Yeni sezon kavramını ortadan kaldıran ekranlarımızdaki dizi trafiğinin yoğunluğu malumunuz. Kanallar her dönem daha da azalmaya başlayan reyting paylarını olabildiğince yüksek tutmak için birbirleriyle yeni yapım yarışına girmiş haldeler. Biri yeni dizi tanıtımına geçmeye görsün… Diğerleri de hemen sıraya diziyorlar sözde yeni projelerini. ‘Sözde’ dedim zira sıkça görünen yüzlerden oluşan ve ‘ekran kadrolusu’ havasını yaratan isimlerin rol aldığı, öyküleriyle de cümle klişeyi bir araya getirmiş işler oluyor çoğu. Dahası bu yoğun dizi üretimi aynı yapım şirketleri, senaristler, yönetmenler tarafından karşılandığından içerikte yenilik kısırlığı çekilmesi ve dizilerin tatsızlaşması kaçınılmazlaşıyor sonuçta.
Anlayacağınız, aslında eskilerden ve birbirlerinden farkı olmayan ama yeni isimle sunuldukları için yeniymiş-farklıymış gibi algılanan seçeneklerle yürütülen bir yarış hüküm sürüyor ekranlarımızda. İşin vahim tarafı, kaliteden ziyade reklam getirisine odaklı bu yarış öylesine hararetli ki, ekrana sürülen yapımların içeriklerinde iyiyle kötü kavramlarının anlam yitirmesi bir yana, mantık denilen şey de tamamıyla dışlanmış durumda. Bu yaklaşım sonucunda da izleyicinin
‘Sen değiştiğinde, tarihin de değişir’ der bir Portekiz özdeyişi. Gerçekten de değişim olgusu gerek insan hayatı, gerek toplumlar, gerekse kurumlar için mutlak şartlardan! Zira modern dünyanın hızlı yaşamıyla birlikte gittikçe doyumsuzlaşan insanlık, her şeyi çok çabuk tükettiğinden, sürekli yeni arayışlar peşinde. Dolayısıyla ayakta kalabilmek için genele hitap edebilen, ilgi çekici yenilikler üretebilmek lazım.
Nitekim aynı zorunluluk ekran dünyasında da geçerli. Bu noktada öne çıkanlar da mevcutların dışında farklılıklar sunabilen yeni kanalların ve yeni programların varlığı olmakta. İzleyicinin ücretsiz erişimine olanak sağlanması da ekstra avantaj haliyle. Nasıl ki, 2015 yılında yayın hayatına başlayıp her geçen gün gördüğü ilgiyi artıran TLC’nin örnekliği ortada.
Dahası Türkiye’nin sevilen kanalları arasına girmeyi başaran TLC’nin hızlı yolculuğu tam gaz sürerken Discovery Türkiye bir başka kanalla daha değişim rüzgârı estirmekte… İzleyiciyle buluşmasını 17 Mart’ta başlatan DMAX! Türkiye’de yepyeni bir eğlence kanalı sıfatını hak eden DMAX’in bize neler vaat ettiğine gelince…
DMAX, YENİ ALIŞKANLIĞIMIZ OLABİLİR!
Gerçeğe dayalı içeriklerin yanı sıra spor ve çocuk
Televizyon kanalları rutin düzenlerini, Ana Haber sonrası başlayıp gece yarısına uzanan yerli dizilerle sürdürmeyi bir borç bilirken, internet ortamı da yayıncılık adına her geçen gün daha ciddi rakip olma yolunda. Ekran dizilerinin bıkkınlık yaratan benzeşmelerinin, sansür kaygısıyla dizginlenen içeriklerin sürekli aynı konular etrafında dönüp durmasının izleyicideki internet dizisi merakını kamçıladığı muhakkak. Bununla paralel, günden güne artış gösteren online dizi-film izleme alışkanlığının bu alanda hizmet veren kuruluş yelpazesinde de daha bir canlanma yarattığını söyleyebiliriz.
Nasıl ki, Çağatay Ulusoy’u süper güçlü ‘Koruyucu’ olarak karşımıza getirmek için kolları sıvayıp ilk Türk işi dizisini gerçekleştirmeye niyetlenen Netflix’e rakip olarak çıkan yerli dijital platformlar bu şevkin sonucu. Hayli ses getiren bir başlangıçla izleyiciyle buluşup ikinci sezonunda kitap yazarı tarafından ‘Bambaşka bir hikâye anlatıyorlar’ eleştirisini alarak ‘Pi’yi göremeden noktalanan ‘FiÇi’ dizisini izleyiciye ücretsiz sunarak rakiplerine fark atan PuHuTV de bunlardan biri. Platformun yeni dikkat çekici yapımıysa, yine Ay Yapım imzasını taşıyan ‘Şahsiyet’. Peki, PuHuTV’nin yeni
‘Beni hayal kırıklığına uğratan kendimden başkası değil’ demiş ünlü yazar Kafka… Gerçekten de kişi kendi kendisini gereğinden fazla beklentilere sokarak hayal kırıklıklarının da kapısını aralamış oluyor. Herhangi bir konuda büyük umut besleyip abartılı bekleyişe girmenin ne denli yanlış olduğunu, heyecanla yolu gözlenen dizilerin yarattığı hayal kırıklıkları sayesinde bolca deneyimliyoruz nitekim. Ekranlarımızda mini dizi olayını sürdürme ve askeri işlere farklı bir renk katma hususunda olumlu bir örnek teşkil edeceğini düşündüğüm ‘Börü’ de bu deneyimlerimizden biri oldu en tazesinden.
AB grubunda 5.99, Total’de de 4.79 reyting alıp altıncı sıradan başlangıcını yapan ‘Börü’ beklenenin gerisinde kalan sonuçlarını ikinci bölümde daha da aşağıya çekti. Total’de 2.83 reytingle 18’inci olan dizi, AB grubunda da 3.93 reytingle yedincilikte kaldı. Peki, nasıl oldu da aylardır gündemde olup yolu gözlenen bir iş böylesi sonuçlar elde etti? Gelin hep birlikte değerlendirelim ‘Börü’nün hayal kırıklığını…
BÖRÜ’YÜ GERİDE BIRAKTIRAN SEBEPLER
‘Dağ 2’ film ekibinin 60 dakikalık altı bölüm halinde dizi yaratma fikriyle gelişen ‘Börü’ ile ilgili ilk tespitim, olumlu yönde! Zira içeriğiyle
Toplumsal olaylara yönelik algı yaratmada veya sosyal bilinçlendirme noktasında kurguların ne denli önemli bir yere sahip olduğu gerçeği herkesin malumu. İçeriklerle mesajlar verme olayı Hollywood yapımları başta olmak üzere, sinemada sıkça karşımıza çıkmakta nitekim. Dahası pek çok ünlünün ve yapımcının yardım kuruluşlarına destek olan girişimlerinin de en az kurgular kadar etkili hamleler olarak dünya çapında ses getirmişliği var. Öte yandan dünyada sanatın ve sanatçının global sorunlara müdahil oluşu kayda değer bir performansla gerçekleşirken, bizdeki sinema ve diziciler cephesinde kıpırdanmalar henüz yeni yeni kendini göstermeye başladı.
Sosyal sorumluluk projelerine destek vermek amacıyla hamleler gerçekleştiren oyuncuların kişisel çabası bir yana, yapımların içindeki sahnelerle de organ bağışlarının gerekliliği gibi konularda teşvik edici katkılarda bulunulup hastalıklar hakkında bilinçlendirici vurgulamalar yapılmakta. Toplumsal yaralarımızın başında gelen kadına şiddeti de sıkça işleyen dizicilerin sosyal sorumluluk adına geliştirdikleri bir diğer atılımsa, setlere yapılan ziyaretler vasıtasıyla gelir elde edip vakıflara destek sağlamak. Nasıl ki Star’ın sevilen
Günümüz dünyası tam anlamıyla tüketim mekanizmasına dönüşmüş halde. Aşırı çalışma temposu ve sırtlara binen ağır sorumlulukların kişileri tüketmesi bir yana, insanların çevrelerindeki tüm güzellikleri kendi elleriyle yarattıkları anlamsızlıklar sayesinde yok edip kaliteli yaşamda tıkanmışlıklara sebep oldukları ortada. Yani iyiyi kötüye, olumluyu olumsuza çevirmede üstümüze yok!
Nitekim gündelik alışkanlıklarımız arasında önemli yer tutan televizyon dünyası da bu sıkıntıyı fazlasıyla hissettiren örneklerle dolu. Ekranda yer bulan yapımların konu tükenmişliği, çok verimli işlerin bir anda çökmesine sebep olabiliyor. Özellikle gereğinden fazla uzatılan veya kısır bir öykü çerçevesinde yola çıkartılan yapımlar bu tabloyu sergilemekte. Tabii bir de senaristi-yönetmeni değiştirilen işlerin yaşadığı dönüşüm var. Nasıl ki ‘Kalbimdeki Deniz’ de içeriğindeki gelişmelerle ‘Kalbimdeki Denizin bittiği yer’ dedirtmeye başladı bize.
KALBİMDEKİ DENİZ NİYE BU HALE DÜŞTÜ?
Yüksek tondan tartışmaların, silahları konuşturan sahnelerin ve aşk üçgenlerinin hüküm sürdüğü ekranlarımızda sakin ve seviyeli bir aile işi olarak çıkmıştı ‘Kalbimdeki Deniz’. Hiç kuşkusuz sürüyle mantığa aykırı
‘Çevrelerine uymak için kendilerini yontanlar tükenip giderler’ demiş Kanadalı oyun yazarı ve televizyon senaristi Raymond Hull… Ne kadar doğru bir söz. Uyum sağlamak elbette ki güzel lakin sırf başkaları gibi olmak için kendinden taviz verip yapabileceklerini öteleyerek kapasitesini kısıtlamak da yanlış bir davranış biçimi
Bizdeki televizyon yapımları da bu çerçevede varlık göstermekte ne yazık ki! Ezkaza başarıyı yakalayan bir dizi oldu mu, kopyacılığa özenerek ondaki detayları alıp kendilerine uygulayanlar arka arkaya sıralanıveriyor. Sanıyorlar ki kendileri de hemen aynı ilgiyi görecekler. Bu alışkanlığın uyarlama merakında sürdüğü de aşikâr. Ancak maalesef evdeki hesap çarşıya uymuyor çoğu zaman. Birine kolayca gelen başarı bir diğerinin yanına dahi uğramayabiliyor.
Nitekim dokuzuncu bölümde 37’inci sıraya gerileyerek final söylentilerinin ağırlığını hisseden ‘Kızlarım İçin’ de aynı dertten muzdarip. Yazılı basının en çok konuştuğu kanal olan Kanal D’nin dramatik aile dizisi maalesef başladığı günden beri reytinglerde istenilen çizgiyi tam tutturamamış halde. Total’de 15’inci, AB'de 22’inci olan dizi özünde iyi iş çıkartma potansiyeli taşıyan bir yapım olsa dahi
Dizilerin hızla tüketildiği ekranlardaki kıyıma sürekli yenileri eklenirken bazı yapımlar da kendilerini, başlangıçtan farklı yollara sokup, yenileyerek yıllara meydan okumakta. Bu başarıyı neye borçlu oldukları başlı başına bir konu olmakla birlikte, ekran yiğitlerinin hakkını da tez elden vermek lazım yeri geldiğinde.
Şimdi ekranların en takdir edilesi işi hangisi diye sorulsa… Sizin cevabınız nedir bilemem ama ben, takdiri en çok hak eden dizi olarak ‘Çocuklar Duymasın’ı işaret ederim en başta! Niye peki? Çok kaliteli bir iş olduğundan mı benim gözümde ekranın en takdir edilesi yapımı konumunda? Kesinlikle hayır. Yoksa senaryosu mevcutlar içinde fark yaratan türden mi de kaptı bu övgüyü benden? Ne gezer.
O halde niçin böyle bir yorumda bulundun derseniz, hemen açıklayayım… İçeriğini soktuğu yeni yolla dizilere yöneliksamimiyetsizliği deşifre ettiği için! Daha açık ifadeyle, Kanal D’nin bumerang misali dönüp dönüp gelen dizisi, izleyicinin tepki söylemleriyle eylemlerinin asla ve asla uyuşmadığını açık seçik ortaya koyduğundan dolayı ekranların en takdir edilesi işi olmayı fazlasıyla hak etmekte. Gelin hep birlikte bana bu yorumu yaptıran detaylara ve diziyle ilgili açığa