yaratılan repliklerde kendini gösteren bir durum bu. Böylece dilimizin ne denli basite indirgendiği, ne kadar az sözcükle kullanılır hale getirildiği açığa çıkmakta… Ki bu da, kültürel yozlaşmanın bir diğer yansıması! Kuşkusuz, gelişim için modern dünyaya adapte olmak, yeniliklere kapı aralamak şart. Lakin özünü unutulmaya terk etmemek kaydıyla.
Öte yandan dizilerimizin-filmlerimizin kurgularının da çoğunlukla yabancılara öykünmeden veya uydurmacılıktan-abartıdan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bir de toplumsal kültür niyetine
Yaratıcılığın özü olan yeniliklerin insan hayatındaki yeri apayrı bir öneme sahip. Her ne kadar yenilikler de eskiyecek olsa bile varlığı ileriye taşımanın temeli, yenilenmelerden geçmekte. Ancak her yeniliğe de alabildiğine hoşgörüyle yaklaşmamak lazım. Çünkü getireceği değişimlerin nasıl sonuçlar doğuracağı meçhul. Genellikle yeni umutlar, yeni heyecanlar demek olsa dahi yeniliklerin kötü sürprizlere gebe olabileceği de muhakkak.
Nasıl ki televizyon dünyası için de aynı durum söz konusu. Her yeni dönem güzellikler kadar hayal kırıklıklarını beraberinde getirmekte. Hem kanal, hem de yapım açısından hüsran yaşamamanın ilk ve en önemli şartıysa, yeniliğin kayda değer özelliklere sahip olmasına dikkat etmek!
İşte bu noktada izleyicinin nabzına göre şerbet vermeyi bilme becerisi giriyor devreye. Nasıl ki, yazdan yeni sezona, rekabetçiliği kıyasıya sürdüren kanallar arasında ATV’nin bu konudaki farkını örneklerle gözlüyoruz. Yayınladığı dizilerin içeriklerinde mantıksızlıkların bolca bulunması veya senaryonun gözyaşı döktürmeye odaklanması, eleştirel açıdan konu teşkil etse dahi, abartılara meraklı izleyici nezdinde hiç önem taşımadığından, ATV de böylesi yapımlar sayesinde
Atalarımız, ‘Deliye göre her gün bayram’ demiş olsa da bayramların özelliği ayrı bir değere sahip yaşantımızda. Tabii bu özelliği hissedebilmek için her açıdan şartların elverişli olması lazım. Bayramın bayramla birleştirilmesiyle ortaya çıkan uzun bayram sürecini kimileri kıştan önce son tatil fırsatı bilip değerlendirirken çoğunluk için rutin devam etmekte. Dolayısıyla yaşantımızın bir parçası haline gelen ve rutinimizin yegâne rengi olan televizyon programlarını da bu açıdan değerlendirebiliriz.
Nitekim eski muhabbet ortamlarının kalmadığı, maddi olanaksızlıklardan dolayı insanların kendi içine kapandığı ve ev dışındaki eğlencelerin ateş pahası olduğu günümüzde ekranda estirilecek bayram havasına şiddetle ihtiyaç duyulmakta. Lakin yayın akışlarını incelediğimizde kanalların bayram havası estirmeye niyetlerinin olmadığını da açık seçik görmekteyiz. İşte bu gerçek ışığında ‘Bayramda izlenecek ne var’ diye bakacak olursak…
FOX ekranına baktığımızda öyle bayram için özel bir program görünmemekte. Dahası mevcut dizilerin yeni bölümleri de sırra kadem basmış. Gün boyu ‘Kalbimdeki Deniz’, ‘Şevkat Yerimdar’ gibi dizilerin eski bölümleriyle idare edip araya ‘Sen İste Yeter’i
Gerçeği insanlara anlatmak, kabul ettirmek pek kolay bir iş değil. Çünkü gerçeklerin hazmedilmesi güçtür. Hele de riyakârlıkla desteklenen kolaycılık ve rahat kazanım durumlarında kimse gerçeklere itibar etmez. Hani sanat eleştirmeni ve filozof yazar Denis Diderot’nun da dediği gibi ‘Güler yüzle söylenen bir yalanı, bir anda yuttuğumuz halde; acı gerçeği ancak damla damla yutarız’!
Nitekim bu tablo sadece kişilerle sınırlı değil. Kurguların dünyasında da aynı mantık geçerli. Hak etmeden alınan övgüler baş tacı edilirken yapıcı eleştirilere veya önerilere pek kulak asılmamakta. Dizilerle veya televizyonla ilgili herhangi bir konuda yaptığımız eleştiriler ve yorumlar da, gerçekleri işaret etmekle birlikte, çoğu zaman hemencecik hazmedilmemekte. Dizilerin aceleye getirilmiş finallerinin ve finalsiz noktalanmaların izleyiciye ve emeğe saygısızlık olduğunu belirterek, kanallara seçenek olarak önerdiğimiz… Sonunda dönüp dolaşılarak gelinen ‘mini dizi’ konusunda olduğu gibi! Şimdi bize, ‘Kanallar gerçeği görmeye başladı mı’ dedirten ‘mini dizi’ konusu nedir bakalım…
‘EKRANLARDA MİNİ DİZİ MODASI MI BAŞLIYOR’ DEMİŞTİK!
Yıl 2014… Mayıs’ın 3’ü… Yine bu köşeden yayınlanan ‘Ekranlarda
Evdeki hesap çarşıya uymazmış... Diziler için de bu söz geçerli. Devam edecek diye beklenenler hüsran yaratıp gidebiliyor. 'Bodrum Masalı'nın bitirilmesi de beklenti içinde olanlar için bir hüsran sonuçta.
Dizinin yönetmeni Mehmet Ada Öztekin’in sosyal medyadan duyurduğu üzere, Eylül ayında yeni sezonuyla buluşmak üzere sezon finaline giden dizi için en kötüsü de final yapamadan noktalanmış olması. Şimdi bu karar, 42 bölüm boyunca dizinin takipçisi olanlara hakaret değil de nedir? Dahası izleyici merakını hiçe sayan bir masal anlatıldığının en net göstergesi değil midir, yeni sezonda buluşmak üzere, hevesiyle beklenti yaratıp sonrasında ‘Hadi eyvallah’ demek?
Aslına bakarsanız öyledir de, bizdeki plansız-hesapsız yol alan; duruma göre şekillenen dizicilik anlayışında modaya dönüşmüş bir uygulama olduğundan tekrar tekrar yaşanan bu masalcılık ve saygısızlık çok da umursanmaz yapımcı ve kanal cenahında. Dahası, durum değerlendirmesi yapmadan, işkembeden atılan yeni sezon vaatlerinin boşluğunu görenler için de hiç sürpriz olmamakta, bu tarz tornistan edişler. Benim için de hiç şaşkınlık yaratıcı bir haber olmadı zaten, ‘Bodrum Masalı’nın yayınlanmama kararı! Yine de son bir
Mücadele etmek, yarışmak ve kazanmak… İnsan doğasının vazgeçilmez tutkuları. Okul yıllarından hayat koşturmacasına, aşktan iş âlemine alabildiğine bir mücadele hâkim. Büyüğünden küçüğüne herkes bir şeyleri başarmak derdinde… Bunun sonucunda yarışmalar-müsabakalar-sınavlar-oyunlar alabildiğine çoğalmakta. Tabii bu tutkudaki en önemli motivasyon, elde edilecek kazanç! Kimi, sınavı kazanmanın derdinde; kimi, rakipleri arasından sıyrılıp işi kapmanın… Ancak tümünün kesiştiği ortak kazanç, nihayetinde maddi getiri yani para olmakta.
Nitekim insanlardaki ödül kazanma tutkusu, izleyici çekme amacıyla sürekli yenilik peşinde koşan televizyon programcılarına da ilham kaynağı olmakta. Hem de o denli bereketli bir ilham ki bu, kanallar, yarışma yayınlamakta yarışa girmiş durumdalar adeta. Nakit paradan arabaya çeşitli ödüller kazandırmayı vaat eden yarışmalar özellikle yaz aylarında devreye sokulmakta. Ünlü isimlerin sunumunda ekrana gelen programlardan bazıları bilgiye dayanırken, bazıları da oyunlar şeklinde yürütülmekte.
Bu yaz da farklı yapımlar izleyiciyle buluştu. Çocuklar üstünden yol alanı da çıktı ekrana, aile boyu bilgi yarıştıranı da! Hepsinin kendine göre eleştirilecek
‘İnsanlar rakamlara benzerler; durumlarına göre değer kazanırlar’ demiş Napoléon Bonaparte… Ne kadar da doğru bir söz. Nice yetenekli insan sırf yeterli desteği göremeyip iyi bir konuma gelemediklerinden harcanıp gidiyor şu dünyada. Hayatın acı gerçeği bu. Böyle gelmiş böyle gider. Öte yandan aynı mantığın yerli diziler için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Şöyle ki, diziler de barındırdıkları yeteneklere göre değil de, gözde oyuncularına göre değer kazanmaktalar! ‘Adı Efsane’nin yeni hali bunun en güzel örneği…
İkinci devresiyle yaz dizisi olmaya niyetlenen yapım ne yazık ki, bazı oyuncularının gitmesinin ardından yersiz eleştirilerle yıpratılmaya başlandı. ‘Adı Efsane ama anlayana’ dedirten türden bir mantıkla karşılandı ve hak ettiğinin çok gerisinde kaldı. Birbirinin benzeri işlere ya da dönüp dönüp gelenlerin yersizliklerine-yapaylıklarına değinilmezken ,efsaneliğin isimlere bağlı olmadığını ispata soyunan ‘İkinci Devre’ye alabildiğine yüklenmek… Yapımın ve oyuncularının bu mücadelesini gözden düşürmeye çalışmak bana göre büyük insafsızlık.
‘ADI EFSANE’; NEREDEN NEREYE...
Efsane dizi ‘Beyaz Gölge’nin izinden yürümek üzere yola çıkıp, sakatlıktan dolayı