Yeni sezonla birlikte doluşmaya başlayan yapımlar ve hız kesmeden hazırlanan projelerle, diziden ibaret hale gelen televizyon dünyası kendisinden ne çok konuşturmakta değil mi? Herkes bir ucundan konuya dalıp tutturuyor türküsünü. Oysa basitliğe övgü dizenlerin de desteğiyle, klişe ve kopyacı işlerin tam gaz yol aldığı; oyunculuğun, izdivaççılardan-oradan buradan devşirmelerle ayağa düşürülmeye çalışıldığı televizyonun ötesinde… Sanatın gerçek yüzü olan tiyatro cephesi de var bu ülkede ve şu günlerde hayli yoğun bir tempo içinde.
Tiyatro da nereden çıktı demeyin. Televizyonun kısırdöngüsüne kapılmış olanlar her ne kadar görmezden gelse de… Shakespeare’in ‘İnsanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı’ şeklinde ifade ettiği tiyatro, bağ bozumu tanrısını onurlandırmak adına Atina’da düzenlenen antik çağ şenliklerinden günümüze, seyircilerle oyuncuları canlı biçimde karşılaştıran bir ifade aracı olarak toplumlardaki yerini korumakta. Çünkü tiyatro, televizyona kıyasla güdümlülükten uzak ve sansür açısından daha avantajlı. Bundan dolayı söylenecek sözü olanlara, toplumsal adaletsizlikleri vurgulamak isteyenlere en özgür zemini yaratma gücüne sahip. Ne de olsa tiyatronun özü, tüm sanat dallarında olması gerektiği gibi, bağımsızlığa ve sorgulayıcı-eleştirel mantığa dayanıyor. Hal böyleyken televizyon işlerinden misliyle ilgiyi hak ettiği muhakkak. Dolayısıyla özgür-çağdaş insan olma bilinci var olduğu sürece, televizyon ve internet gibi gelişmelere rağmen, tiyatro her devirde geçer akçe olmayı sürdürecektir!
Öte yandan gelişen teknolojiyle birlikte insanların ilgi alanlarının farklılaşmasının tiyatronun popülerliğini kısmen etkilediği de bir gerçek. Nitekim televizyonun yoğun temposu tiyatronun eskiye kıyasla ötelenmesinde büyük etken. Ayrıca maliyet-getiri dengesinin, kendi yağıyla kavrulmak zorunda olan tiyatrolar için başlı başına bir sorun olduğunu ve bu çerçevede, dar gelirli vatandaşın evinde bedavaya televizyon izlemek dururken, olmayan eğlence bütçesinden, tiyatroya para ayırmasındaki imkânsızlığı da unutmamak lazım.
İşte bu noktada düşük maliyetle tiyatro izletmeye yönelik etkinlikler bir başka önem kazanmakta... 1989 yılında ilki gerçekleştirilip 2002’den bu yana iki yılda bir düzenlenen ve uluslararası örnekleri de izleme fırsatı yaratan İstanbul Tiyatro Festivali gibi!
Televizyon egemen toplumda, insanları tiyatronun özgür dünyasıyla buluşturma zorluğuna rağmen çalışmalarını yılmadan sürdüren ve 2017 Kasım itibariyle yeniden ‘yılda bir’ periyoduna geçmeyi vazife bilen İstanbul Tiyatro Festivali, bu anlamda oldukça değerli bir etkinlik. Zira dizi klişeleriyle, komediyi argodan ibaret sayan sinema örnekleriyle ve ekrandaki skeç şovlarıyla kültür anlayışı şekillendirilen izleyiciye yepyeni ufuklar açma kapasitesinde. Dolayısıyla bu organizasyonun yeniden her yıl yapılacak olması kayda değer bir hamle.
Ancak tiyatronun ve etkinliklerinin benimsetilmesinde en büyük engel, etkinliğin kitlelere yaygınlaştırılması hususunda çıkıyor karşımıza. Yani tiyatroyu, belli bir zümrenin değil de genelin ilgi alanı haline getirebilmek pek kolay değil! Bu noktada öne çıkan ayrıntıysa, organizasyonların topluma yeterli ölçüde duyurulması ve tiyatro olgusunun kalıcı biçimde beyinlere işlenmesi olmakta. Peki, bu nasıl yapılabilir? Tabii ki büyük oranda televizyon ve medya aracılığıyla. Yani bir anlamda televizyon tarafından kösteklenen tiyatroya, televizyon aracılığıyla destek yaratılmalı! Üstelik bunun sadece kısa haberlerle değil, akıllarda iz bırakan algı yöntemleriyle yapılması lazım.
Mesela toplumun dizi bağımlılığı burada araç olarak kullanılabilinir. Dizilerin içinde tiyatro etkinliklerine gitmeyi özendirecek mesajlara yer vermek, iyi bir motivasyon olacaktır. Malum, izleyici dizilerden gördüklerini kapmaya hazır bir algı yapısında! Dahası bu bilinci geliştirecek kamu spotlarının televizyonda yer bulması da bir formül. Ayrıca nasıl ki, aile ve toplum değerlerine katkıda bulunacak yapımlara destek veriliyorsa, tiyatro gibi sanatsal alanlara özendirici mesajlar içeren dizilere de RTÜK tarafından destek çıkılabilir. Bence değer.
Velhasıl; Eğer gençler için tiyatroya erişilebilirlik gerçekten artırılmak isteniyorsa… Hedefte, zihinleri özgürleştirici tiyatro bilincini topluma aşılamak varsa… Günümüzün vazgeçilmez eğlence aracına dönüşen televizyon dünyasından alabildiğine faydalanmak şart! Bunun için çeşitli formüller türetmek de mümkün. Aksi takdirde televizyon egemen toplumda, sanat bilincini oluşturan tiyatronun ve festivalinin belli bir kesimin ilgi odaklığını aşıp kitlelere ulaşması ve yaygın bilinç yaratma hedefini yakalaması hayli zor. Bu saptamayı yapmanın ardından gelelim 13 Kasım’da gerçekleşecek 21. İstanbul Festivali’nin sürpriz tablosuna…
21. İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ TANITIMINDAN…
Zorlu PSM Sky Loung’da, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın açılış konuşmasını yaptığı… Yabancı konukların yanı sıra ‘Hayat Sırları’ dizisiyle Star TV ekranında yerini alacak olan Ahmet Mümtaz Taylan, özellikle Harry Potter serisi çevirmenliğiyle akıllarda iz bırakan Sevin Okyay, tiyatro ve ekrandan tanıdığımız Nedim Saban, ‘Beni Böyle Sev’in Eda’sı Selen Uçer gibi isimlerin katıldığı bir geceyle tanıtılan ‘21. İstanbul Tiyatro Festivali’, tiyatro severler için sürpriz mahiyetinde.
Sürpriz diyorum çünkü 2018 Mayıs’ı için tarih veren festivalin ilk şaşırtmacası, 13 Kasım’da yapılacak olması! İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Leman Yılmaz bu sürprize ‘Her geçen gün gelişen üretim ağındaki yabancı-yerli eserlere erişimi kolaylaştırmak için tekrar yılda bir düzenlenme kararı alınması’ şeklinde açıklık getirmekte. Hiç kuşkusuz bu kararda toplumun tiyatro sanatından uzaklaştıkça kültürel yozlaşma tehlikesinin arttığının görülmesi de etken olmuştur. Festival zamanının Kasım olarak seçilmesinin gerekçesine gelince… Yurt dışındaki işlerin katılımını kolaylaştırmak ve sezonla eş zamanlı olmak şeklinde özetlenmekte. Yani yılda bir düzenlenme sürprizi, tam anlamıyla tiyatro severler ve toplumsal yapı gözetilerek yaratılmış diyebiliriz.
Antik Yunan tiyatrosunun efsanevi yönetmeni Theodoros Terzopoulos’un kurucusu ve yönetmeni olduğu Attis Tiyatrosu’nun yedi yıl aradan sonra ‘Bir Daha’ ile seyirci karşısına çıkacağı; ‘Fresk’ ile katılacak olan Fransız koreograf Angelin Preljocaj’a Onur Ödül’ünün verileceği festivalin diğer sürpriziyse, maddi açıdan… İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 45. yılında öğrencilerin kültür sanat erişimini artırmak ve kolaylaştırmak amacıyla, tüm öğrenci biletleri 10 TL’den satışa sunuldu! Bunun için açılan hashtag, #okuldantiyatroya …
Şu sıralar eğitim kargaşasına düşen gençlerimizi bir nebze rahatlatmak için tiyatronun büyülü dünyasından daha iyi bir yol olabilir mi? Haydi öğrenciler… Ufkunuzu genişletecek değerli performansların yer aldığı, hayata bakış açınızı parlatacak dolu dolu bir tiyatro şöleni sizleri bekliyor. Sanatla beyinlerinizi besleyin. Bilet ücretleri de makul. Benden söylemesi.
TİYATRO BAĞIMSIZLIK, TELEVİZYON BAĞIMLILIK YAPAR!
Sponsorluğun ne denli önemli olduğu ve tiyatroyla farkındalık yaratabilmek için koşulsuz destek verilmesi gerektiği gerçeğinde İstanbul Festivali’nin en önemli mesajı, ‘Tiyatro bağımsızlık yapar’ şeklinde!
Tiyatro bağımlılığıyla birlikte bağımsızlık duygularını geliştirmeyi hedefleyen bu mesajın temelinde yatan gerçek ise tiyatroda sergilenenlerin konu açısından belli klişelere mahkûm olmayışı… Yani tiyatro oyunları, dizi senaryoları gibi taklitçi ve rutin içeriklerle yaratılmak yerine özgün ve özgür metinlerden doğmakta. Daha net ifadeyle tiyatro; gerek oyun yazarının, gerek sahneye koyanın, gerekse sanatçının metindeki duyguları seyirciye layıkıyla aktarmanın ötesinde bir kaygıyla yönlendirilmediği bir mecra. Buna karşılık televizyon dizileri yapımcısından kanalına, senaristinden oyuncusuna tam anlamıyla reyting çerçevesinde yol almakta. Bu kaygının izleyiciye yansımasıysa, popüler kültüre oynayıp getirisini yüksek tutmayı hedefleyen, birbirinin taklidi işler olmakta. Eğitim çıkmazında ne acı değil mi?
Anlayacağınız tiyatro, dünyayı özgürce kucaklamaya yelken açtıran; düşüncelere gem vurmamayı öğreten; ifade özgürlüğünün güzelliğini en zarifinden, en kabasına sergilemekten çekinmeyen bağımsızlık üstüne kurulu bir dünya. Televizyon ise kaliteye ve özgürlükle gelen yaratıcılığa değil, reytinge bağımlı ve kendisini tek eğlence olarak gören kesimi de bu yönde şekillendirip birbirinin benzeri kalitesizliklere bağımlı yapıyor… Ki bu bağımlılık, düşünsel gelişimi yıkan, hayat felsefesini dar kalıplara hapseden, sansürlerle kısıtlanmış algı yönetimlerine açık, koşulsuz tutsaklıktan ibaret!
SONUÇTA; Sanat bazen ötelenip basitlik yüceltilse de… Basitlikler unutulur, sanat kalır… ‘Tiyatro bağımsızlık, televizyon bağımlılık yapar’ gerçeğinin keskin yüzü her daim görülür. Altısı yurtdışından, 13’ü Türkiye’den olmak üzere toplam 19 dans-performans topluluğunun yer aldığı… Yanı sıra okuma tiyatrosu, söyleşi ve kitap tanıtımlarının, film gösterimlerinin, atölye çalışmaları ve ustalık sınıfları gibi ücretsiz etkinliklerin gerçekleşeceği ‘21. İstanbul Tiyatro Festivali’ de bu yüzle yüzleşmek için güzel bir mola! Bu molada, basitliği popülerleştiren televizyonun algı dünyasından bir nebze soluklanıp sanatı, bağımsızca özümseme tavsiyesiyle…
Anibal GÜLEROĞLU