‘İstanbul Avrupa Başkenti’ zamanında çıkmış, Salt Beyoğlu’nda devam eden ‘İstanbullaşmak:90’ konuşmaları vesilesiyle tekrar kitapevlerinin ön raflarına çıkmış bir kitap var: ‘İstanbul’da Eğlence’
Kitapta yer alan makaleler tarihsel bir eğlence turuyla başlayıp günümüz rock mekanları, türkü barları ve festivalleriyle devam ediyor. En, altı bol bol çizilen yazı, Nuray Mert’ten... ‘Beyaz Türk Dünyasında Eğlence’ başlıklı yazısında Mert, Türk dünyasının asıl eşik atladığı 80’ler sonundan günümüze ‘Beyaz Türk’ün geçtiği tüm yolları, barları özetlemiş: Cihangir’deki Bilsak, Levent’teki Stüdyo 54, Ece Bar, Aslı Altan’ın Safran’ı, Lal Dedoğlu’nun Buz Bar’ı... Nuray Mert haklı. 2000’lerde ‘Beyaz Türkler’ dediğimiz kesim, popülerleşen mekanları yeni heveslilere bırakıp, daha az bilinen mekanlar arasında köşe kapmaca oynamaya başladı. Sene, 2011. ‘Az bilinen mekan’ diye bir tabir neredeyse kalmadı. Başlıkta soruya kapılıp okuyanlara zorlama bir iki mekan çıkar elbet: Bird gibi, Münferit gibi... Belki de asıl yanıt aradığımız soru şu olmalı: Az bilinen bir mekanda sadece kafa dengi insanlarla eğlenmek isteyen Beyaz Türk kaldı mı?
Tango evlilikler, yoga ilişkiler
Hatırlayın, 90’lı yılların en havalı ilişki kombinasyonuydu Latin tango hocasıyla (u)mutsuz ev kadının birlikteliği. ‘Global kent: İstanbul’ projesinin bir parçası olarak şehri istila eden tango hocaları ve her köşe başında biten dans okullarıyla geçmişti bir dönem. ‘İstanbul’da Eğlence’ kitabında bu batılaşma süreçlerine de değiniliyor yer yer. Kitapta değinilmeyen soru şu: “Sahi, ne oldu tango evliliklere?” Yanıt biraz hüzünlü, biraz kederli. Bizim romantik tangocu Juan Carlos’un önce işleri ters gitmeye başladı. Derslerine olan ilgi azaldı. Oyunculuğa merak sardı. Cihangir’de oyunculuk kursu, çıkışında Symrna’da yemek... I-ıh, o da tutmadı. Her parasız erkek gibi evdeki ateşi söndü. Sıcak, ateşli Latin ezgileri evde yerini ‘Bir Teselli Ver’e bıraktı. Eski (u)mutsuz günlerine dönen kadın çareyi yeni heyecanlarda aramaya başlamışken, aradığı global tadı bu kez yoga hocasında buldu.
‘Genç sosyetiklere’ kısa yoldan popülerlik formülü
- Önce ‘Genç sosyetizm’ kriterliğine uygunluğunu hafiften yoklayalım: ‘Hello’da, ‘Alem’de her hafta sizinle aynı soyadı taşıyan 3-5 insanın fotoğrafı var mı? Bu insanlar birinci dereceden akrabanız mı? Modayla ilintili bir işiniz var mı? ‘Blog’ tutuyor musunuz? Spor spikeri olmak yeni hayaliniz mi? Şamdan’ın garsonları sizin için ‘aileden’ mi? En az dört ‘evet’ cevabınız varsa, ‘genç sosyetik’ doğmuşsunuz, yazıya devam edebilirsiniz.
- İlgili köşe yazarlarına çaktırmadan kendinizi tanıtmanız, ufak ufak malzeme vermeniz şart ki sizi ‘Sosyetenin yeni gözbebeği’, ‘Sosyeteye taze kan’, ‘Son günlerin flaş ismi’ gibi tamlamalarla köşelerine taşısınlar.
- İlle de adınız, ilişkisi herkesin dilinde olan evli ya da sevgilisi olan bir erkekle ‘aşk dedikodularına’ karışmalı. Kokusu çıktıktan sonra haber ke-sin-lik-le yalanlanmalı.
- Bu dedikodu mümkün mertebe uzatılmalı. İç açıları toplamı ‘Brangelina’ edecek bir aşk üçgenine dönüşmeli. Jennifer Anniston değil Angelina Jolie olmanız gerektiğini zaten biliyorsunuz. Sustum.
- Aralara ‘görüntülendi’ haberi serpiştirmeniz şart. İlle de yanak yanağa, kucak kucağa olmanız şart değil. Yan yana görüntülenip, kapıda sizi yakalayan gazetecilere yorum yapmadan “İyi geceler arkadaşlar” demeniz yeterli. Beraber görüntüleneceğiniz kişi popüler bir dizi figürü olsun. Osmanlılar şu aralar pek revaçta: Padişah, Malkoçoğlu, şehzade, yeniçeri askeri... Artık kim denk gelirse.